XIX. YÜZYIL BAŞLARINDA BİR ULUS-DEVLET TASARIMI
KUZEY KAFKASYA CUMHURİYETİ VE SONRASI [1]
M.AYDIN TURAN
Araştırmacı Yazar M.Aydın Turan'ın, 18 Mayıs 2004 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen "Dünden Yarına Kafkasya" isimli konferansı
Öncelikle hepinizi selamlıyorum. Böylesine önemli bir platforma ev sahipliği yapma duyarlılığı ve inceliği gösterdiği için Boğaziçi Üniversitesi’ni ve organizatörlerini de yürekten kutluyorum. Türkiye’nin yakın çevresinde olmasına ve duygusal bağları bulunmasına rağmen, yaşadığımız topraklarda Kuzey Kafkasya, hala bir “masallar ve efsaneler ülkesi” olarak bilinmekte. Oysa Kafkasya, enteresan bir kültür alanı olduğu kadar, jeopolitik ve jeostratejik pozisyonu ile de son 300 yıllık tarihte önemli roller oynayan bir bölgedir. Dolayısıyla, yalnızca “Kaf Dağı efsaneleri”ne sıkıştırılamayacak özel bir coğrafyadır. Strateji uzmanları “Kuzey Kafkasya’ya hakim olan bir güç doğunun anahtarını elinde tutar. Bu güç hem Orta Asya’ya hakim vaziyete gelir, hem de güney coğrafyasını tehdit eder” şeklindeki analizleri ile bölgeyi bir “anahtar” olarak değerlendirir.
Böylesi bir ehemniyet, Kuzey Kafkasya’yı hassas alan haline getirdiği gibi, bu toprakların tarihi üzerinde de etkili olmuştur. XVI. yüzyıldan bugüne dek uzanan süreç de aslında bunun ifadesidir. “Dünden Yarına Kafkasya” başlıklı konferanslar dizisinde, benim konu başlığım, XX. yüzyılın ilk çeyreğinde kurulan “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”. Bu kısa ömürlü yapının düşünsel arkaplanı, oluşumu ve sonrası üzerine sizlere kısa bir anlatım gerçekleştireceğim.
Benden önceki konuşmacılar, değerli Grigoriantz ve Özden Kuzey Kafkasya sürgününe kadarki dönemi çarpıcı biçimde işlediler. Gerçekten de 1864 senesi, bizler için önemli kırılma noktasıdır… Çünkü, uzun süreli savaşlarda en güzel nesillerini kaybeden bir coğrafya, nüfusunun yaklaşık 1.5 milyonluk kısmını da sürgünle yitirmiştir. Böylelikle sömürgeci güç, ülkeyi daha rahat kolonize edebilmiştir. Günümüze dek gelen ve Kuzey Kafkasya halkları açısından hiç iç açıcı olmayan uzun erimli tablonun başlangıcı Kafkas-Rus savaşları ile Büyük Sürgün’dür. Bunların sonucunda ortaya “parçalanmış bir Kuzey Kafkasya dünyası” çıkmış, demografik handikaplar belirmiş, değişik sosyo-kültürel ve siyasal atmosferlerde kültürel aşınmalar, dil kayıpları, coğrafya ve tarih bilincinde kaymalar ortaya çıkmıştır.
XX.Yüzyıl Başlarında Kuzey Kafkasya
Kuzey Kafkasya, 1864-1917 arasında Rusya’nın “yamalı bohçası”nda kültürel varlığını korumaya çalışarak gündelik yaşamın sorunlarıyla boğuşmuştur. Büyük ölçüde sislerin ardında bulunan bu dönemin genel karakteristiğinde kaybedilmiş bir savaşın, parçalanmanın, ezikliğin psikolojisi ile davranış biçimleri hakimdir. Toynbee’nin “zelotçu tavır” dediği, içe kapanarak kendini koruma güdüsü Kafkasya’ya hakim olmuştur. Geleneksel kabile hayatının dar döngüsü ile sosyal değişim süreci; asimilasyona uğrarken modern, farklı düşünce kaynakları ve usluplarına ulaşılması gibi karmaşık süreçler bu coğrafyada da izlenmiştir.
XX.yüzyıl başlarında Kuzey Kafkasya’da “geleneksel” kesimler ağırlığını koruyordu. Doğu bölgelerinde kitlelerin etkin liderliğini yüklenen tarikatler Rus olan her şeye ve işbirlikçilere karşı uzlaşmaz tavır sergilemekte ısrarlı davranıyordu. Yakın geçmişte sömürgecilik karşıtı mücadelenin en sert çekirdeğini oluşturan sufi organizasyonlar İslam dünyasındaki benzerlerinden hayli farklılık gösteriyordu. İslam dünyasının bir çok yerinde içe dönük birer “terbiye müessesesi” görünümü veren tarikatler Kuzey Kafkasya’da "asketik" karakter göstermekten uzak halde politik ağırlık kazanabilmişti. Bu kesimin belirgin özelliği, XIX. asırdaki geleneğe bütünüyle sadakat gösterip, yerleşik ve muhkem edilmiş bir anlayışla örgütlenmeleri idi. Kendisi de bir din adamı olup, "müslüman komünist" kimliğiyle siyasal gelişmelere kendi perspektifinden ışık tutan iki önemli etüd bırakan sabık Dağıstan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Necmettin Samurski tarafından bile övgüyle anılan "ulusal özgürlük savunucusu” sufi önderlerin ünü uzak bölgelere kadar yayılmıştı.
