ĞUÁŞÖĖ RUSLAN VE “CESURLARIN SİLAHSIZ DİRENİŞİ”

Ğuáşöė Ruslan’ın tarihi Çerkesya topraklarından Kıyı Boyu Şapsığ bölgesindeki köyü Şekhec’ey (Kiçmay)’de 11 Eylül 2017 Pazartesi günü süresiz açlık grevine başladığının haberini sosyal medya ortamlarında okuduğumda, hemen Hind özgürlük hareketini “cesurların silahsız direnişi” olarak tanımlayan Gandhi, bu hareketin en çarpıcı ismi Badşah Han(Abdülgaffar Han) ve Peştunlar (Patanlar) aklıma geldi. Tabii modern “Sivil İtaatsizlik”in ilk teorisyeni ve eylemcisi Thoreau’yu da bu vesile ile tekrar hatırlamış olduk. Thoreau, Gandhi’ye ilham kaynağı olduğu gibi Tolstoy ve Martin Luther King gibi önemli isimler de Thoreau'nun düşüncelerinden ve eserlerinden ilham almışlardır.

Thoreau, bir buçuk dolar tutan seçim vergisini o zamanki hükümetin tutumunu beğenmediği için ödemeyi reddetmiş ve bu yüzden hapse atılmış, bir günlük hapisten sonra (kız kardeşi kendisinin haberi olmadan vergiyi ödediği için sadece bir gün hapishanede yatmıştır.) Civil Disobedience ( Sivil İtaatsizlik) adlı makalesini kaleme almıştı. Ğuáşöė Ruslan’da çok haksız bir mahkeme kararı ile para cezasına çaptırılmasına bir sivil itaatsizlik eylemi ile karşılık verdi. Ğuáşöė Ruslan, süresiz açlık grevi eylemi ile Kuzey Kafkasya’da pek alışık olmadığımız yeni bir yolu açmış bulunuyor. “Cesurların Silahsız Direnişi” sözü de eylemine çok uyuyor ve bizim tüm ezberlerimizi de tamamen bozuyor.

Bu onurlu eylemin açtığı yeni yol üzerinde pek çok düşünmemiz ve tartışmamız lazım. Kuzey Kafkasya’nın son 300 yıllık tarihini karakterize eden zorbalığa, esarete ve işgale karşı silahlı direniş mücadelesi içinde belki yüzlerce muharebe kazandık ama sonuçta savaşları kaybettik. Neden yüzlerce muharebe kazandığımız halde savaşları hep kaybediyoruz sorusuna askeri, ekonomik, sosyo-politik ve jeo-stratejik açılardan birçok cevaplar verilebilir. Bütün bunları yeniden tartışabiliriz ama şunu unutmamamız lazım ki karşımızdaki düşman, dünya tarihindeki onlarca benzer örneğinde olduğu gibi, çıkarlarını, emperyal düşlerini, sadece ve sadece kaba güçle, şiddetle ve onun en çok kullanılan aracı olan askeri güçle çözmeye alışmış zorba bir devlettir. Rusya [federasyonu(!)], bir devlet geleneği olarak haleflerinden devraldığı bu yöntemi hiçbir evrensel etik kural ve dini-ahlaki akide tanımadan sürdürmektedir. Bundan sonra da böyle devam edeceği aşikârdır. Çünkü bu yöntemden her zaman sonuç aldığını gayet iyi bilmektedir.

Kurallarını ve senaryosunu düşmanımızın oluşturduğu ve bizim de zoraki içinde rol aldığımız bu çirkin, acımasız ve yok edici “oyun”dan mutlaka sıyrılmalıyız. Rahmetli Kalmuk Yura’nın rahmetli Covkhar Duda(yev)’i de ikna ederek zorba ve kanlı bir savaşı engelleme çabalarına karşı, Kremlindeki savaş baronlarının Çeçenya’yı kan ve gözyaşına boğması ve 250 bin kardeşimizin yok edilmesi hala gözlerimizin önünde.

Rus gizli servislerinin planlı provokasyonları sonucu, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nin başkenti Nalçik’te, 13 Ekim 2005 tarihinde başlayıp birkaç gün süren talihsiz olaylar ve kaybettiğimiz onlarca genç, şiddete ve zorbalığa karşı şiddetle karşılık verme yönteminin sadece bizi tükettiğinin hepimiz farkındayız herhalde.

