İFTİRA

 

“Sevgili yurdumuz Kafkasya’da

Irmaklardan anne sütü akıyor

Kıtlık yüzlü düşman ordusu

İnsan kanından nehirler akıtıyor

Düşman ordusunun yaptıklarını

Doğacak çocuklarımız unutmasınlar!”[1]

 

*   *   *

 

"Benim hayatımı yargılamadan önce

benim ayakkabılarımı giy ve

benim geçtiğim yollardan, sokaklardan geç.

Benim takıldığım taşlara takıl, yeniden ayağa kalk

ve aynı yolu tekrar git benim gittiğim gibi,

ancak o zaman beni yargılayabilirsin."

 

                        Kızılderili Atasözü

 

 

Hiç dolandırmadan ifade edelim; “Son Ubıh” romanı, Hacı Kerantukh Berzeg’e atılmış bir iftiradır ve bu romanın son günlerde gündem olan bir tiyatro oyunundaki[2] tezahürü de, bu iftiranın kısmen de olsa tekrarından başka bir şey değildir.

“Ve sen halkım, siz bağışlayın suçumu / Doğduğum toprak, bir ananın oğlunu / Bağışlaması gibi bağışla ozanı” diyerek İmam Şamil’e attığı iftiralar sebebiyle af dileyen Dağıstanlı şair Resul Hamzat’ın yolunu –vefat ettiği 2004 yılına kadar fırsatı olmasına rağmen- takip etmeyen Bagrat Şinkuba bu dünyadan Hacı Kerantukh Berzeg’e iftira etmiş biri olarak ayrılmıştır.

“Kavuştuğun şu hayatı bir yiğit gibi yaşa” diye seslendiği şiirlerin ve milli hafızamızda yer etmiş “Şiş Nani”nin şairi için ve tabi ki hepimiz için ne acı bir son…

*   *   *

14 Mayıs 1950 tarihli Pravda gazetesinde yayınlanan bir makale ile adeta ilan edilen ve sonraki on yılları şekillendirecek resmi ideolojiye göre bu tutum, Kafkasyalıların bağımsızlık hareketini gerici, milliyetçi, Britanya kapitalizmine ve Türk sultanına hizmet eden bir hareket olarak nitelendiriyordu. Dağıstan, Çeçenistan ve Çerkesya’da bağımsızlık mücadelesi veren liderler halkla ortak çıkarları olmayan, feodal yönetici sınıfın temsilcisi şovenistler ve Müslüman fanatikler olarak tanımlanmaya başlandı. Bu görüşle amaçlarının “Türkiye ve İngiltere himayesinde gerici, teokratik küçük devletler kurmak” olduğu öne sürülüyordu.[3]

“Son Ubıh” romanı, değil vatandaki Kafkasyalılar, diasporalardaki Kafkasyalıların dahi “Rodinalar”[4] eliyle şekillendirilmeye çalışıldığı bir dönemde, 1974 yılında yayınlanmış ve çok sayıda dile çevrilmiştir. Yıllar sonra Şinkuba, kendisine yazılı olarak da itirazda[5] bulunan Kazım Berzeg ile olan yüz yüze sohbetinde kitabın o şartlarda başka türlü yayınlanma imkanı olmadığını da söyleyecekti. Ama Kazım Berzeg’in düzeltme talebi ise Şinkuba’nın 2004 yılındaki vefatına dek karşılık bulmadı.

“Sovyetler Birliği’nin şu yanını evvela bilmek gerekir: Sovyetler Birliği zamanında bütün yazarlar devlet memurudur. İki, Sovyetler Birliği’nin resmi ideolojisi vardı. Bir insanın yazar olabilmesi için, yazar olarak geçinebilmesi, ücret alabilmesi için, resmi görüşün kendisine telkin ettiğini yazması mecburiyeti vardı. Aksi halde yazarlığına son verilirdi. Öte taraftan yine Sovyetler Birliği zamanında serbest basın yayın teşkilatı yoktu; yayınevi yoktu, matbaa yoktu, hepsi devletindi. Herhangi bir yazar sınıfına girmiş kimsenin yazdığının yayınlanabilmesi için de mutlak surette devletin resmi görüşüne uygun yazması gerekirdi.”[6]

Burada kritik noktalardan biri, dünyaya, köklerine ve tarihine soğuk savaş yıllarında sosyalist literatürün kavramlarıyla bakmaktan öte, Sovyetleri kendine kutup bellemiş kimi diaspora mensuplarının Sovyetlerin bu resmi tarih tezini diasporaya taşımakta gönüllü oluşlarıdır. Rodinalar için bulunmaz nimet sayılan bu çarpık hat, bugün dahi göç mü, sürgün mü, soykırım mı tartışmalarının temelini oluşturmaktadır.