Diğer tarafta, doğum sancıları XX. yüzyılın eşiğinde başlayan Kuzey Kafkasya intelligansiyası, Rus eğitim kurumlarında, kendilerine hükmedenlerin çocuklarıyla birlikte okumuş neslin arasından çıkmıştı. Yerlilerle sömürgeciler arasında “yakınlaşma” sağlanması, hakim kültür ve imparatorluk ideolojisinin benimsetilmesi amacına yönelik İlminsky'in projesinden onlar da fazlasıyla nasiplenmişti. Hemen hepsi Moskova ve Petersburg gibi köklü Rus üniversitelerinde öğrenimlerini sürdüren orta sınıf ailelere mensup Kuzey Kafkasyalı öğrenciler, kendi topraklarından uzaklarda merkezi gücün ne olduğunu, göreli modern müesseselerin nasıl işlediğini, baskı mekanizmalarının arkaplanlarını, siyasal otoriteye sistematik karşı duruş biçimlerini öğrenmişlerdi. Farklı siyasal düşüncelerle karşılaştıkları bu okullar onlara değişik bir dünyanın kapılarını aralamıştı. İlginç biçimde, pek çoğu, hegamonyal unsur Rusların "inoradets" (yabancı) statüsü verdiği halklarının "kanun önünde eşitlik" özlemini yansıtırcasına hukuk fakültelerini tercih ediyordu. Doğal olarak, gelişme süreçleri bakımından çağdaşlarından farklılık gösteren bu küçük topluluk "geleneksel çevre"nin dışında yer alıyor ve Rusya sahasındaki siyasal hareketlere entegre olarak farklı ittifaklarda bulunmaktan kaçınmıyordu.
Dikkate değer bir isim olan Wassan Giray Cabağı, yüzyılın ilk çeyreğindeki atmosferi değerlendirirken "çarlık devrinin istibdat rejiminin, genç aydınlar arasında sosyal meselelere alakayı artırdığını" söyleyecek ve "Bunun neticesi olarak sosyal araştırmalar ve meseleler liberalizme, demokrasiye doğru yol açmıştı. Rusya'da % 50 nisbetindeki Rus olmayan mahkum milletler ise milli istiklallerini çar idaresinin çözülmesine bağlamışlardı. Rus olmayan halkın milli medeniyet sahasında kalkınma ümitleri Çar rejiminin yıkılmasına bağlı olduğundan Rus ihtilalcileriyle işbirliği yapmak mecburiyetindeydiler. Bu yüzden milli istiklal gayelerini açığa vuramadıklarından medeni ve dini muhtariyet gibi kısa gayeli bir hedefle iktifa etmeyi uygun gördüler" diyecektir.
Bununla birlikte, XX. yüzyılın başlarında bile modern siyasal akımların hiç biri, genel görüntüyü farklılaştıracak şekilde Kuzey Kafkasya'da köklenemeyecek; "çağdaş siyasal kültür ve düşünceler", Batı marksizminin iki önemli ismi Otto Bauer ve Karl Renner'in fikirlerinde izlendiği gibi ancak dolaylı kanallardan ulaşabilecekti. Şubat 1917 öncesinde, sert çekirdekli sufi yapılanışlarla, yeni kuşakların dağınık düşünceleri arasında uzlaşmazlıklar ortaya çıkmakta gecikmemekle beraber, Kuzey Kafkasya platformunda bu eksende yaşanan gerilimler henüz dışa vurulmuyordu. Rus imparatorluğu’nun çöküşü ise “taktik ittifaklar”a zemin hazırlayan bir gelişmeydi. I. Dünya Savaşı’nın öncesinde Kuzey Kafkasya’ya hakim olan atmosfer kısaca bu şekildeydi. 1905’te Rus-Japon savaşının şaşırtıcı biçimde Rusya’nın aleyhine sonuçlanması mahkum milletleri uyanışa sevkedecek ve merkezi yönetime karşı ortak mücadele platformu oluşturulmasını hızlandıracaktır. 1905’te daha fazla hak ve özgürlük taleplerinin seslendirilmesi, legal-illegal insiyatiflerin boy atması, yenilmez sanılan bir büyük gücün yediği darbeden güç almaktadır. Böylesi bir ortamda büyük kentlerde olsun, periferide olsun, hızla ortaya çıkan dernekler, siyasal teşekküller Rus hanedanını “parlamenter monarşi” deneyimine zorlamıştır. “Duma” denilen dönemin parlamentolarında, nisbi özgürlük içinde farklı talepler dile getirilmeye başlanmıştır.
Ne var ki, ilk dünya savaşında Rus İmparatorluğu dağıldığında siyasal tecrübe, bir çok ezilen halk gibi Kuzey Kafkasyalılar açısından da azdı. Üniversite eğitimi görmek üzere Petersburg ve Moskova gibi kentlere giden genç kuşaklar, politize olmanın avantajı ile bir gelecek kurgusuna ve projesine kısmen de olsa sahiptiler… Otto Bauer ile Karl Renner gibi Avusturyalı Marksistlerin “ulusal sorun”a yaklaşımı onlar için hayli ufuk açıcıydı.
1917 Şubatında Rus ihtilali patlak verdiğinde geniş kitlelerin tavırları edilgendi. Hemen her yerde izlendiği gibi, Kuzey Kafkasya’da da kesin bağımsızlık opsiyonu henüz seslendirilmiyor; “federal bir devlet içinde temsil edilmek” ya da “ulusal-kültürel hakların maksimize olduğu modern bir yapı içinde bulunmak” gibi alternatifler konuşuluyordu. Zaten Rusya Müslümanları içinde güçlü iki akım mevcuttu. Tatar ticaret burjuvazisi ve Azerbaycan’ın yerel sanayi kesimi, liberal, İslamcı veya Türkbirlikçi ya da sosyalist aydınların rağbet ettiği bu akımların izleri milli bölgelerde de vardı:
(1) Demokratik, birleşmiş, merkezci olmayan parlamenter bir Rus Cumhuriyeti’nde ulusal özgürlük ve topraklar ötesi kültürel bağımsızlık içinde yaşamı formülleyen “ünitarist” akım…
(2) Yine homojen görüntüden uzak ve yaklaşık benzer kesitler tarafından savunulan ve territoryal esaslarda merkezi Rusya’ya bağlı yaşamı öngören “federalist” akım.