Kuzey Kafkasya’nın ve diasporalarının zorbalığa, hukuksuzluğa, keyfiliğe, despotizme ve esarete karşı mücadelesinin ana ekseni “Sivil İtaatsizlik” olamaz mı? “Sivil İtaatsizlik” yöntemleri ile direnme; vatanımızı işgal altında tutan zorba gücün emperyal geleneğine ve sorunlarını çözme reflekslerini dumura uğratabilecek potansiyele sahiptir.

“Sivil İtaatsizlik”, bizim özel dünyamıza, tarihsel tecrübelerimize ve sosyolojik yapımıza uygun olup olmadığı, dünyadaki benzer örneklerin Kuzey Kafkasya’ya uyarlanabilirliği, önümüzde tartışılabilir bakir, geniş bir alandır.

Düşmanımızı ancak kendi oyun kurallarımızla yenebiliriz. Bu kurallar nelerdir? Bilemiyorum. Ama dünya tarihindeki “Sivil İtaatsizlik” deneyimlerinin bize yeni bir “yol haritası” ve “oyun kuralları” gösterebileceğine inanıyorum.

“Sivil İtaatsizlik” kavramları ve yöntemleri hakkında birşeyler söylemek gerektiğinde iki sembol isim karşımıza çıkıyor. Biri Henry David Thoreau, diğeri de Mahatma Gandi.

“Siyasi hiçbir emel taşımayan ama sosyal meselelere kafa yoran, devlete karşı fert ve insanın toplumdaki yeri ile ilgili felsefi doktrinini geliştiren” Henry David Thoreau, “Sivil İtaatsizlik” fikrinin babası. Thoreau’nun “Sivil İtaatsizlik” adlı kitabı 1907 yılında Güney Afrika’da avukat olarak halkının savunması için pasif direnişin ne gibi faydalarının olacağını düşünen Gandhi’yi de oldukça etkilemiş. Gandhi, Thoreau için “Kendi şahsında verdiği örnekle köleliğin kaldırılmasına yol açtı” demektedir. Mahatma Gandi’nin özelde Hindistan’da, genelde de tüm dünyada bıraktığı derin etkiyi yeniden biz de tartışmalı ve yorumlamalıyız.

Mahatma Gandi’nin fikirlerinden çıkarabildiğim üç temel akide vardır. Bunlar; şiddete başvurmamak için sert pasif direniş. Güç odakları ile işbirliğinden kaçınmak ve adalete derin bağlılık ve Satyagraha: (Ruh kuvveti, gerçek sevgi ve yumuşaklıkla değen kuvvet)

Gandhi’ye göre önemli olan direnişçi sayısı değil acının saflığı, fedakârlığın temizliğidir. Yöntemi için ise şu savunmayı yapıyor: “Birkaç serseri için kanun çıkarmak tepki oluşturmaz. Fakat yanlış yapmamış, iyi tanınan kimseler bu kanunla hapse atılırsa sıkıntılar doğurur. Çok iyi örnekler kalabalıklar tarafından taklit edilir, ilgi çeker. Suçlanan insanlar ayıplanacak yerde tebrik edilir. Amerika’da Thoreau verdiği örnekle köleliğin kaldırılmasına yol açmıştır.”

Mahatma Gandi’nin gayretleri ile 1914 yılına kadar Güney Afrika’da dilekçe, uzlaşma, hakem koyma gibi yöntemlerle hükümetten birçok haklar alındı. Parmak izi kanunu, üç sterlin vergisi, evlilik geçerliliği, göç etme izni gibi yasal haklar elde edildi. Şikâyet kanunu, sorunların düzeltilmesi, adaletsizliğe karşı organize olmuş kitleler yoluyla pasif direnmeyi uygulayan Gandhi bir model oluşturdu. Ezilen halkın gücünü duyurmanın bir yolunu bulmuştu.

