YOLUMUZU AYDINLATANLAR [1]

 

Samsun Birleşik Kafkasya Derneği Haber Bülteni Abreklerin Günlüğü için araştırmacı yazar M.Aydın Turan ile yapılmış söyleşi - Kasım 1998

 

 

Janberk: 1864 “Büyük Sürgün”ü ile Kafkasya şiddetli bir deprem ile sarsıldı. Bu dönem Kafkas tarihinde bir kırlıma noktasıdır. Anavatan ve diaspora şeklinde iki ana kütleye ayrılan Kafkasyalılar bu süreçte nasıl bir kriz ile karşılaştılar? Tespitleriniz nelerdir?

Aydın TURAN: 1864 adeta bir simge haline gelmiş durumda… Bu tarih belki bir kırılma noktası olabilir ama Kuzey Kafkasyalıların miladı değildir… Ağlama duvarları oluşturmak, hatalı yerde takılı durmaya yol açabilir… Bugün ve yaşanacak zamana karşı da hassasiyet göstermek gerek…

1864-1917 dönemi büyük ölçüde sislerin ardındadır… Kaybedilmiş bir savaşın, parçalanmanın, ezikliğin psikolojisi ve davranış biçimi hâkim… 1877-1878'deki Abhazya, Dağıstan ve Çeçenistan ayaklanması haricinde ciddi bir fiziki direniş yok... Zelotçu bir tavırla, varoluşu sağlama çabası hâkim… Bir taraftan kabile hayatının dar döngüsü sürerken, öte taraftan sosyal değişim sürecinin hız kazanması; asimilasyona uğrarken düşünce kaynakları ve üslubuna ulaşılması gibi karmaşık bir süreçten bahsedilebilir.

 

Janberk: 1918'de ilan edilen “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti” bu karmaşa içinde mi oluştu?

Aydın TURAN: Etaplara dikkat etmek koşuluyla, evet... Yarım asrı biraz aşan bir akışta, siyasallaşma sürecini yoğun biçimde yaşayan küçük topluluklar da oluştu. Rus İmparatorluğu'nun “inoradets”, yani “yabancı” olarak tanımladığı sömürge halkları hep “ikinci sınıf” “vatandaş” oldu… Yüksek öğrenim görmek üzere Petersburg’a, Moskova’ya, İstanbul’a ya da Avrupa’ya giden genç kuşaklar çok daha fazla politize oldular… Bir gelecek kurgusuna ve projesine sahip olanlar bu kuşaklardı.

1917 Şubatında ihtilal patlak verdiğinde kesin bağımsızlık opsiyonu henüz ortalarda yoktu. En büyük düşleri hukuk karşısında eşitliği yakalamak, federal bir devlet içinde temsil edilmek ya da ulusal kültürel haklarının maksimize olduğu bir devlet dahilinde bulunmak gibi alternatifler vardı…

Geçici hükümetlerin tutarsız politikaları karşısında “milli bağımsızlık” tezi güç kazandı. Elbette o dönemde de değişik ittifaklar, siyasal eğilimler söz konusuydu... “1. Kuzey Kafkasya Genel Kongresi”nde kamuoyunun eğilimi “bağımsızlık” opsiyonunu gösterdi ve “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”nin ilanına dek uzanan vetirenin önü açıldı.

 

Janberk: 1918 Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti dönemi İntelijansiyamızda bir “üvey evlat muamelesi” görüyor. (Hâlbuki artı ve eksileriyle bu dönem iyi bir tecrübedir) Bu negatif tavrın sebebi nedir? Bu çalkantılı dönem hakkında sizin görüşleriniz nelerdir?

Aydın TURAN: Bu hiç bir zaman bizim sorunumuz olmadı... Zelotçu bir psikoloji ile 1917'ye gelen Kafkasya'nın bütün kesimlerinin sert dönüşümlere hazır olmadığı söylenebilir. Ama şunu unutmamak lazımdır ki, yüzyılımızın ilk çeyreğinde, bir gelecek iradesinin gerçek anlamda ortaya koyulduğu tek tarihi an 1918'in karmaşa ortamıdır.