Çarlığın çöküşü Kuzey Kafkasya sahasında da aydın kadrolar tarafından ilgiyle takip edilmiştir. Bu kadrolar önlerine olağanüstü fırsat çıktığını algılamış, ülkelerinin kilit pozisyonunu değerlendirerek çıkarları azamileştirme gayretine girişmiştir. Kendi kaderini eline alacak bir Kuzey Kafkasya yolundaki ilk adım Mart 1917’de küçük çaplı bir toplantı ile başlayacak ve Mayıs 1918’de Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin ilanına ulaşacaktır.
Ne var ki, bu süreç sancısız değildir. Dünya-bölge konjonktürü açısından, ittifaklar sistemi açısından, iç eğilimler açısından ele alındığında son derece sıkıntılıdır. Siyasi harita paylaşım kavgası içinde şekillenmekte; dağılan imparatorluklar sömürgelerini yitirmeme arzusuyla yapılaşmaya çalışmakta; bütünüyle pragmatik gerekçelerle ittifaklar oluşmakta; iç aktörler de bu manzaraya uygun tarzda saflarını belirlemektedir. Kuzey Kafkasya’nın yakın dönem tarihine iz bırakan iç ve dış koşullar, bunlardan muaf olmamıştır.
Ülke içinde tıpkı bugün izlendiği gibi, sömürge gücü ile işbirliği içinde bulunan yerel unsurlar, nötr kalarak yaşamını idame ettirme gayreti sergileyen kitleler, yeni bir dünya kurmak isteyen idealist ulusalcı unsurlar aynı coğrafyada yer almıştır. Dönemin Kuzey Kafkasya’daki aktörleri kategorik olarak 5 grupta toplanıyordu. Liberal Milliyetçiler (Wassan-Giray Jabağı gibi sözcüleri bulunan küçük bir entelektüel topluluk teşkil eden liberal milliyetçiler gevşek yapılı organizasyona sahipti), Sosyal-Demokratlar (Ahmet Tsalıkattı önderliğinde, Rusya Müslümanları arasında da etkin, organizasyon yeteneğine sahip aktif grup), İslami Çevreler (Necmeddin Gotinski ve Uzun Hacı gibi dinsel otoritelerce yönetilen ve toplumsal desteği güçlü aktörler), Monarşistler (Çoğunluğunu eski Çarlık subaylarının teşkil ettiği ve karmaşa dönemi boyunca Beyazların safında bulunuyorlardı), Bolşevikler (Celal Korkmazov, Mahaç Ali Dahadayev gibi kararlı liderleri bulunan ancak Kuzey Kafkasya’da toplumsal derinliği bulunmayan küçük bir odak).
Ne var ki, dönemin Kuzey Kafkasyasında zihni planda güç kazanacak eğilim “ulusalcı yaklaşımlar”dır. Yarım asırlık sömürge yaşantısı sonrasında bu hiç şaşırtıcı değildir. 1917 baharından itibaren “bütün hakimiyeti kayıtsız şartsız ele alma” iradesi ve kararlılığını gösteren kadrolar, kısa dönemde Rus iç savaşının bir parçası haline getirilen ülkelerinde, yüksek bir idealin bayraktarlığını yapacaklardır. Şubat ihtilali sonrasında kurulan geçici hükümetlerin tutarsız politikalarına paralel halde “milli bağımsızlık” tezi güç kazanacak ve dramatik koşullarda eş zamanlı olarak modern bir “devlet” oluşumu izlenecektir. Bu oluşumda genelde Kuzey Kafkasya’nın orta sınıflarına mensup, dünyaya açık, birkaç dile hakim liberal milliyetçiler, sosyal demokratlar, menşevikler ve geleneksel islami cemaatlerin yanısıra; Osmanlı bürokratik-askeri sisteminde ve siyasal hayatındaki Kuzey Kafkasya diasporası da “Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti”, “Şimali Kafkasya Cemiyeti”, “Kafkasya Komitesi” gibi teşekkülleri ile rol alacaktır.
“Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”nin temel referanslarını ise karmaşa ortamında toplanan iki kongrede alınan kararlar oluşturacaktır. “I. Kuzey Kafkasya Kongresi” (Terekkale / 1-9 Mayıs 1917) ve “II. Kuzey Kafkasya Kongresi” (Andi / 18 Eylül 1917). Karadeniz ve Hazar arasında siyasal birlik oluşturulduğunu ortaya koyan ilk kongrede, ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal sorunlarına ilişkin raporlar ele alınarak geçici yürütme işlevine sahip “Kuzey Kafkasya Merkez Komitesi” seçilmiştir.
Nihai bildirgeye yansımasına göre, “devrimin getirdiği özgürlükleri güçlendirmeyi, demokrasi ilkelerini hayata geçirmeyi, politik, milli, kültürel kazanımları korumayı ve Kuzey Kafkasya halklarının birliğini” ön plana alacak geçici yönetim daha kapsamlı hareketlerin de odağı haline gelecektir.
Bu şekilde acı tecrübelerle dolu yaşamdan saygın ve müreffeh bir hayat tarzına yönelişi; sömürgecilerin “parçala-böl-yönet” zihniyetine hayır diyen iradeyi temsil eden bu kongre, ülkeyi önce “egemenliğe”, daha sonra da “bağımsızlığa” sevk eden süreci başlatacaktır. Bu aynı zamanda Kuzey Kafkasyalıların zihniyet dünyasındaki büyük değişimin de ifadesidir. 18 Eylül 1917’de 1500 delegenin katılımıyla Andi’de toplanan “II. Kuzey Kafkasya Kongresi” ise, bağımsızlık projesinin çok daha açık biçimde seslendirilmesinden ibarettir.
“Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”nin zihni koordinatlarını algılamayı kolaylaştıracak sonuç bildirgesi her yönüyle 20. yüzyılın ulus-devletlerinin temel argümanlarını içermektedir. “Devlet”, yaygın ilmi ve hukuksal anlayışa göre, “bir kanuna göre yönetilen bir halk ya da millettir.” Ve bu tanım gereği, “kanun” tüm vatandaşları ayırım yapmadan “tek hukuk kaideleri”ne bağlar ve “modern devlet” üç unsurla ortaya çıkar. (Bir halk / millet), (Devlet iktidarını temsil eden organlar ve hükümet), (Ayrımsız uygulanacak tüm kanunlar).
