11 MAYIS SÖNMEYEN ÜMİT 2 [1]
Fetgerey ŞÖENU
Şimali Kafkasyalılara istiklâl ve vahdet fırsatını veren 1917 ihtilâli idi. O tarihte imparatorluk, ihtiraslarının kemire kemire çürüttüğü temelinin yıkılmasıyla çökmüş, kendi zulmünün enkazı altında ezilmiş, her tarafından ateşle çevrilen bir akrep gibi kendi kendini de sokup öldürmüştü. Ne çare ki, eski zaman masallarında söylenen ejderhalar gibi, kanının damladığı yerlerden yeni ve ihtirasla dolu “Rusya”lar türüyordu. Kolçaklar, Denikinler, Vrangeller birbirini peyliyor, Leninciler ise hepsiyle birden dalamaya savaşıyorlardı.
Bu, bir badire idi ki teçhizatsız, teşkilatsız kupkuru imanlara, bütün salabetlerine, bütün coşkunluklarına rağmen yeni zincirler vuracak yahut yeni mezarlar kazacak idi. Kafkasya’nın servet ve mevkii ise, orda kökleşecek bir vahdetin düşmanlarca kabul edilemeyeceğini ilân ediyordu.
Ayrılmış zümreler, gaye ve maksatları gibi merkezi teşkilâtı da bir olmayan insanlar, onların hesabına çok uygundu. İstila, geç ve güç de olsa bu sayede başarılmıştı. Kuban ve Karadeniz havalisinin yüz binlerce sekenesi bu sayede gurbet illere kovulmuş ve onların yerine sürülerle aç Rus ve saldırgan Kazak yerleştirilmiş, ta eski devirlerden beri istilaya tecavüz âleti olarak kullanılan iskân siyaseti bu sayede zahmetsizce neticelendirilmişti. Bunların hepsi Şimali Kafkasyalıların elini ve ayağını bağlayıp eski çağların esirleri gibi taş değirmenlere koşmayı temin eden şeylerdi. Bundan ötürü ilân edilen birleşme, vahdet affedilemezdi. Düşmanlar mutlaka bunu sökmek ve imha etmek isterlerdi.
İşte, Şimali Kafkasya’da doğan altın ışıklı istiklal güneşine böyle yaman bir kasda burban olup yeniden küsufe uğramak mukadderdi. Şimali Kafkas Cumhuriyeti; yeni doğmuş bir çocuk gibi sendeleyip dururken, gafil Avrupa’nın dostluğuna nail olan Rus ihtirasının kabusları altında boğularak harap olacak, ebediyete intikal ettirilecekti. Ondan yalnız bir eser, bir iz kalacaktı: İstiklâl mabedinde, hürriyet mihrabında, Şimali Kafkasyalıların verdikleri son kurbanların vatan ufuklarında uçan tahrik ve teşvik sesleri...
Bu, böyle oldu. Genç cumhuriyet ve kutsi vahdet, canavar sürülerinin salgınına uğrayan yaylada kalmış bir kuzu gibi didik didik edildi. Fakat yeni şehitlerin eskilerle karışan sesleri, avazeleri o günden beri hâlâ vicdanların hürriyetinde çınlıyor ve her Şimali Kafkaslı, köyünün üst yamacındaki derenin uçurumlu kenarına çıkıp şöyle bir diklendiği zaman zindanın duvarlarını yıkıp kaçmış, hürriyetine koşan bir esir gibi çılgınca akan derenin çağlamalarında o sesin ahengini buluyor ve: “Vatandaş... Koyun gibi parçalanmamak için kurtların önünde kurt olmak gerektir” İkazını dinliyor ve “HAYATTA DUSTUR. YENMEMEK İÇİN YEMEKTİR. YEMEKTEN VAZGEÇECEK KADAR KALBİ ZAYIF İNSANLARIN NASİBİ MUTLAKA YENMEKTİR” Fısıltılarını da duyuyor. Eğer bunları duymayacak kadar kulakları paslanmış bir bahtsız bugün o dağlarda yaşıyorsa onun damarlarındaki kanın Kafkaslı kanı olmadığına ben yemin ederim. Hayır, hayır... Bu mümkün değildir. Yalçın şahikalarının bir kayasına kartal yuvası gibi yaslanmış köyünde, ocak başında dostları ile sohbete daldığı zaman o ocağın kıvır kıvır yanan ateşinin akislerini kendi içinde de yanar bulmayacak ve sohbetlerini o topraklardan yoğrulacak hürriyet heykelinin çamuru için damarlarını açıp kanını boşaltan uzak ve yakın dedelerinin gaza destanlarından başka bir mevzu seçecek Kafkaslı tasavvur edilemez. Onun maneviyatı hamaset tarihinin bir destanıdır. 100 - 150 sene sebil gibi, yurdun hürriyeti uğruna akan ecdat kanının kurduğu san ve şerefli tarihin sahibidirler. Eğer ruhunda bu imanın pırıltısını bulmayan, eğer varisi olduğu şerefli mazinin azametini istihfaf edenler varsa veyl onlara... Onlar Kafkasın yüz karasıdır. Allah’ın lanetinden korksunlar...