Elbette Gudermes’deki, Nalçik'teki, Maykop'taki ya da Terekkale’deki vatandaşın “devletleşme sürecindeki rolünün, dünyanın diğer yerlerindeki benzerlerinden farklı olduğu söylenemez. Nihayetinde her “devletleşme” hadisesinin öncüleri ve kurucuları vardır. Bakınız Lenin’in partisi halkın desteğine mi sahipti? Bırakınız halkı, bir proleter partisi iddiasına rağmen, üye profili itibariyle “işçi sınıfı”ndan bile uzaktı ve “Kurucu Meclis” seçimlerinde aldıkları oy topu topu 9 milyondu. Merkezi Rusya'da dahi destek bulamayan Bolşeviklerin, Kafkasya gibi bir yerde halktan destek sağlaması mümkün değildi. Ne Kuzey Kafkasya'da, ne Gürcistan'da, ne Azerbaycan’da ne de Ermenistan’da Bolşevik hareket hiç bir toplumsal zemine sahip değildi… Ama bu ülkelerde, yerli bağımsızlıkçılar daima güçlüydü. Üstelik bu kadrolar çoğunlukla Liberal Milliyetçi, Sosyal Demokrat ya da Menşevik eğilimler sergiliyordu. Bolşevikler gibi jakoben de değildiler. Ne var ki maddi donanımdaki eksiklikleri, politik deneyimsizlikler ve konjonktürel koşullar yüzünden toparlanma olanağı olmadı. Önce beyaz orduların, daha sonra da Kızılordu’nun çizmeleri bütün Kafkasya’yı çiğnedi.

 

Janberk: Türkiye'de 1951'den itibaren başlayan Kafkas dernekleri tecrübesi bugün hangi noktadadır?

Aydın TURAN: Çoğulcu parlamenter sistemle “dernekleşme” serüveni de başladı. İlk olarak İstanbul'da, şimdi “Birleşik Kafkasya Derneği” unvanını alan dernek kuruldu. Bu, kurucularının portreleri dikkate alındığında siyasal bir çizgi ortaya koyabilen ilk ve tek dernekti. Said Şamil, Namitok, Kosok, Cabağı, Besolt, Erel, Sunç muazzam bir bilgi ve tecrübenin simgeleriydi.

Ne var ki bunlar Pınarbaşı’nda, Göksun’da, Düzce’de gündelik hayatını idame ettirme derdindeki toprağa bağlı kitleler için hiçbir şey ifade etmiyordu. Taşra dernekleri; taşraya özgü işlevleri yüklendiler. Kognitif yapıları ancak buna müsaitti ve daha fazlasını yapamazlardı. Gelenekleri idame ettirme, folklorik öğeleri yaşatma gibi muhafazakâr bir yaklaşım söz konusuydu.

Metropol derneklerinden birçoğu da uzun süre köyle kent arasındaki nesillerin birer “getto”su ya da “araf”takilerin mekânı oldu. Genelde zihinsel yeteneklerimizle at başı giden bir serüvenin izlerini görmek mümkün...

 

Janberk: Dernekleşme serüveni Osmanlı dönemi cemiyetlerinin devamı sayılabilir mi?

Aydın TURAN: Böyle bir şey diyemeyiz. 1908’de kurulan “Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti” Osmanlı sistemi içinde ilk kuruluş olmasının yanı sıra değişik siyasal eğilimleri barındıran, asla homojen olmayan bir yapıydı. Aynı döneme ait diğer cemiyetlerde bu karakterdedir. Ama asıl vurgulanması gereken yön, belirgin bir biçimde, standart insan tipinin haricinde, geleneksel cemiyet anlayışının dışında, reformcu, projeci tarafıdır. ll. Meşrutiyet sonrasında ortaya konulan program ve hedeflerin bugün bile aktüel olması dikkat çekicidir. Fikri derinlik bakımından da, aynı şey söylenebilir.