Farklı etno-linguistik varlıklarına rağmen Kuzey Kafkasyalıların bir “millet” oluşturdukları tezi bu kongrenin sonuç bildirgesinin ilk maddesinde yer alan “Kuzey Kafkasya halkları politik bir birlik oluşturur” kaydı dikkat çekicidir. Modern milletlerin oluşumunda “irade ve kabulleniş” gibi önemli faktörlere işaret eden yaklaşım artık masal ülkesinde de yankı bulmuştur. “Ortak değerler” ve “ortak geçmiş”in yanı sıra, “geleceğe” birlikte yürümeyi sağlayacak “hür irade” modern Kuzey Kafkasya ulusunun konsepti olarak belirlenmiştir. Kurucu unsurların projeksiyonunda, kan bağı, etnik temel ve linguistik unsurların yerine, ülkeye “vatandaşlık bağı ile mensubiyet” önplana çıkarılmakta; etnik taleplere karşı panzehir oluşturulmakta ve “mikro milliyetçilik” tehlikesine karşı kuşatıcı bir kavram ortaya konulmaktadır. Elbette bu yaklaşım, farklılıkları yadsımamaksızın, bağımsız, modern bir devletin kendi vatandaşları ile anayasal düzeyde “kontrat”ını belirlemektedir. Federatif esaslarda oluşturulacak yeni devletin bünyesindeki bütün unsurların “tam bir otonomi”ye sahip olacaklarına ilişkin madde bu hususun bir ifadesi olmuştur.
“Temsil olgusu” ve “parlamenter yapı” üzerine olan 3. madde, ülkede “iki meclis esası”nı öngörerek, demokratik-çoğulcu sistemde yönetimin belirlenmesini uygun bulmuştur. “Milletin egemenliği ilkesi” gereği, genel nüfusunun her 30 bini tarafından seçilecek 1’er temsilciden oluşan “Millet Meclisi” ve her otonom unsur tarafından belirlenecek 2’şer temsilcinin katılımıyla oluşacak “senato” parlamenter rejimin ayaklarını oluşturacaktır. “Yasama”, “yürütme” ve “yargı”dan ibaret güçlerin ayırımı ile genel kurgusu tamamlanan “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”nin yasama organları kendi içinden bir “Yürütme Kurulu”, bu kurul da kendi içinden bir “başkan” seçecek (Madde 4); anayasanın korunması, yasaların, yönetsel ve yargısal işlerin anayasaya uygunluğunun denetlenmesi noktasında ise “Yüksek Denetleme Kurulu” görev yapacaktır. Kongre katılımcılarından birinin ifade ettiği gibi, “tüm bu kararlar hayat felsefesi, gelenek-görenek ve ortak menfaatler bakımından bir millet halinde birleşen ve kaynaşan Kuzey Kafkasyalılar için hür ve mutlu bir geleceğin kurulmasına yönelik”olacaktır.
Nihayet, eski Rusya sahnesinin 1917 sonunda Bolşevik İhtilali ile tekrar karışmasıyla Kuzey Kafkasya, kendi rotasını belirleme çabasını hızlandırmıştır. Merkezi Rusya’da Şubat 1917-Ekim 1917 arasında süren iktidar mücadelesinin Troçki'nin sürüklediği darbeyle bolşevikler lehine neticelenmesi “demokratik Rusya” düşünün de iflası demekti. Bu noktada “Kuzey Kafkasya Merkez Komitesi” daha önce açıkladığı "federal bir yapılanma içindeki Rusya'ya katılma" kararını geçersiz saydığını, kesin hatlarıyla Rusya'dan ayrılacağını deklere ediyordu. Dönem içinde aktif roller yüklenen Kosok’un ifadesine göre, “devrimin sosyal, ekonomik ve tarımsal sorunlarda düzenli gelişiminin Kuzey Kafkasya'nın acı veren problemlerine çözüm getirebileceği”ne yönelik beklentilerin boşa çıkması üzerine yeni rota belirlenmişti. Dağılan Rusya’da beyaz ve kızılordunun çevre bölgeleri de kana bulayan eylemleri de bunu gerekli kılıyordu. 1918 baharında başta Transkafkasya oluşumları olmak üzere, uluslararası platformlarda destek arayışına başlanmış; tarihsel yakınlık duyulan Osmanlı yönetimi ile temasa geçilmişti.
“Kuzey Kafkasya Merkez Komitesi” temsilcileri kanalıyla yürütülen bu çalışmalar, diasporanın da desteğiyle 11 Mayıs 1918’de ulusal bağımsızlığın ilanı ile tamamlanacaktır. “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”nin bağımsızlığı Mayıs ve Eylül 1917 kongrelerinde alınan kararlar doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Mayıs 1918’de Kafkasya sahasında bunu takiben Gürcistan (26 Mayıs) Azerbaycan ve Ermenistan da (28 Mayıs) bağımsızlık ilan edecektir. 165.000 m2’lik coğrafyaya ve yaklaşık 4 milyon nüfusa sahip olan “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”nin sınırları, Rusya’ya dahil edildiği dönemdeki tarihsel coğrafyası esas alınarak belirlenmiş; güney sınırları meselesi komşu devletlerle yapılacak anlaşmalara bırakılmıştı. Dağıstan, Terek, Stavropol ve Kuban olmak üzere 4 idari bölgeye ayrılan devletin başkenti ise Vladikavkaz idi.
Osmanlı hükümeti hemen tanıdığı “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”ne Haziran 1918 başında imzalanan dostluk ve yardım anlaşması çerçevesinde siyasal ve askeri yardım sağlamaya koyuldu. Çoğunluğu Kuzey Kafkasya göçmenlerinden oluşan 77 subay ve çeşitli rütbedeki 500 askerden oluşan bir askeri kuvvet Kuzey Kafkasya’ya gönderildi. İsmail Berkok komutasındaki kuvvetler, genç ülkenin askeri yapılanması konusunda destek sağlıyordu.