II. Dünya Savaşı'nda hayatını kaybetmiş Sharakh Kvadzba isimli bir Abaza Sovyet askerinin notlarının yıllar sonra gün yüzüne çıkması kurgusuyla[7] başlayan “Son Ubıh” romanı bu açıdan bakıldığında tipik bir Sovyetik propaganda metnidir.

Bu propaganda metnine göre; yoksul halkı sömüren, onlar can çekişirken üstlerinden para kazanan feodal Hacı Kerantukh Berzeg –Hacı da olduğuna göre gerici olmaması düşünülemez!-, önce Ruslardan maaş ve albaylık rütbesi almış, Ruslara payanda olmuş ve hatta savaşın sonunda Rus subaylarından sandık dolusu altın alarak halkının vatanını terk etmesini sağlamıştı.

Devamında ise Berzeg, Türkiye’ye göç etmiş ve burada padişahtan paşalık ünvanı almış, adını Süleyman olarak değiştirip geleneksel kıyafetlerini terk ederek bir Osmanlı paşası gibi giyinmeye başlamıştır. Ayrıca maiyetiyle birlikte Rodos adasına yerleşerek padişahtan aldığı maaş ile yok oluşuna sebep olduğu halkından ayrı olarak hayatını cefadan uzak bir biçimde sürdürmüştür.

Şimdi…

Yukarıdaki iki paragrafta bahsedilen hususlardan doğruya yakın tek husus Hacı Kerantukh Berzeg’in Rodos adasına gitmiş olmasıdır. Fakat o da söylendiği şekilde değil!

Berzeg ve iki oğlu, 1874 yılında, yani gelişinden on yıl sonra, yerleştirildikleri Tekirdağ’dan (eski adıyla Rodosta) Kafkasyalılar arasındaki bir anlaşmazlık üzerine Osmanlı tarafından Rodos adasına zorunlu iskana gönderildi, yani sürgün edildi. Osmanlı-Rus savaşının başlamasıyla ise, Balkanlarda Rusya’ya karşı silahlandırılan Kafkasyalıların Osmanlı askeri hiyerarşisiyle olan -her şeyden önce dil hususundaki- uyuşmazlığı sebebiyle Kafkasyalılara komuta etmek üzere, Edirne Valisi Akif Paşa’nın da yazılı talebiyle padişah tarafından affedilerek Rodos’tan geri çağırıldı.

Bu süreçte 75 yaşında olmasına rağmen bilfiil savaşan Berzeg, oğullarından birini Plevne’deki savaşlarda kaybetti. Osmanlı-Rus savaşı akabinde de Bandırma’ya yerleşti ve 1880 yılındaki vefatına dek soydaşlarıyla birlikte yaşadı.[8]

Ömrünü Rus ordusunun soykırım politikalarına karşı topraklarını savunarak geçirmiş, eli silah tuttuğu andan itibaren canına acımadan sömürgeciliğe karşı Karadeniz kıyıları ve Kuban bölgesinin savunulması için sürdürülen tüm harekatlarda yer almış ve ismi, otuzlu yaşlarından itibaren yazılı metinlerde[9] yeteneklerine övgü ve kişiliğine hayranlıkla anılan[10] Hacı Kerantukh Berzeg bu roman ile Ruslardan albaylık rütbesi ve sandıkla altın almakla itham ediliyor öyle mi?