Cumhuriyet dönemi derneklerinin Osmanlı dönemi cemiyetlerinin devamı olduğu niye söylenemez? Koşullar farklıdır, atmosfer farklıdır, insan hamuru farklıdır. Bir ikisi hariç derneklerin düşünce geleneği ne yazık ki oluşmamıştır. Daha ziyade kırsal değerlere sadakat göstermekle, ne “bilgi çağı” yakalanabilmiştir, ne de yirmi birinci yüzyılın perspektifleri kavranabilecektir.

 

Janberk: Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Aydın TURAN: 1989, Sovyet İmparatorluğu’nun, dolayısıyla iki kutuplu dünya düzeninin çöktüğü tarih. Bu atomizasyon dolayısıyla bazıları muazzam düş kırıklığına uğradı. Altın çağ masalı sona erdi. Elbette bu bizim dramımız değil…

1920’lerde, 1930’larda, 1940’larda Kuzey Kafkasya gerçek dramlarla sarsılmıştı. Soykırım, kişiliksizleştirme, kültürden arındırılma, tarihinin çarpıtılması gibi bir dizi operasyona maruz kalan Kuzey Kafkasya'nın dramını düşünürüz, müsebbiplerinkini değil... Sovyetlerin çöküşü, hiç bir rejimin ebedi olamayacağı gerçeğinin parçası.

 

Janberk: Kafkasya'da 1989'dan sonra yaşanan süreci yorumlayabilir misiniz?

Aydın TURAN: Kuzey Kafkasya, “sömürgeleştirilmiş” bir coğrafya olarak 1989’a geldi. Herkesin öyle ya da böyle etkilendiği süreçlerden geçti. Depolitize kitleleriyle, yetersiz zihni donanımıyla, üretmekten çok tüketmeye meyyal insanıyla, sübvanse ekonomisiyle, güvensizliğiyle, ama her şeyden çok siyasal ufuksuzluğuyla bu noktaya geldi.

Yakın geçmişinin gerçeklerinden habersiz, geleceği projelendiren gruplardan yoksun halde yeni yüzyılı karşılıyor. Belki, yanlış olsa da bunların yaşanması gerekliydi. Ders çıkarılabildiyse, bu da tecrübeleri zenginleştirmiştir. Çift kutuplu dünya düzeni çökerken bazı avantajlar sağlanabilirdi.

Mesela Abhazya, tutarsız tezler ve zamanlama hatalarıyla bu noktaya geldi. 1989’da yıkılan imparatorluğa dahil olma arzusu gibi bir ufuksuzluğa sahipti. Oysa aynı dönemde “bağımsızlık” opsiyonunun uluslararası alanda kabul görme şansı daha kuvvetliydi. Ne yazık ki, bu şans yanlış noktalara endekslenerek harcandı. Sıcak çatışma durumunda, herhalde 1992'den daha büyük kayıplar verilmezdi.

Kısmen hazırlıklı olan Çeçenlerin yüksek bedel ödeyerek geldikleri noktada siyasal kazanım çok daha fazladır. Tabii, bu lirik bir yön…

Ama “mikro milliyetçilik”, “mikro devletçilik” anlayışının şaşırtıcı şekilde rağbet bulması, tehlike çanlarının çaldığı anlamına geliyor… Bu Kafkasya'nın bütünü için son derece tehlikeli... Rusya’nın manipülasyonu son derece sinsi şekilde sürüyor.

 

Janberk: Şu andaki Kuzey Kafkasya diaspora için bir model teşkil ediyor mu?

Aydın TURAN: Verili durum dikkate alındığında, birçok konuda model teşkil etmiyor. Hatta tam tersi olduğu söylenebilir… Diaspora yoğun bir çözülüş sürecinden geçmesine rağmen, daha donanımlı ve perspektifli... Modern dünyanın sorunlarını çözebilme yeteneği daha yüksek... Sermaye ve bilgi birikimi Kafkasya'ya göre çok fazla... Potansiyelin bir program çerçevesinde harekete geçirilmesi mümkün… Kafkasya’nın üretim anlayışı, dış dünyayı ve geleceği kavrayışı henüz yetersiz. Yetersizliklerin model teşkil etmesi düşünülemez.

 

Janberk: Gelecek hakkında neler söyleyebiliriz?