Tüm bu aktiviteler, Merkezi Rusya’da iktidarı ele geçiren Bolşevikler tarafından endişeye izleniyordu. Kuzey Kafkasya'nın bağımsızlığını ilân etmesi, kendisini sabık Rusya imparatorluğu’nun bütün arazisinin yasal varisi sayan yeni rejim tarafından şiddetle protesto ediliyordu. Kafkasya bölgesinin bütünü, stratejik ve ekonomik önemi dolayısıyla birçok farklı çıkarın çatışma alanı halinde idi. Petrol bölgelerine hakimiyet, ticaret yollarının denetimi, güvenlik problemleri, Ortadoğu’nun kontrolü gibi kompleks bileşimler İngiltere, Almanya, Fransa, Osmanlı, dağılan Rusya’nın iktidar oyuncuları gibi aktörleri bölgeye çekiyordu.
Almanya-Osmanlı örneğinde olduğu gibi, aynı ittifak içinde yer alan ülkeler bile Kafkasya politikalarında farklı davranış sergileyebiliyordu. Bu da bölgenin yeni devletlerini daha kaygan zeminde hareket etmeye zorlamaktaydı.İngilizlerce desteklenen Beyazordu’nun Bolşeviklere karşı harekatı sırasında taktik hatalarla Kafkasya’da cephe açması, hem Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, hem de kendileri için dramatik sonuçlar doğuracaktır. 1918-1919 döneminde son derece yıpratıcı olan bu kavgada maddi donanım eksikliği ile kıvranan genç cumhuriyet ciddi darbeler alacaktır. Bu ise, Rus iç savaşında üstünlük sağlayan bolşeviklerin işini kolaylaştırmıştır. Çarlık döneminin mülki teşkilatını dağıtmasına rağmen planlanan reformları gerçekleştiremeyen Kuzey Kafkasya’nın bu kritik döneminde İslamcı, liberal milliyetçi, sosyal demokrat kanatlar, aralarındaki düşünsel farklılıkları bırakarak yaşam mücadelesini ortak cephede sürdürmüşlerdir.
Beyaz kuvvetlerin bozgununu takiben, Kızıl Ordu'nun işgaline uğrayan cumhuriyetin yeniden yapılandırılması çırpınan bu kadrolar, çok daha fazla güce sahip rakiplere yenilmekten kurtulamayacaktır. Kafkasya sahasındaki son direniş noktası Gürcistan'ın da 1921’de bolşevik denetimine girmesiyle “milli bağımsızlık” peşindeki kadrolar doğup büyüdükleri topraklardan başka iklimlere savrulacaktır. Kısa süreli bağımsızlıktan sonra, 1921 başlarında Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlığı önemli bir kesintiye uğramıştır. Siyasal gözlemciler bu neticenin iç ve dış faktörlerin toplamıyla ortaya çıktığı konusunda fikir birliği içindedir:
1.Sömürgeler üzerinde uzun dönemli siyasal-kültürel baskılarla oluşan bilinç ve organizasyon eksikliği
2.Ulusal kadroların ortak politika ve program oluşturma konusundaki yetersizlikleri
3.Uluslararası konjonktürdeki dalgalanmalar ve farklılaşan ittifak sistemleri
4.Askeri deneyim ve güçten mahrumiyet.
Nihayetinde “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti” de bu faktörlerin etkisi altında kısa dönemli bir yaşam sergileyebilecektir. Bununla birlikte, bağımsızlık ideali ve rüyası yok olmamıştır.
KUZEY KAFKASYA BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİNDE DİASPORANIN ROLÜ
Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlığı düşüncesi ironik biçimde, Çarlığın çöküşü öncesi diaspora kesimince dile getirilmiştir. Osmanlı topraklarında 1908 ve sonrası koşullarında yabana atılamayacak düşünceleriyle sosyal yapının reformasyonu önerisini seslendiren “Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti”, bağımsız Kafkasya düşüncesinin merkezinde bulunmaktadır. Kurucu ve üyeleri arasında dönemin asker/bürokrat, yazar, hukukçu, doktor vs. tabakasına mensup bir çok tanınmış sima bulunun bu cemiyet, Kuzey Kafkasya dillerinin yazıya aktarılarak kitaplar basılması, anavatana eğitimciler gönderilerek okullar açılması, tarıma dayalı ekonomiye yeni teknik ve teknolojilerin montelenmesi, küçük sanayi işletmelerinin hedeflenmesi, merkantil hayatın inşası gibi Kafkasya ile alakalandırılan projeler demetiyle yakından ilgileniyordu.
ÇTİC ve ardılı olan kuruluşlar “bağımsız Kuzey Kafkasya” düşüncesini uluslararası zeminlere çekmekte oldukça başarılı gözükmüşlerdi. Diasporanın politik çalışmalarında Ayan Azası Müşir Fuad Paşa kilit isimdi. Bunların Kafkasya'nın siyasi geleceğine ilişkin girişimleri, I. Dünya Savaşı sırasındaki dünya ve bölge dengelerindeki farklılaşmalar, Osmanlı siyasetindeki eğilimler ve “geleneksel” Türk-Rus çekişmesi merkezinde belirginleşmekteydi. Daha 1914 Ağustos'unda Enver Paşa, Müşir Fuad onun kanalıyla Kuzey Kafkasya'da Rusya'ya karşı hareket organize etmek düşüncesindeydi. Kısa çalışma dönemini takiben dağılan “Kafkasya Komitesi” İttifak devletleri nezdinde girişimlere başlamıştı. Ocak 1916’da Müşir Fuad Paşa'nın başkanlığındaki bir heyet “Kafkas halkının dayanılmaz durumunu ve Rusya'nın boyunduruğundan kurtulma arzuları” çerçevesinde Rusya'dan bağımsız, dört devletten müteşekkil “Kafkasya Konfederasyonu” projesi ile ilgili maddi-manevi destek talep eden bir memorandumu Berlin ve Viyana hükümetlerine sunmuştu. Bu taleplere Alman ve Avusturya-Macaristan hükümetleri “sempati”lerini dile getirmekle yetinmiştir. Yine Kuzey Kafkasyalı simalarca oluşturulan “Türkiye'deki Kuzey Kafkasya Siyasi Göçmenleri Komitesi" "III. Milliyetler Konferansı"nda (27-29 Haziran 1916-Lozan) Rusya'nın iç ve dış politikalarını eleştirerek, “sadece Kafkasya'nın Rusya'dan ayrılmasını değil”, “müstakil Kafkasya'nın ileride siyasi idare şeklini" de ele alıyor ve “konfederasyon düşüncesini" öne sürüyordu.