Adını Süleyman olarak değiştirdiğine, sırtından milli kıyafetini çıkarıp bir Osmanlı paşası gibi giyindiğine, paşalık ünvanı aldığına, kendisine maaş bağlandığına dair “Son Ubıh” iftirası dışında tek bir kelime, tek bir fotoğraf, tek bir anı, anlatı, gravür vesaire bulunmayan; mezar taşında ise 78 yıl boyunca taşıdığı ve tarihimize altın harflerle nakşettiği şerefli ismi yazan, geriye Rus, Türk veya Arap’a kulluk edenlerin ebediyen mahrum kaldığı asaletiyle ve milli kıyafetimizle çekilmiş tek kare fotoğrafını bırakan ve bir köy mezarlığında uyuyan Hacı Kerantukh Berzeg’e kaderini halkının kaderinden ayırdığı ve hatta onların yok oluşu üzerinden para kazandığı iftirasını attınız öyle mi?

Ona atfedilen bir ağıtta[11], “Ağacı kendisinden olan tahta kamayla yararlar”, “Vatanımızı kaybetsek de, insanlığımızı kaybetmeyeceğiz” der.

1974 yılından beri bu iftiralara zerre miskal katkı sunup hala nedamet getirmemişlere, tahta kamalara, insanlığını da kaybedenlere sormak hakkımızdır:

Utanmıyor musunuz?

*   *   *

“Hiç umulmadık bir anda Ubıh yurdunu harika bir haber kapladı… Bize karşı savaşan generaller barış için adım atmışlar, elçilerini Hacı Giranduk Berzeg’e gönderip görüşmek istemişlerdi…”

İlk paragrafta bahsi geçen tiyatro oyununda yer alan bu kısım ile Rusların Kafkasyalılara barış teklif ettiği ama Berzeg’in “Savaşsa savaş! Atları getirin atları!” şeklinde seslenerek barış görüşmelerini sona erdirdiği ve halkını yok oluşa götürdüğü teatral bir biçimde sahnelendi.

Oyunda, yukarıda ifade ettiğimiz diğer iftiralara yer verilmediğine mi sevinmeliyiz? Yoksa, Rusların Kafkasyalılara yönelik bir barış teklifinin olduğunu zanneden ve fakat tam tersi biçimde Kafkasyalıların Ruslara defalarca barış teklifinde bulunduklarından ve hatta Rusya’nın hakimiyetini kabul ettiklerini, silah bırakacaklarını, tek arzularının tarihi vatanlarından koparılmamaları olduğunu belirttiklerinden habersiz bir kitle ile soykırımın 160. yıl dönümünü idrak ettiğimize mi kahrolmalıyız?

Kafkasya’nın işgali ve Rusya’nın Kafkasyalılara yönelik soykırımına dair, dönemin Rus kaynakları dahil tüm ayrıntılı eserlerde, Hacı Kerantukh Berzeg önderliğindeki Çerkesya Milli Meclisi’nin ve mücadeleyi sürdüren dağlıların, Rusya’nın hakimiyetini kabul etmek pahasına tek taleplerinin “dünya var olduğundan beri üzerinde yaşadıkları” topraklarından çıkartılmamak olduğunu belirterek, savaşın, kıyımın sona ermesi ricasında bulundukları, bu ricayı Rus Çarına, Rus Generallerine, Kafkasya Genel Valisine Kafkasya içerisinde ve Tiflis’te ilettikleri, Hamitbey Çaçba’dan ve İngilizlerden arabulucu olmalarını istedikleri tarih, yer ve isim verilerek izah edilmektedir.

-Ama siz, tüm bu gerçeklere rağmen, Rus generallerinin barış için adım atarak elçilerini Berzeg’e gönderdiklerini anlatan, gezegendeki tek kaynak Son Ubıh” iftirasına kulak vermek istiyorsanız, o başka!-

Bilindiği üzere bu talep karşısında Rusya’nın cevabı, ya Türkiye’ye gönderilme ya da vatanlarından çıkarılarak Kuban düzlüklerine yerleştirilme seçenekleri oldu.

Bahse konu tiyatro oyunu ile birlikte başlayan tartışmalarda, Sovyetik virüsün taşıyıcıları tarafından, halkın kandırılarak Osmanlı sahillerine taşındığının, bu sahillerde salgın hastalıklar, soğuk ve açlık sebebiyle yüzbinlerce kişinin hayatını kaybettiğinin, feodallerin halklarının bu akıbetini öngöremeyerek Kuban düzlüklerine gitmeyip ortaya çıkan bu sonuçtan sorumlu olduklarının ifade edildiğini gördük.

