21 MAYIS BİLİNCİ; YALAN TARİH ve TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ!
Geçtiğimiz 21 Mayıs’ta galası gerçekleştirilen “Belleğin Sesi” adlı belgesel için konuşmacı olarak davet aldığımda, davet sahibi genç arkadaşlarımdan belgeselin ana teması ve içeriği hakkında bilgi talep ettim. Konunun, özellikle 21 Mayıs Soykırım ve Sürgünü ağırlıklı olmak üzere “hafıza mekanları” çerçevesinde işleneceği bilgisini verdiler. Sürgün anma etkinliklerine dair toplumsal bilincin nasıl oluştuğu, ilk olarak nerelerde kimler tarafından ne tür etkinlikler düzenlendiği, kısaca bu süreci işleyebileceğimi söylediler.
Ayrıca Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin ikinci devlet başkanı Pşımaho Kotse’nin Feriköy Mezarlığı’nda bulunan kabri başında her yılın 11 Mayıs günü yaptığımız anma etkinliğinden de bahsedebileceğimi, nitekim buranın da bir "hafıza mekanı" haline dönüştüğünü belirttiler.
Teveccühlerine teşekkür ederek verilen görevi seve seve kabul ettim.
Sürgün anma etkinliklerine dair toplumsal bilincin nasıl oluştuğu, ilk olarak hangi mekanlarda kimler tarafından ne tür etkinlikler düzenlendiği söz konusu olunca ilk aklıma gelen doğal olarak bu konuda yazılan yalan-yanlış tarih ve oluşturulan yanlış algı oldu.
Sadece 21 Mayıs hakkında değil, Türkiye diasporasına dair her türlü toplumsal bilgi, birikim ve bilincin ilk onlar tarafından oluşturulduğu, her konuda ilk etkinliğin mutlaka onlar tarafından gerçekleştirildiği, her toplumsal ilerlemenin ilk onlar tarafından başlatıldığı gibi megalomanileri iflah olmaz bir tutarlılıkla sürekli tekrarlayan, senaryolar yazan ve kendilerini “dönüşçüler” olarak isimlendiren dönemin Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği kadrosunun algı çalışmaları geldi.
Bugün Kafkas Dernekleri Federasyonu içinde güçlü bir hizip olarak yollarına devam eden bu duayen(!) kadronun özellikle 21 Mayıs’la ilgili tarih yazımlarında ve oluşturdukları algıda kullandıkları temel argümanları da şuydu;
“1989 yılında Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği tarafından düzenlenen Sürgünün 125. Yılı Anma Programı, 21 Mayıs bilinci oluşmasının dönüm noktası ve başlangıç tarihidir.”
Bu algının en son sahnelendiği yer ise yukarıda zikrettiğim ve toplumsal fayda temelinde çok da başarılı bulduğum belgeselin ilk gösterimi oldu.
Belgeselde, sürgün bilincinin oluşmasına dair sosyolojik süreçler aktarılırken, “sürgünün 125. yılına gelindiğinde kaybolmuş zaman yeniden var edilmeye, yaşananların ağırlığı ise göç, sürgün, soykırım ya da katliam kavramlarından hangileri ile tanımlanacağı tartışılmaya başlanmıştı” cümlesiyle konuya giriş yapılır ve 125. yıl etkinliği her şeyin başlangıç tarihi olarak vurgulanır.
Hemen ardından Muhittin Ünal ve Ankara Çerkes Derneği’nin genç başkanı Bislan Jalouqa’nın, 21 Mayıs bilincinin oluşmasının başlangıç tarihi olarak 125. yıl anma etkinliğini gösterdikleri sözlerine yer verilir.
Muhittin Ünal konuşmasında konuyu şu cümlelerle işler;
“…Kafkasya’da da diaspora ülkelerinde de ilk kez olarak Kafkas halklarını temsil eden değişik dillerin yaşandığı ülkelerden gelen insanların özellikle de ilk kez olmak üzere ana vatandan gelen insanların katıldığı heyecanı büyük, anlamı büyük ve ileride ileriye doğru atılacak adımları büyük olan bir toplantıydı o 125. Yıl… Nitekim 125. yılda yayınlanan deklarasyonu ve sonuç bildirisini mutlaka hepinizin okuması lazım.”
Bislan Jalouqa da -oluşturulan algının pek çok kurbanı gibi- konuya Muhittin Ünal ile aynı perspektiften yaklaşır:
“…Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği aslında Türkiye’de 21 Mayıs muhalefetini başlatan en önemli kurumlardan bir tanesi”, “…1989 yılında soykırım ve sürgünün 125. yılında Ankara’nın Ulus bölgesinde bulunan Atatürk Spor Salonu’nda çok önemli bir etkinlik yapıldı; Sürgünün 125. Yılı.”