Kuzey Kafkasya diasporası yaklaşık yarım asırdır uzak kaldıkları anavatanlarının bağımsızlık sürecinde başta siyasal destek olmak üzere ellerindeki tüm olanakları seferber etmiştir. Diasporanın siyasal organizasyonu kimliğindeki “Şimali Kafkasya Cemiyeti” kamuoyu ve politik destek sağlama noktalarında Kuzey Kafkasya delegasyonlarına yardımcı olmuş, oluşturdukları çalışma gruplarını seferber etmiştir. Osmanlı imparatorluğu’nun çökmesi sürecinde ise, bu çalışmalar bazı batı merkezlerine kaydırılacaktır. Kuzey Kafkasya’nın devletleşme sürecinde diasporanın bilinç ve birikimi, anavatan siyasilerine yol gösterici olmuştur. Bu bakımdan, dünyaya daha açık ve politize grupların rolleri de dikkat çekicidir.
SİYASİ EMİGRASYON VE 1945’E DEK GERÇEKLEŞTİRİLEN FAALİYETLER
Biraz önce de vurguladığımız gibi, Sovyet hegamonyasının başlamasıyla, Kuzey Kafkasyalı ulusalcı kadroların önemli bir bölümü anavatanlarından ayrılmak zorunda kalmıştır. Şubat 1917-Ekim 1917 arasında “demokratik bir Rusya cumhuriyeti” düşünün iflasından sonra daha net ifade edebildikleri politik tercihlerinin akamete uğramasıyla bambaşka iklimlere savruluyordu. “Milli bağımsızlık” rüyası dramatik biçimde kesintiye uğramıştı. Hareket içinde yeralan ya da eklemlenenlerin hiç biri yeni otoriteye boyun eğmeye niyetli değildi. İktidar koltuğuna kurulanlar da onlarla birlikte yaşamaya hevesli gözükmüyordu. 1921 baharına dek Kuzey Kafkasya sahnesinden ayrılan “liberal milliyetçi” ve “sosyal demokrat” eğilimlere sahip siyasi mültecilerin serüveninde bu gerçek önemli yer tutmuştu. Buna karşılık, özellikle Kuzey Kafkasya’nın doğu kesimlerde destek sağlamakta hiçbir zaman zorlanmayan İslami kadrolar doğdukları topraklarda kalarak uzun süre yeni rejime kafa tutmayı sürdürecektir.
Belirsizlik duygusuna sahip göçmenlerin uzandıkları en yakın coğrafya kuşkusuz ki Türk toprakları idi. Birçok ülkedeki çetin pasaport mevzuatı, seyahat giderlerinin yüksekliği ve nihayet mültecilerin ulaşabilecekleri en yakın ve en emin büyük merkez olması İstanbul’daki yığılmayı açıklayabiliyordu.
Kuzey Kafkasya yazınında politik olmayan mültecilere ilişkin ancak satır aralarına serpili duran bilgilerin varlığı, kitlesel büyüklüğünden haberdar olmadığımız Kuzey Kafkasya emigrasyonuna ilişkin söylenebilecekleri de oldukça sınırlamaktadır. 1864 sürgünü ile Osmanlı topraklarına yerleşen unsurlar tarafından kurulan teşekküllerin, mesela “Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti” yeni göçmenlere yardım sağlıyordu. Ancak, İttihat ve Terakki hükümetinin çöküşü ve akabinde müttefiklerin 13 Kasım 1918'de “de facto” olarak İstanbul'un işgali, sadece Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlık çabalarındaki dış desteği geriletmekle kalmayacak, diaspora kuruluşlarının gelir kaynaklarını ve çalışmalarını önemli ölçüde daraltacaktır. Örneğin, üyelerinin büyük kısmı İttihadçı kadrolar arasında ya da yakınında yer alan “Şimali Kafkas Cemiyeti”, mütareke sonrasında “siyasetle uğraşmayan” bir görünüm almasına rağmen, Damat Ferid hükümetinin baskısı ve İngiliz komutanlığına İttihadçıların propoganda kolu olduğuna dair bilgi aktarılması üzerine, cemiyetin Beyoğlu'ndaki merkezi 21 Haziran 1919'de basılarak kapatılacaktı.
Kuzey Kafkasyalı politik çevrelerin çalışmaları kuşkusuz ki, bu gelişmelerden fazlasıyla etkileniyordu. “Tarihsel dost” olarak algılanan Osmanlı İmparatorluğu da çağdaşı diğer imparatorluklar gibi trajik yol ayırımına gelmişti. İtilaf devletlerinin istilasına karşı Anadolu’da başlatılan kurtuluş hareketi ise, yalıtılmışlık içinde ciddi siyasi ve askeri destek sorunları ile karşı karşıya kalırken, sabık İttihat ve Terakki’nin çizgisinden hayli farklı politikalar takip edecektir. Ortak tehdit ve düşman paydasında bolşeviklerle geliştirdiği ilişki Kafkasya bölgesindeki “bağımsızlık” taraflısı siyasiler için oldukça hayal kırıcı idi. Anadolu hareketinin lider kadrosu, gereksinim duyulan politik-maddi destek sağlanabilmesi için, genç sovyet rejimini gücendirmeme politikası takip ederek Kafkaslardaki “anti-bolşevik” devletçiklere sıcak bakmıyor ve onları İtilaf kuvvetlerinin “kuklası” olarak görüyordu.