*   *   *

Her şeyden önce belirtelim ki kolektif hafızamızın ve milli kimliğimizin temeli olmasa da en önemli köşe taşlarından biri olan soykırım/sürgün gerçekliğinin yakıcı hatıraları sadece Osmanlı sahillerinde yaşanmadı. Kafkasya’nın Karadeniz kıyılarında da halklarımız açlık, soğuk ve hastalık sebebiyle kırılıyor ve fakat buna rağmen Kuban düzlüklerine gitme seçeneğinden yüz çeviriyordu.

Peki Kuban düzlükleri neredeydi ve orada ne vardı?

Ruslara göre Kuban ötesi Kuban nehrinin güney kısmında yer alan, yer yer bataklıklarla dolu sıtma yuvası bölgelerdi. Kuban’ın kuzeyi olan ve iskana elverişli topraklar ise Rus ve Kazak yerleşimcilerle yaklaşık 80 yıl öncesinden itibaren doldurulmaya başlanmıştı.

Felitsin E.D. Tarafından Hazırlanmış, Çerkeslerin Yerleştirilmesi İçin Önerilen Rezervasyon Alanı (Karartılmış Bölge) 
(Çar II. Aleksandr bu planı 10 Mayıs 1862'de yürürlüğe koymuştur) [19]

Haritayı büyütmek için tıklayın

 

Plana göre Kuban ve Laba arasındaki çoğu bataklık olan düz arazide iskan edilecek Kafkasyalılar, Rus ve Kazak nüfus içinde adacıklar halinde ve sıkı denetim altında oluşturulan avullarda yaşayacaklardı. Adegum ırmağından öte, doğu yönünde dağ yamaçları ve ormanlar Kuban kıyısından kısmen uzaklaşır, çünkü burada Kuban ırmağının kıyılarında geniş bataklıklar oluşmaktadır. Karadeniz yönünde Kuban’ın bataklık arazileri yaklaşık 65 km’ye kadar uzanır ve en geniş yerde ise eni 22 km’ye ulaşır[12].

Tarihi Çerkesya topraklarının halkları olan Adige, Ubıh, Karaçay ve Abazaların bu alana sıkıştırılarak yerleştirileceği yönündeki Evdokimov imzalı plan için henüz kesin karar verilmemişken dahi planı değerlendiren St. Petersburg’daki komisyon, “Dağlıların steplere yerleşmektense ölmeyi tercih edeceklerini, bu planın teslim olmalarına değil, yok olmalarına yol açacağını” savunarak Evdokimov’un planına karşı çıkmıştı[13]. Fakat buna rağmen Çar ikna edilmiş ve Kafkasyalıların önüne iki seçenek sunulmuştu; ya Türkiye’ye ya da Kuban bataklıklarına doğru sürgün, ama her halükarda vatanı terk etmek.

Rus generallerin değerlendirme ve önerilerinde dahi ifade edildiği üzere Çerkesya topraklarındaki iklim ve toprak yapısı ile –eğer gerçekten yerleştirilebilecekleri bir yer olsaydı boyun eğecek olan- halkın gelenekleri Kuban steplerindeki yaşama yabancı olduğundan Rusya’nın taleplerinin akıbetini beklemeden dağlıların yok edilmesi sonucuna varılmıştı[14].

Rus ordusunun Terek bölgesindeki komutanlığı 7 Mayıs 1864 tarihinde Kafkas Ordusu Başkomutanlığına “Kuban bölgesinin yerli Çerkes kabilelerinden artakalan kırıntılar hiçbir iz bırakmadan baskın Rus nüfusu içerisinde erimelidir” şeklinde görüş bildiriyordu. Kurulan sömürgeci düzende hastalık ve yoksulluktan hayatta kalmış olan Kafkasyalı azınlığın hakları budanmış[15], sosyal ve ekonomik olarak kıskaca alınmışlardı[16].

Bu sebeple Kafkasyalıların ezici çoğunluğu için ortada iki değil, tek seçenek bulunuyordu; o da Türkiye’ye gönderilmek[17]. 21 Mayıs tarihini –eski takvime göre 2 Haziran olarak- ilk kez yazılı biçimde sembolize eden, Birleşik Kafkasya hareketinin değerli isimlerinden Abaza Mehmet Fetgeri Şöenü’nün 1927 senesinde kaleme aldığı “Kara Gün” isimli yazısında[18] ıstırapla ifade ettiği üzere her iki seçenek de dağılıp mahvolmak demekti, ölüm demekti.