Bu iddialı söylemle desteklenen algının bu kadronun misyonerlerince nasıl oluşturulduğunu, belgesel örneğinde olduğu gibi yeni nesil dimağların nasıl iğdiş edildiğini kendi kalemlerinden çıkan ilginç satırlarla örneklendirerek konumuza giriş yapalım.
125. Yıl etkinliğini sadece “sürgün bilinci” için değil, Çerkes tarihi açısından bir dönüm noktası olarak aktaran, bu etkinliği adeta bir “Nart Efsanesi”ne dönüştüren çok sayıda ilginç örnek var.
Bunlardan biri dönemin aktörlerinden Fahri Huvaj’ın satırları. Huvaj, organizatörlerinden biri olduğu 1989’daki bu etkinliği -oldukça abartılı ifadelerle- ne kadar zor ve ne kadar meşakkatli süreçlerden geçerek düzenlediklerini anlattığı yazısında bu anlatıya elinden geldiğince katkı yapar;
“125. Yıl Çerkes Kültür Haftası tarihimizin en önemli dönüm noktalarından biri oldu”, “deyim uygunsa 125. Yıl Çerkes Kültür Haftası etkinlikleri ‘titreyip kendimize gelmemiz’ için bir kıvılcım oldu.”[1]
Yine dönemin kadrosundan bir diğer isim olan Necdet Hatam ise Huvaj’ın abartılı anlatımını gölgede bırakırcasına şu ilginç yorumları yapıyor:
“125. yıl bir dönüm noktası, 125. yıl bir kavşak, 125. yıl dünya ulusal hareketimize yeniden ivme kazandıran bir kıvılcım, 125. yıl Dünya Çerkes Birliği’nin kurucusu, 125. yıl sürgünden bu yana Çerkes bulunan ülkelerin temsilcilerinin katıldığı ilk devletler arası ulusal toplantımız, 125. yıl ana vatandan etkinliklere katılan Murat Çepaye’nin deyimiyle Nartlardan bu yana en büyük toplantı.”[2]
Acaba gerçekten böyle mi? İncelemeye örneklerle devam edelim…
Ankara KKKD ve Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun adeta resmi tarih yazıcısı olan ve federasyonda Genel Başkan Yardımcılığı görevinde de bulunan Erol Taymaz, önceki yıllarda yayınlanan “21 Mayıs Bilgisi ve Bilinci” başlıklı makalesinde konuyu şu ifadelerle işlemeye başlar:
“125. yılda ilk kez Kafkasya’dan ve tüm diaspora ülkelerinden davetlilerin katılımıyla düzenlenen bir uluslararası etkinlikte Çerkes Sürgünü gündeme getirildi ve anıldı.”[3]
Sayın Taymaz yazısının devamında bu algı çalışmasını şu satırlarla pekiştirmeye devam eder:
“125. Yıl Anma Programı’ndan sonra 21 Mayıs bilgisi ile birlikte 21 Mayıs bilinci de oluşmaya başladı. Özellikle 21 Mayıs anma programları bu bilincin gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Ankara KKKD’nin başlattığı etkinlikler, Türkiye’de ilk kez derneklerin birleşmesini sağlayan Kafkas Derneği (Kafder) ile birlikte hızla yaygınlaştı. Derneklerin federasyonlaşmasına olanak sağlayan yasal değişiklikler sonucu Kafder yerine kurulan Kafkas Dernekleri Federasyonu (Kaffed) yürüttüğü hak mücadelesi ve anma etkinlikleri ile 21 Mayıs bilinci pekişti.”[4]
Evlere şenlik iddialarına her satırda bir yenisini ekleyen Taymaz hızını alamıyor ve algı mühendisliğine, diasporada kamusal alandaki ilk kitlesel 21 Mayıs anma etkinliği olan ve Bağlarbaşı Kafkas Kültür Derneği, Kafkas Abhazya Kültür Derneği, Sakarya Kafkas Kültür Derneği ve (bugünkü adıyla) İstanbul Birleşik Kafkasya Derneği’nin ortak organizasyonuyla 23 Mayıs 1993’te Kefken’de gerçekleştirilen etkinliği de dahil ederek, onu da malum 125. Yıl etkinliğinin bir yansıması olarak ifade etmekten geri kalmıyor:
“1989’da düzenlenen 125. yıl anma etkinliğinden sonra 21 Mayıs etkinliklerinin sayı ve biçim olarak yaygınlaştığı görülüyor. 1993 yılı başlarında diğer derneklerde olduğu gibi İstanbul derneklerinde de 21 Mayıs etkinliklerinin dernek binaları dışında yapılması ve kamuyla paylaşılması gerektiği kabul edilerek seçenekler araştırılmaya başlandı.”[5]
Halbuki 1993 yılındaki bu ilk organizasyonla başlayarak devam eden 21 Mayıs geleneğinin oluşmasındaki asıl motivasyon, 1989-1992 yılları arasında ana vatanda yükselen 21 Mayıs bilincinin diasporaya yansımasından başka bir şey değildi. Zira 159 yıllık diaspora tarihimizin hiçbir döneminde, sergilenen hiçbir irade ana vatandaki gelişmelerden bağımsız oluşmamıştır. İlerleyen satırlarda bunun örneklerine değineceğim.