Nitekim 14 Ağustos 1920'de B.M.M.’de durum değerlendirmesi yapan Mustafa Kemal bolşeviklerle sürdürülen yakın ilişki çerçevesinde Kızılordu'nun Kuzey Kafkasya ve Azerbaycan'da başarı sağlayabildiğini söyleyecektir: “1 Ağustos tarihinde Rus Bolşevik Hükümeti'nin Kızılordusuyla, Büyük Millet Meclisi Ordusu Nahçivan'da birbirileriyle nesnel olarak birleşmiş oldu. Oraya giden kuvvetlerimiz, Kızıl kuvvetler tarafından özel tören ve saygılarla kabul edilmişlerdir. Burada birleşen iki hükümet kuvvetleri, öteki kuvvetler gelinceye kadar orada ortak tedbirler almakta bugün dahi devam etmektedirler”.
Buna karşılık siyasi mülteciler “Sovyetleştirilmiş” Kuzey Kafkasya'nın geçici bir olgu olduğunu düşünerek işin ucunu bırakmamaya kararlı görünmüşlerdi.
21 Mart 1921’de 16 maddeden oluşan “Türk-Sovyet Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması” imzalandı. Bu anlaşmada taraflar “Sovyet yurttaşlarının Türkiye’de veya Türkiye’ninkileri Sovyet topraklarında yıkıcı propoganda yapmasını engelleyecek önlemleri alma konusunda uzlaştılar. Ayrıca kendi topraklarında, diğer tarafın ülkesinde hükümet rolüne soyunmaya kalkacak grupların oluşumuna izin vermeme üzerinde de anlaşıldı”. Dengeleri oturmamış Türkiye'nin, politik mültecilere pek sıcak bakmaması, birçoğunun Avrupa'ya yerleşmesine yol açacak, o günün koşullarında Fransa, Polonya ve Çekoslovakya birer çekim merkezi olacaktı.
Sovyet hegamonyasının kurulmasıyla ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan kadrolar, başta Paris, Prag ve Varşova’da oluşturdukları siyasi merkezlerle bu ideali seslendirmeyi sürdürmüşler ve günümüze de ulaşan değerli çalışmalar gerçekleştirmiştir. Kuzey Kafkasya’nın kendi kaderini belirlemesi yolunda çaba sarfeden siyasiler II. Dünya Savaşı’na kadar geniş cepheli teşekküllerde arayışlarını sürdürmüşlerdir. Said Şamil öncülüğünde kurulan Varşova merkezli “Kafkasya Dağlıları Halk Partisi” ve eski Dışişleri Bakanı Haydar Bammat önderliğindeki Paris’te odaklanan “Kavkaz” grupları disiplinli tarzda hem mülteci dünyasına, hem diasporaya, hem anavatan Kuzey Kafkasya’ya, hem de milletlerarası kuruluşlara yönelik aktiviteler sergilemişleyeceklerdir.
Dünya Savaşı sonrası oluşan statüko koşullarında anti-sovyetik karakterli bu çalışmalar, kaybedilen bağımsızlığın kazanılmasına yol açmadıysa da, düşünsel zemin beslenmiş; istila altındaki Kafkasya’daki bir çok bilinmeyen hadise bu gruplar kanalıyla dünyaya duyurulmuştur.
SOVYET DÖNEMİNDE KUZEY KAFKASYA
Sovyet dönemi Kafkasya’sı ise, sömürgecilik altındaki yeni bir safhadır. Birçok yönü ile Kuzey Kafkasya için yıpratıcı olmuştur. Sovyet milliyetler politikasının laboratuarı haline getirilen ülke “parçala-yönet” anlayışı içinde kontrol edildi ve ideolojik formasyonla şekillendirildi.
İdari Düzenlemeler Altında Parçalama Politikası
Sovyet otoriteleri, daha sonra birçok kez yapacakları yönetsel-idari düzenlemelerin ilkini Ocak 1921’de (20 Ocak 1921) gerçekleştirdi. Kuzey Kafkasya “Dağlılar Otonom Cumhuriyeti” (Kabardey, Çeçen, İnguş, Çerkes, Karaçay, Balkarlar) ve “Dağıstan Otonom Cumhuriyeti” (nüfusunun kalabalık kısmını Avarlar, Lezgiler oluşturduğu irili ufaklı Dağıstan toplulukları) olmak üzere ikiye parçalandı. Bundan sonra da, kısmen 1936 anayasası ile stabil hale gelen, ancak II. Dünya Savaşı sırasında Çeçen-İnguş, Karaçay-Çerkes bölgelerinin ilgasına varan bir dizi idari düzenleme yapıldı. Sovyetlerin çöküşüne kadar parçalanmış Kuzey Kafkasya varlığı korundu.
Fiziksel Tahribat ve Soykırım
Sovyet dönemin başlangıcından 1945’e kadar rejime karşı değişik bölgelerde, kesikli direnişler gerçekleştiriliyordu. Örneğin; 1925’e kadar özellikle Kafkasya’nın doğu kesimlerinde dağlarda silahlı mukavemet grupları yok edildi. 1920’li yılların sonunda özel mülkiyet ve kırsal kesimlere yönelik “kollektivizasyon” müthiş direnişle karşılandı. 1930 Şubat-Martında direniş komitelerinin mücadelesi, 3.000 kişinin kurşuna dizilmesi ve 17.000 kişinin iç bölgelere sürülmesiyle bastırıldı. II. Dünya Savaşı içinde, rejimi tasviye edip bağımsızlığı sağlamaya yönelik teşebbüs dramatik biçimde neticelendi. Stalin’in emriyle 23-24 Şubat 1944’de sayıları yarım milyonu bulan bir kitle Sibirya’ya sürüldü. Bunların % 20'si kötü hava koşulları ve açlıktan öldü. Özgür dünyanın ancak iki yıl sonra Kruşçev’in ağzından öğrenebildiği bu örtülü soykırım, yalnız fiziksel ve maddi kayıplarla sınırlı kalmayıp entellektüel birikimi ve de kültürel değerleri aşındırdı.