Nihayet Hazar Denizi’nden Karadeniz’e kadar Şimali Kafkasya’nın bütün imanlı insanlarına istiklal saadetini tattıran cumhuriyet, teşkili ile beraber an evvel Bolşevizm’in saldırısına uğramıştı. Bütün sosyal nizamları, bütün beşer mukaddesatını yıkmaya ahdeden bu rejim, ihtiras hususunda Çarlıkla at başı beraber yarışacak derecede AÇ idi. Kafkasya gibi madeni serveti, bedii güzelliği, zirai kabiliyeti, taktik ehemmiyeti hep bir arada toplayan bir diyardan olmaya tahammül gösteremeyeceğini izhar ediyordu.
Kendisini derin bir yoksulluğa atacak vaziyetin tahakkuk etmemesi için, ilk hamlede bal peteğine saldıran YABAN ARI’ları gibi Kafkasya’ya salgına ehemmiyet vermişti. Sihirli bir dil ile bir hamlede kendine bent ettiği gâfil Kazaklar da onunla beraberdi. 11 Mayıs’ta istiklal ilan edilirken, milli bayrak 54 senelik düşman bayrağının yerine çekilirken aynı zamanda ilerleyen ve para kuvveti sayesinde mantar gibi her gölgede türeyiveren Bolşeviklere karşı askeri hareketlerin şiddetlendirilmesi lüzumu da ilân ediliyordu. Kafkas ufukları gene kanla kızarmış, dumanla boğulmuştu. Yine 54 sene evvelki gibi hürriyete verilecek kurbanlar, Çerkeskalarının kol yenlerini koparıp atmışlardı. Fakat bu seferkiler yalnız istiklâlin değil, aynı zamanda ittihadın da kurbanları oluyorlardı.
Bu cenk ve savaş 11 Kasım 1918’e kadar altı ay devam etti. Şimali Kafkaslılar yer yer ateşlenen kundakları söndürdüler. Bolşevikleri bozdular. 11 Kasım’da, yani aynı gün her iki taraf bir mütareke akdi lüzumunda ittifak ettiler çünkü Sibirya cümudiyelerine gömülen Kolçak’ın bir eşi olan Denikin adında bir Çar bendesi buralarda türeyivermişti.
O zaman Kafkasya’da bulunan muzaffer Avrupa devletleri adına hareket eden bir İngiliz generalinin teminat ve tavsiyeleri neticesinde Şimali Kafkas Cumhuriyeti, Denikin ile Bolşeviklere karşı ittifak etti. Avrupalıların yardımı ile bir gönüllü ordu teşkili esastı. Denikin bu işlerle uğraşırken, Cumhuriyet yeniden Bolşeviklerle cenge koyuldu. 1919 Ocak ayı sonlarında milli İnguş kuvvetleri üç günlük kanlı muharebeden sonra Terekkale’yi (Vladikafkas) Bolşeviklerden temizledi.