Atalarımızın vatanlarını Osmanlı’ya aşkla ve bir cennet yaşam umuduyla –üstelik başka bir çare de varmış gibi- terk ettiklerini vazetmenin “kıtlık yüzlü düşmanı unutmayanların” ruhunda, zihninde nasıl bir yara açtığının farkında değil misiniz?

Yeryüzünde verdiği söz üzerinde yazılı olduğu kağıdın değeriyle ancak kıyaslanan Rusya’nın, Kuban bataklıklarında vadettiği yaşamı neden tercih etmediklerini bir an için durup düşünmek gerekmez mi? Atalarınızın ayakkabılarını giymeden, onların geçtiği sokaklardan geçmeden, onların takıldığı taşlara takılmadan verilecek hükmün değeri nedir?

Her bir odasında ailenizden bir ferdin bulunduğu bir evde sağ kalan tek kişisiniz. Evinizden çıkartılmamak kaydıyla o evde failin kurallarıyla yaşamaya dahi boyun eğdiğiniz halde çare olmamış ve fail elinde silah, namlusunu size doğrultmuş vaziyette ele geçirilememiş son odada kendisine güvenmenizi söyleyerek gözlerinizin içine bakıyor. Ardınızda da bir uçuruma açılan açık bir pencere…

Bugünden geriye bakarak uçurumdan atlayıp sağ kalmayı ummaktansa boynunuzu Rus kılıcına uzatmayı daha doğru kabul edebilirsiniz.

Yeter ki, mübarek hatırası 97 yıl önce Fetgeri’nin ıstırabına ortak bir ıstırapla yanan kalplerimizde, evlerimizin duvarlarında, çocuklarımızın zihinlerinde yaşayan Adagua-ipa Hacı Kerantukh Berzeg’e dil uzatmaya, hakaret ve iftira etmeye bir son verin.

 

Murat Atrışba

18.06.2024

 

[1] Kube Şaban, “Adighe Pcsinatl” (Adige Halk Şarkıları, Beyrut 1953)

[2] https://jinepsgazetesi.com

[3] Çerkesya’nın Düşüşü: Kişisel Bir Diplomasi İncelenmesi, Peter Brock, Kafkasya Çalışmaları - Sosyal Bilimler Dergisi, Kasım 2020

[4] https://kuzeykafkasyacumhuriyeti.org

[5] https://kuzeykafkasyacumhuriyeti.org

[6] https://l24.im/7MLs  Kazım Berzeg’le Sürgün ve Soykırım Üzerine, Kafkas Vakfı Bülteni sayı 12, sf. 7, 2002

[7] Kurgu olarak ifade ettiğimiz gerçek olması mümkün olmayan hikayenin bu yönüne ilişkin daha ayrıntılı izahat Kazım Berzeg’in röportajında okunabilir.

[8] Çerkes-Vubıhlar Soçi’nin İnsanları, Sefer E. Berzeg, 2013

[9] Çerkes-Vubıhlar Soçi’nin İnsanları, Sefer E. Berzeg, 2013

[10] Çerkesya’dan Savaş Mektupları, James S. Bell, sf 434-435

[11] Hatko Kual’dan derleyen Kuba Şaban, Adige Folklor III

[12] Çerkesler II, Kafkasya Savaşları Tarihi, Yalçın Kaya, 2015

[13] Çerkes Soykırımı, Walter Richmond

[14] Baryatinsky’den Milyutin’e Kasım 1863 tarihli öneri, Çerkes Soykırımı, Walter Richmond

[15] Kara Gün (1927), Tüm Eserleriyle Mehmet Fetgeri Şöenü, Kafdav 2007

[16] Kafkasya’da ve Kafkasya Dışındaki Çerkesler, Kadir Natho, 2009

[17] Çerkes Sürgünü (Gerçek, Tarihi ve Politik Nedenleriyle), Nihat Berzeg, 1996

[18] Kara Gün (1927), Tüm Eserleriyle Mehmet Fetgeri Şöenü, Kafdav 2007

[19] Samir Kh. Hotko, https://aheku.net/articleshttps://kafkasevi.com/

 

 

© KKC 100. Yıl