Kültürel Eliminasyon
Başlangıçta tüm halkların kültürel ve inanç dünyalarına yönelik pozitif vaadlerde bulunan Sovyet otoriteleri, rejimin yerleşmesi ile politika değişikliğine yöneldi. Sisteme karşı ciddi direniş gösteren kesimlere sert tavır takındı, dinsel mekanlar kapatıldı, liderleri tavsiye edildi. Latin alfabesi ile başlayan süreçler 1930’lu yılların sonunda krile dönüştürüldü. Böylelikle farklı bir etki alanı hakim oldu. Monolitik bir dünya oluşturulmasında taraflı basın-yayın ciddi biçimde kullanıldı. Rus literatürü Kuzey Kafkasya dillerinde yapılan yayınların %55’ine hakim kılındı. Örneğin, sadece Kuzey Kafkasya dilleri ile 1946-1960 arasında basılan 7.558 adet yayının %59’u “başka bir dilden çeviri” idi (4.474 adet). Bu çevirilerin 4.125 adedini Rusçadan aktarılan kitaplar oluşturuyordu. 1970’e geldiğinde Kuzey Kafkasya dillerinde yayınlanan 60 adet gazetenin, ortalama tiraji 271.000 adetti. (Kişi başına ortalama tiraj: 0,08). Bu manzara altında birçok yerel dil kaybolduğu gibi, dil erozyonu da gerçekleşmiştir.
SONUÇ
1989’da Sovyet imparatorluğu'nun, dolayısıyla iki kutuplu dünya düzeninin çöküşü ile bir “altınçağ masalı” son bulmuştur. Tıpkı 1917’de olduğu gibi Kuzey Kafkasya halklarının önüne bir fırsat alanı çıkmıştır. Uluslararası hukuk alanında meşruluk zeminine sahip bağımsızlık çabaları 1990’lı yıllarda da bu coğrafyada boy atmıştır. Tarihsel Kuzey Kafkasya’nın parçası olan Abhazya ve Çeçenistan’da yoğunlaşan bu eğilimler, Kuzey Kafkasya halklarının sivil organizasyonu olan “Kafkasya Halkları Konfederasyonu” tarafından güçlü biçimde desteklenmiştir.
Yeniden yapılanan Rusya’nın merkeziyetçi eğilimleri ve yakın dönem politikaları dikkate alındığında, sömürgeci imparatorluk geleneğinin Kuzey Kafkasya halkları için tehdit oluşturduğu gözlenmektedir. Orta dönemde daha da artacak bu tehdidin bölge halklarının varlığı üzerinde negatif etkileri olacağı açıktır.
Kuzey Kafkasya, tüm trajik geçmişine ve halen taşıdığı gerilimlere rağmen, kendi geleceğini belirleyebilmeye adaydır. Ağır politik parçalanmışlık sürecine karşılık kolektif hafızasında ortak tarihi geçmişi, ortak kültürel kodları barındırmaktadır. Merkezi Rus yönetimi tarafından desteklenen “yerel etno-politik elitin” baskıcı uygulamalarına rağmen, yakın geçmişte “Kafkasya Halkları Konfederasyonu” örneğinde izlendiği gibi, kendi özgür geleceği için iradesini şu ya da bu şekilde ortaya koyma potansiyeli taşımaktadır.
Önümüzdeki ekonomik, dilsel, kültürel göstergeler, birilerinin “arka bahçe”si olarak kaldıkça Kafkasya’nın ciddi bir tehlike altında olduğunu ifade etmektedir. Kendini bir “federasyon” olarak tanımlasa da, Rus merkezi otoritesi bütün politik manevralarıyla “üniter bir yapı” oluşturma gayreti içindedir. Sovyet sonrası dönemde izlenen bu süreç Kuzey Kafkasya’yı aynı tehdit mekanizmasıyla karşı karşıya bırakmaktadır. Ve aynı tehdide maruz kalanlar ortak tavır ve politika geliştirmek durumundadır. Rusya çok uluslu imparatorlukların kaderini yaşamaktan kurtulamayacak ve yapısal nedenlerle dağılacaktır. Bu dağılma sürecinde, 1918’de kurulan “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”nin referansları ile yeni bir yapının kurulması sürpriz olmamalıdır. Bu yapı, dünyaya yayılmış durumdaki geniş bir diaspora için de müthiş bir çekim merkezi olacaktır.
Konfederasyon görünümlü federasyon tipi siyasi sisteme İsviçre Anayasası mükemmel bir kaynaktır. Farklı dillere sahip Kuzey Kafkasya halklarının oluşturacağı her devlet iç hakimiyetine ve bir anayasaya sahip olarak Federal Meclis (parlamento), Federal Konsey (hükümet) ve Federal Mahkeme gibi temel organizmalarıyla bu birliğin içinde yer alacaktır.
Demokratik bir hukuk devleti nosyonu ile oluşturulabilecek Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan gibi Transkafkasya ülkelerinin olduğu kadar; kültürel, coğrafi ve etnik bağları olduğu Türkiye’nin daimi müttefiki olarak da önemli roller yüklenecektir.Kafkasya potansiyel olarak ekonomik açıdan zengin bir bölgedir. Uygun koşullarda, bu bölgenin insanları ticaret, endüstri ve tarıma dayalı kalkınmayı başarabilecek yeteneklere sahiptir. Özellikle petrol ve madencilik başta olmak üzere, Kafkasya kaynakları harekete geçirilerek ekonomik ivme sağlanabilir. Karadeniz ve Hazar Denizi'ne uygun çıkış yerlerinin bulunduğu bölge, transit ticaret için çok iyi bir konuma sahiptir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum...
[1] "Dünden Yarına Kafkasya", Konferans, Boğaziçi Üniversitesi, 18 Mayıs 2004, İstanbul.