Aydın TURAN: Kehanet sınırlarında dolaşmayalım. Geleceğin ne olacağı bilinebilseydi, ideallerin ve çabaların anlamı kalır mıydı? Onun için belki genel hatlarıyla ütopyalardan ya da projelerden bahsetmek daha doğru olur.

Şunu unutmamak gerekir: “Aslında, tehlikenin kaynağı, tehdidi savuran güçte değil; büyük ölçüde, kendini ona yem olarak sunun taraftadır”. Yani içinde bulunduğumuz durumun sebebi olarak kendimizi de görmeliyiz.

Şimdi sormamız gereken soru şudur: 21. Yüzyıla girerken ufuk açacak zeminleri oluşturmaya mı çalışacağız, yoksa “sosyal hastalıklarımızı yüceltip vurdumduymaz tavırlarımıza devam mı edeceğiz?

Önümüzdeki devasa problemler, ne iki yüzyıl öncesinin sosyo-politik normlarıyla, ne ekonomik zihniyetiyle ne de toplumsal organizasyon modelleriyle çözümlenebilecek problemler değildir… Hiç kimse, bir gelecek tahayyül ederken, arkaik kalıplarından medet umamaz.

Evet, öyle ya da böyle ortada kaybedilmiş bir dünya var. Zamansal açıdan “geçmiş”, yaşanmış ve orada kalmıştır. Bugüne olan etkileriyle de uzaklarda kalmıştır. Oralarda dolaşırken anılar dünyasını cazibesinde duramayız.

Kuzey Kafkasya’yı doğu-batı arasında köprü konumundaki geniş coğrafya olarak tanımlamak, hatadır. Bizim ütopyamızda: Kuzey Kafkasya tek başına coğrafi bir birimin adı değil; iktisadi, tarihi ve kültürel birikimin kendisi olmak durumundadır. Hedeflerimizi ayarlarken esas almamız gereken kriter de budur.

Kafkasya’nın jeopolitik ve jeostratejik önemi büyük bir bölge oluşu, bunun önemine varmış kadroları gerekli kılar. Primativ zihniyeti değil. Birçok çıkarım çarpıştığı yerlerde güçlü pazarlıkçılarla menfaatler azamileştirilebilir.

Bizim düşüncelerimizdeki 21. yüzyılın ülkesi; ayakları üzerinde durabilen, iktisadi bakımdan muhtaç olmayan, kendi dinamiklerini harekete geçirerek kaynaklarını rasyonel biçimde kullanan, insanların yetenek ve kuvvetini atıl kaynakların işlenmesine yönlendirerek ekonomik gelişmesinde ciddi mesafeler almış bir refah ülkesidir. İç huzura kavuşmuş, üreten ve servetini değerlendiren bir ülke demektir. Çevresinde gücü ve saygınlığı bir ülke demektir. Bu saptamak zorundayız. Yoksa gelecek asırda tarih sahnesinden silinmekten kurtulamayız.

 

Janberk: Kuzey Kafkasya’ya nasıl destek sağlanabilir?

Aydın TURAN: Hiç kimseye, hiçbir gruba kayıtsız şartsız destek söz konusu olamaz. Belli kriterler çerçevesinde ancak belli noktalara destek sağlanabilir. Orada çıkan her ses doğru ve samimi değildir. Gücümüzü ve desteğimizi, elbet düşünce ve pratiklerimize yakın olanlara, bizlerle benzer kaygıları taşıyanlara, bizlerle yaklaşık hedeflere odaklananlara verebiliriz. Yoksa ütopyamızın örtüşmediği, söylemlerimizin zıt olduğu kişi ya da gruplara değil… Oyunun içinde kalabilmenin kuralları budur. Olağanüstü koşullarda, sadece koşulların gereği yapılır.

 

Janberk: Açıklamalarınız için bültenimiz adına teşekkür ederiz.

M. Aydın TURAN: Ben de teşekkür ederim.

 

[1] Abreklerin Günlüğü, Birleşik Kafkasya Derneği Haber Bülteni,
Söyleşiyi Hazırlayan: Janberk (M. Halil ERTUĞ) Yıl: 1, Sayı: 11, sf:2, Kasım 1998, Samsun.

© KKC 100. Yıl