13 HAZİRAN 1861'DEN GÜNÜMÜZE MASALLAR...



Tarihi belge, atıf, örneklere, kısaca detaylara hiç girmeyeceğim…

Adolf Berje gibi Çarlık Rusyası'nın resmi tarihçilerinin yazdıklarıyla beraber Bagrat Şınkuba’nın “Son Ubıh”, Meşbeşe İshak’ın “Taş Değirmen”, Şhapleko His’in “Zamansız Ölümün Dansı” ve nice benzeri kurgu romanlar üzerinden dünyaya propaganda edilen “Gönüllü GÖÇ” masallarının temel argümanı şuydu;

Rusya, Kafkasya halklarına ne soykırım ne de sürgün uygulamıştır… Kafkasya halkları barbar ve vahşi kavimlerdi. Sık sık Rus tahkimatlarına ve köylerine baskınlar düzenlerler, yakıp yıkar, talan eder, hırsızlık yaparlardı...

Rusya artan şikayetler üzerine bu vahşi kavimleri ehlileştirmek, kurallar koyarak yaşamlarına belirli bir düzen getirmek yani kısaca medeniyet götürmek ve medenileştirmek için yaşadıkları bölgeyi fethetme girişimlerine başvurmak zorunda kalmıştır.

Feodal düzende yaşayan bu barbar kabileler Rusya’nın medenileştirme girişimini yanlış anlamış veya hiç anlamamış olacak ki, bunu saldırı, işgal ve istila girişimi sayarak gereksiz yere karşı koymuşlar, büyük bir trajedinin yaşanmasına sebep olmuşlardır.

Kafkasya’nın vahşi kavimleri yüzyıllara yayılan bu mücadelenin sonunda Rusya’nın devasa gücüne boyun eğmek zorunda kalmış, refah içinde yaşayacaklarını düşündükleri Osmanlı Devleti’ne kitlesel şekilde “GÖÇ” kararı almışlardır.


Bu yoğun mücadele sırasında Ruslar hem barış için hem de Kafkasya halklarının Osmanlı’ya göç etmemeleri için yoğun çabalar içine girmiş; ancak Rusya’nın tüm bu çabalarına rağmen toprak, makam, köle-teba ve servet sahibi önderler ile Osmanlı’nın propagandalarına kanan din adamları refahlarını devam ettirebilecekleri düşüncesiyle sultanın diyarına “göç etme” kararı almışlar.

Halka da bu telkinde bulunarak onları kandırıp göçe razı etmişler; razı gelmeyenleri de zorlamışlar.

Nitekim bu halk önderleri öncesinde Osmanlı’dan her türlü destek taahhüdü ile kendilerine makam-mevki verileceği yanı sıra kese kese altınla ödüllendirilecekleri sözünü de çoktan almışlar.

Ortada iddia edildiği bir soykırım ve sürgün gerçeği değil, bu sebeplerle gerçekleşmiş “talihsiz savaşlar” ve ardından da “gönüllü bir göç hareketi” vardı.

Yaşanan hadiselerin en kaba özeti buydu!..

Peki biz bunu yedik mi?

Evet, çoğunlukla yedik!..

Peki yemeye devam ediyor muyuz?

Evet, görülüyor ki hala yiyoruz!..

Peki Rusya bunu kendisi mi söylüyor?

Evet, ilk dönemler kendisi söyledi; Sovyet tarihçiliğinden itibaren de bize, içimizden birilerine, kendi tarihçilerimize, anlı şanlı kendi edebiyatçılarımıza ve kendi kanaat önderlerimize bunu sürekli söyletti!

Dağıstan’ın dünyaca ünlü şairi ve edebiyatçısı Resul Hamzat’a bile İmam Şamil için Türk ve İngiliz ajanı, hain dedirtmediler mi?

Peki Rusya bu tezleri söyletmeye devam ediyor mu?

Evet, gördüğümüz gibi soykırım ve sürgün iddiası giderek güçlendikçe çeşitli yollardan halen söyletmeye devam ediyor!..

Meşbeşe İshak, Hamzat gibi özür dilemek şöyle dursun halen söylemeye devam ediyor!..

*   *   *

Oysa Kafkasyalılar, hatta Kafkasyalıların tek bir ferdi bile topraklarını asla ve asla terketmeyi düşünmedi; ne Pşı sınıfı, ne Work sınıfı, ne orta ve alt sınıflar, ne de din adamları!..

21 Mayıs 1864 tarihiyle sembolleşen Kafkasyalıların kitlesel sürgününün öncesi ve sonrasında yaşanan lokal “göç” hikayelerinin hiçbirinde de iddia edildiği gibi bir gönüllü terkediş de yoktur.

Kafkasya halkları kendi inisiyatifleri ile değişik tarihlerde 5-10-15 bin kişilik kafileler halinde “göç kararı” aldıklarında dahi artık topraklarında yaşama, karınlarını doyurma kısaca hayatlarını idame ettirme şansları bırakılmadığı için bu kararı almak zorunda bırakılmışlardır.

Ormanları, bağ-bahçeleri, ekinleri, mahsulleri yakılan, besi hayvanları yok edilerek açlığa mahkûm edilen, çocuklarına bir lokma ekmek bulabilecekleri tüm ikmal yolları bile kapatılan bir milletin başka da çaresi kalmadığı için almak zorunda kaldığı bu karara kimileri “zorunlu göç” dediler; yüzü kızarmayan kimileri de “gönüllü göç”!..

Kafkasya halkları topraklarını terketmeye bu kadar meraklı idiyseler, Ruslarla ilk temasın başladığı 1567 yılından itibaren tam üç asır boyunca niçin direndiler?