Fakat meşum bir zafer oldu. Çar bendesi generalin ruhunu kavuran yaman ateşin alevlenmesini intaç etti. Onun maksadı Bolşeviklerle karşılaşmadan evvel Şimali Kafkas vahdetini kırmak idi. Bunu geçici bir yağmur telakki ettiği Bolşevizm’den daha tehlikeli görüyor, Çarlık siyasetine ve menfaatine zararlı buluyordu. General mayısta Grozni’ye kadar ilerledi. Girdiği yerlerde, masum kanlarından izler bırakarak geçiyordu. Bu sefer onunla da harp başladı. Genç Cumhuriyet ona karşı umumi bir seferberlik ilân etti. Ve Grozni’de o mağrur ve zalim Çar aşığını hezimete uğrattı. İngiliz mümessili yine müdahale etti ve bir mütareke akdettirdi. 23 gün sonra bütün ümitler fiskelenmiş sabun köpüğü balonları gibi hiç oluverdi. Avrupalı parasına, Avrupalı silâhına, Avrupalı yardımına dayanarak kendini toparlayan Denikin yeniden harekete geçti. Teklif edilen şey, Cumhuriyetin dağılması ve dağların Rus generali emrine verilmesi idi. Sanki büyük bir Iütufmuş gibi mahalli ve dağınık muhtariyetler kabul edileceği de bildiriliyordu.
Eski istismar siyasetinin parçalamak ve iskân politikalarını yeniden canlandırmayı hedef tutan bu teklifleri tabiatıyla ret edildi ve savaş tekrar başladı. İtisafata, zulümlere artık payan yoktu. İstibdadın, zulmün, kahrın hiç bir nev’ine tahammül edemeyecek ateşli bir ruhla ruhlanmış Şimali Kafkaslılar göğrediler. Çeçenya’da Şeyh Özni Hacı harekete geçti, maiyetindeki Lezgi, Çeçen, İnguş, Kabardey dilaverler ile zaferler temin edildi.
Diğer taraftan Dağıstan’da da Cmhuriyet Şeyhülislâmı Ali Hacı Akuçi’nin idare ettiği bir kuvvet, Gönüllü Orduyu perişan bir halde Şamilkale’ye (Petrovsk) kadar sürdü, kovaladı. Bu, Bolşevikler hesabına beklenmeyen bir nimetti. İstifadede tereddüt etmediler. Avrupalıların Çar âşıklarına aldanıp iğfal ettikleri Cumhuriyeti hemen tanıyıverdiler. Fakat içeri girince milliyetçileri idam sehpalarında, düşmanları olan Çarcılarla karşı karşıya asmaktan geri durmadılar. Onların da Şimali Kafkas’a karşı tatbik edeceği siyasetin Denikin siyasetinden başka bir şey olmayacağını yavaş yavaş gösterdiler...
Özni Hacılar, Ali Hacı Akuçiler, İmam Necmettinler, Şeyh Cemalettinler yeni baştan cephe değiştirdiler ve hep Bolşevikler aleyhine harbe koyuldular. Dedelerinin elinden kendi ellerine miras kalan kırık kılıçları, cetlerinin göğsünden kendi göğüslerine intikal eden taşkın imanları ile dağ başlarına uçtular. Kartallar gibi, şahinler gibi iki düşmanın ikisine birden akınlara başladılar. Geçen asrın şanlı, şerefli tarihi saltanatlarına yeni kahramanlıklar kaydettiren akınlara daldılar. Hayatını kurtarmaya, selametini temin etmeye ant içtikleri hürriyet ve istiklâl yoluna kan ve canlarını heder etmeyi namus borcu bilen bütün dağlılar yeniden kayaları, ormanları mesken edindiler. Bu bir avuç mücahidin yalın kılıcı, milli umdeleri aylarla, hatta senelerle savundu, korudu. Çarlık ve onun hortlakları hep serap olup kayıplara karıştı. Neye yarar ki yıllarla hasretine yanılan Şimali Kafkas Cumhuriyeti de onlarla beraber parçalandı.11 Mayıs 1918’in muazzam milli tezahürü bir güneş gibi doğdu, nur verdi ve bir güneş gibi battı, zulmete yer verdi ve bu zulmetlerde yine felâket ve musibet baykuşları uçmaya fırsat buldu.
[1] Yeni Kafkas, Yıl: 3, Sayı: 16, s: 4-5, Temmuz-Ağustos 1959