Psikolojik savaşta bir yöntem olan hasmında korku duygusu uyandırmak ve taraftarlarına cesaret vermek uygulamasını Hint kültür ve inanç sistemlerinden yararlanarak gerçekleştirdi. Halkın onay ve rızasını almayan despotlardan, halkın korkmamasını sağlamakla onların kuvvetinin ellerinden alınabileceğini göstermiş oldu...”

Gandhi’nin fikirleri hakkında Eknath Easwaran’da şöyle demektedir:

“...Gandi gibi birini daha önce ne İngilizler ne de Hintliler görmüştü. Bu bir Gujarati köylüsü gibi giyinmiş bir zamanların şık avukatı şimdi kendini çile çekmeye adamış dervişler kadar az yemek yiyor ve konuşmalarında alınması gereken sağlık önlemlerinden en az İngilizlerin sömürülerinden bahsettiği kadar bahsediyordu. Milyonlarca taraftarı olmasına karşın hiç kimse -ne Hintliler ve tabii ki ne de İngilizler- onu doğru anladıklarını iddia edemezlerdi.

Pek çok yanlış anlamanın kaynağı olan Gandi hareketinin can alıcı noktası kansız direniş düşüncesiydi. Sayısız konuşma ve makalesinde Gandi cesur ve devrimci yaklaşımıyla Hintlileri bu konuda aydınlattı. Şiddete başvurmamanın pasif bir eylem biçimi olmadığı konusunda ısrarlıydı. Şöyle diyordu: “Şiddetten uzak durma eyleminin dinamiği bilinçli bir şekilde acı çekmektir. Zalimin isteklerine kuzu kuzu teslim olmak demek değildir. Tüm ruhunuzla zorbanın iradesinin karşısına dikilmek demektir.”

“Pasif direniş” kelimesinden hoşlanmayan Gandi kendi ifadesini oluşturmuştu. Bu kelime satyagrahaydı. İfade “gerçek” anlamına gelen satya ile “güç” anlamına gelen agraha kelimelerinden oluşturulmuştu. “Gerçek,” diye açıklıyordu Gandi, “sevgiyi içerir ve güç de kudreti doğurur. Bu yüzden ben Hint hareketini satyagraha, yani, gerçekten ve sevgiden, bir başka deyişle şiddete yüz çevirmekten doğan güç olarak adlandırdım.”

Satyagraha zalime pasif bir şekilde teslim olmayı değil kişisel, toplumsal, ekonomik ve siyasi sömürüye dinamik bir şekilde karşı koymayı içeriyordu. Ancak hareket amacına ulaşmak için sevgi silahını kullanıyordu. “Satyagraha saf ve katışıksız manevi güçtür.” diyordu Gandi. Satyagrahayı uygulayan kimse ise, yani, bir satyagrahi, kendisini “boyun eğmez bir irade” ile acı çekmeyi kabullenme gücü ve de düşmanına acı çektirmeme kararlılığıyla donatmış olur. Gandi yazılarında şöyle diyordu: “Satyagraha düşmanları değil düşmanlıkları yok etmeyi amaçlar.” Ancak bu düşünce zorbalıklar ve sömürü karşısında asla boyun eğmemelidir.

Bu değerlendirmeleri yaparken unutmamamız gereken bir sembol isim daha var. Mahatma Gandi’nin yol arkadaşı Peştunların “Badşah Han” ı (şahların şahı).

Eknath Easwaran, Badşah Han’ı tanıttığı “İslam’ın Silahsız Askeri” (Sivil Direniş) adlı kitabını, Badşah Han’ın 1983’de kendisine gönderdiği mesajla başlatıyor. Şöyle diyor Badşah Han; “Günümüz dünyası nükleer silahların üretiminin yol açacağı bir felaketten ancak şiddet aleyhtarı bir tutum izleyerek kurtulabilir. Eğer kültür ve medeniyetin yeryüzünden silinmesini istemiyorsa dünyanın bugün Gandi’nin sevgi ve barış mesajlarına her zamankinden daha çok ihtiyacı var demektir.”

Sömürge altında bulunan halkların sömürgeci güce karşı silahlı mücadeleye girmeden, sadece pasif direniş göstererek, başarıya ulaşmasının tarihteki tek örneği belki de Hindistan’dır.