Madem Hacı Giranduk Berzeg gibi önderlerin kolayca göç kararı alıp uygulatabileceği bir halk vardı da, onlara bu kararı aldırmak bu kadar kolaydı da neden 300 yıl boyunca bitmeyi beklediler?

Topraklarını terketmeye bu kadar meraklı idiyseler onca etnik temizliğe, soykırıma, katliama, onca gözyaşına, kan gölüne rağmen neden soyları bitip tükenene kadar beklediler?

Hacı Giranduk Berzeg başta olmak üzere tüm bu liderler, tüm anlatıların, tüm propagandaların aksine halklarını kırdırmamak için yoğun çaba sarfetmiş, barış için her türlü girişimde bulunmuş, lakin hiçbir karşılık bulamamışlardır…

Çünkü tarihi belgelerle de sabit olduğu üzere, Rusya, insanından arındırılmış bir Çerkesya ve Kafkasya planını çok önceden beri uygulamaya koymuştu...

Yine tarihi belgelerle de sabit olduğu üzere, Rusya, yine çok önceden planladığı şekilde, ele geçirdiği, boşalttığı topraklara ve yerleşim birimlerine Rus ve Kazak köylülerini yerleştirmiş, toprakları onlara pay etmeye başlamış, sistemli bir kolonizasyon politikasını çoktandır uygulamaya koymuştu…

Nitekim zulüm 1864’te de bitmedi!

Vatanını terketmeyerek bir şekilde orada tutunanları 1866, 1877, 1905, 1920 hatta 1944’lere kadar tekrar tekrar sürgün etmediler mi?

Adig, Ubıh ve Abazalar madem Giranduk Berzeg’in bir sözüyle kolayca göç ettiler de, kalan Abazalar 1866’da, 1877’de 1905’te tekrar tekrar neden ayaklanıp sürgün edildiler?

Tüm bunlar tam bir etnik temizlik değil de nedir? Soykırım ve sürgünün daniskası değil de nedir?

Bu propagandalara haklılık payesi için halen çaba sarfedenler, bu anlatılarla kimi kandıracaklarını sanıyorlar acaba?

Sonuçlardan yola çıkarak Hacı Giranduk Berzeg ve benzeri önderleri karalayanlar, 160 yıl sonrasında oturdukları konforlu koltuklardan “halklarını kırdırdıklarını” kolaylıkla vazedenler, en masum tanımlamalarla “onların da hata yaptığını” söyleyenler, son nefesine kadar savaşmak için yemin etmiş öfkeli halk kitlelerini Ruslara kırdırmamak için ne büyük çabalar sarfettiklerini her nedense görmüyorlar!

Çar generallerine, bölge valilerine, ve hatta bizzat Çar'ın kendisine silah bırakıp teslim olacaklarını, Rusya’nın tebası olacaklarını defalarca söyleyerek karşılığında bu halkı kırmamaları ve onları sürmemeleri için ne derece yırtındıklarını görmüyorlar!



Hiçbir umudun kalmadığını çok iyi bildikleri halde, o son gün, Kbaada’da, kadınları da dahil Adige, Ubıh ve Abazalardan oluşan 20 bin kişinin o intihar direnişine neden kalkıştıklarını, onları bu çılgınlığa hangi ruh halinin sevk ettiğini, bugünün değer yargılarından sıyrılıp tahayyül edemiyorlar!

Tahayyül edemiyorlar ve görmüyorlar; çünkü kendilerine gösterilen dışında aslında bir şey bildikleri de yok; gerçekten hiçbir şey bilmiyorlar!..

Bilenler ise bilinçli şekilde bu gerçekleri gözlerden kaçıracaklarını sanıyorlar!.. Bazıları ise "sırf kendi işlerine öyle geldiği" için…

Sırf bir tutam gündelik kazanım elde edeceklerini zannettikleri için hayatını vatanının özgürlüğüne adamış, bunca çile ve ızdıraba katlanmış, kendi evlatlarını bile gözünü kırpmadan bu uğurda feda etmiş atalarına sövüyor ve sövdürüyorlar!..

Kazanım sandıkları bu tutumun, kaybedişin bizatihi kendisi olduğunun bile idrakine varamadan sövdürüyorlar!

"Onlar da hata yapmışmış!"; "hatalarla yüzleşmek zorundaymışız!"; "doğru yolu ancak böyle bulabilir mişiz!.."

Yersen!..

Size afiyet olsun!.. Siz zaten bu propagandayı yiyeceğiniz kadar yemişsiniz!..

Yediğiniz yetmiyormuş gibi kitlelere de yedireceğinizi zannediyor; itiraz edeni de "her şeye muhalif olmakla” itham edip faka bastıracağınızı sanıyorsunuz!

Size afiyet olsun! Ama toplum artık bu zırvaları yemiyor bilesiniz!

Biz zaten yemeyiz; yemedik, yemeyeceğiz de!..

Zira "vatanımızı kaybetsek de insanlığımızı kaybetmeyeceğiz" diyen Hacı Giranduk Berzeg'lerin ahlakî şuurlarını kendimize şiar edindik!..

Çerkesya Milli Meclisi’nin kurulduğu bu gün, ülkesine, ana vatanına, ana vatanının özgürlüğüne, namusuna, onuruna sahip çıkma pahasına canlarını feda etmiş; vatanını terk etmemek uğruna son nefesine kadar direnerek şehid düşmüş; sürgün yollarında bir dilim ekmekten dahi mahrum edilerek göz göre göre açlıktan ölmüş; Karadeniz’in azgın sularında hayatını bir bir yitip gitmiş tüm atalarımızı saygıyla, minnetle, şükranla, hayırla yâd ediyorum!..

Allah onlara lâyık nesiller nasip etsin!..



Nail Sönmez

13 Haziran 2024

© KKC 100. Yıl