1900’lü yılların Hind yarımadası; dini, etnik ve sosyo-politik karmaşası ile Kuzey Kafkasya’yla birçok alanda benzeşmektedir. Hatta Badşah Han (Abdülgaffar Han) ve Peştunlar (Patanlar), çeşitli yönlerden şaşırtıcı derecede Kuzey Kafkas insanına benzemektedirler. Peştunların (Patanlar) Hindistan’ın özgürlük mücadelesindeki özgün yerleri, bizlere de birçok açıdan yol gösterici örnekler verebilir.

Gandhi’nin yakın arkadaşı olan Badşah Han, Kuzey Hindistan’da Peştunlarla benzer bir organizasyonu gerçekleştirdi. Peştun halkı sicillerinde yoğun şiddet olan, silahsız mücadeleyi bilmeyen bir topluluktu. Badşah Han, bu topluluktan yüz bin kişilik silahsız bir ordu ve örgüt oluşturdu. Bu insanlara adaletsizliğin karşısında silahsız durma cesaretini aşıladı, böylece de bir iç savaşı önledi.

Kur’an’ın Mekke döneminde inen ayetlerinde; insanlara sürekli sabırlı, tahammüllü olmaları tavsiye edilmekteydi. Badşah Han sürekli Mekke dönemi öğretisine gönderme yapıyordu. Müslümanların İslam’ın ilk yıllarında aşağılanmaya, en ağır eziyetlere ve işkencelere katlanmalarını, ama şiddete başvurmamalarını, beddua bile etmeyen İslam peygamberinin “Onlar bilmiyorlar ki” diyerek kendisine hakaret eden ve taş atanların hidayetleri için dua etmesini örnek gösteriyordu. Sabrın erdem olarak övülmesi gerektiği ve insan ve zafere götüreceği vurgusunu işliyordu.

Sabır kelimesini, kadere güler yüzle boyun eğme, nefsinden feragat etme, nefsine hâkim olma, hakikate sarılma, kin ve intikamdan sakınma, saldırı karşısında şikâyet etmeden mukavemet etmek olarak anlatıp arkadaşlarını ikna etti. “Sabır alınan ilk darbeden sonra kendini belli eder” hadis-i şerifi ve Hz. Ömer’in “Hayatımızın en güzel günlerini sabretmede bulduk” sözünü argümanlarında kullandı. Sömürge gücünün, şiddet dışı yollarla alt edilişinin tarihteki ilk örnekleri Hindistan’da verildi. İngilizlerle silahlı mücadeleye girmeden onları Hindistan ve Pakistan’dan uzaklaştırmayı başarmak bütün dünyanın dikkatini çekti.

Gandhi ile Badşah Han’ın ortak özellikleri şuydu: “Ne zaman karar alsalar, bu Allah’a teslim olan insanın aldığı bir karardır ve Allah kötülere asla kılavuzluk etmez” diyerek yollarına devam etmeleriydi.

Hayat felsefeleri; “Özgürlük davası her zaman haklı bir davadır ve esarete karşı girişilen savaş, her zaman asil bir savaştır, silahsız mücadele bizim yaşam biçimimizdir.” şeklinde özetlenebilir. Şiddet dolu yürekleri barışa yönlendiren bu iki lider, özgür geleceğin tohumlarını da atmışlardır.

Gandi’nin “Silahsız mücadele en iyi yol değildir. Silahsız mücadele tek yoldur” ve “şiddet daha fazla şiddeti körükler” sözleri bizim içinde temel referanslar olabilir.

Kuzey Kafkasya’da ve tüm mazlum coğrafyalarda silahsız direnişin seçkin özgürlük savaşçılarına ihtiyaç vardır. Bunun için eğitim şart tabi ki. Akla, kalbe ve iradeye yönelik zahmetli bir eğitime. Ayrıca inanç ve cesaret olmaksızın da bu başarılamaz. Bereket versin, her büyük dinde böyle bir eğitimin temelini oluşturacak güçlü ruhani öğretiler mevcuttur.

Zalime boyun eğmektense ölmeyi göze alan yiğit insan Ğuáşöė Ruslan’a selam olsun.

02.10.2017 / Samsun


Duğ Orhan DOĞBAY

© KKC 100. Yıl