Sayın Taymaz tüm bunlarla da yetinmez ve Rus İmparatorluğu’nun resmi tarihçisi Adolf Berje’yi aratmayacak bir maharetle inanılmaz bir başka manipülasyona daha imza atar.
24 Mayıs 2009’da dönemin etkili informel gruplarından Kafkasya Forumu’nun öncülüğünde, bazı Kafkas dernekleri ile diğer informel grupların desteğiyle ve büyük bir katılımla gerçekleştirilen Taksim Rusya Konsolosluğu önündeki anma eyleminde,[6] diaspora tarihinde ilk defa kullanılan “soykırım” kavramını da, sürgün kelimesinin bile neredeyse kullanılmadığı 125. yıl etkinliğine bağlamaktan geri durmaz:
“125. Yıl Anma Programı’ndan sonra, sürgün kavramı ile birlikte soykırım kavramı da 19. yüzyılda yaşanan trajediyi tanımlamak için kullanılmaya başlandı.”[7]
Oysa ara ara da olsa çeşitli platformlarda zaten zikredilen “soykırım” kavramının ilk kez bir diaspora anma etkinliğinde temel argüman olarak kullanılması ve ardından kitleselleşmesindeki asıl neden, Rusya’nın 2006 yılında Kış Olimpiyat Oyunları için Soçi’yi aday göstermesidir. Nitekim bu olay, Çerkeslerin 21 Mayıs’la özdeşleşen travmatik anılarının yeniden canlanmasına hatta daha da alevlenmesine yol açmıştı. Çünkü Soçi, uzun yıllara yayılan Çerkes Soykırımı’nın en son ve en yoğun yaşandığı bölge olarak Çerkeslerin toplumsal hafızasında sembol bölge olmuş ve daima canlılığını korumuştu. “Soykırım” kavramının 21 Mayıs hak arama eylemlerinde politik bir argüman olarak kullanılmaya başlanmasının arka planında yatan yegane gerçek budur!
Tarih yazımında Çerkeslerin toplumsal dinamizmini tetikleyen, yön veren bu tür tarihsel bilgi ve süreçlere yer verme gereği duymayan sayın Taymaz yazısının sonuç bölümünde algı mühendisliği çalışmasını şu sözlerle perçinliyor:
“Özellikle Kaffed ve çevresi tarafından düzenlenen bilinçli ve sistemli çalışmalar sonucu artık 21 Mayıs’a ilişkin ortak bir söylem oluşmuş durumda.”
21 Mayıs bilincinin oluşması konusunda geçmişten bugüne değin yapılan toplumsal mühendislik çalışması Erol Taymaz’ın bu satırlarıyla da sınırlı kalmıyor elbette.
Kaffed’in eski başkanlarından Cihan Candemir de, “21 Mayıs gününü her yıl Kaffed öncülüğünde kitlesel törenlerle anmaktayız” diye başladığı “21 Mayıs Bilinci” başlıklı yazısında bu mühendislik çalışmasına gerekli katkıyı yapmaktan geri durmuyordu:
“21 Mayıs bilincinin oluşmasındaki en önemli girişim, Ankara’da, 1989 yılında, derneğimizce düzenlenen ‘Sürgünün 125. Yıl Anma’ etkinliğidir.”[8]
Bu söylemlerden de görüleceği üzere bu tarih yazımında, diasporadaki diğer STK’lar ile farklı formel-informel yapılar tarafından gerçekleştirilen hiçbir 21 Mayıs etkinliği anılmamakta, tamamı yok sayılmakta, kendilerinden başka hiçbir kişiye, kuruma, gruba veya sürece yer verilmemektedir!
Devam edelim…
Bir diğer örneği de Yusuf Taymaz’dan verelim. Taymaz, “21 Mayıs Değerlendirmesi” başlıklı ve 20 Mayıs 2012 Yılında Kaffed’in Beşiktaş’ta düzenlediği 21 Mayıs anma etkinliğinin duyurusunu paylaştığı bir yazısında, garip bir şekilde 11 Mayıs ile 21 Mayıs kıyaslaması yaparak “BK Çizgisi ile Dönüş Hareketinin 21 Mayıs Anma Etkinliklerine yaklaşımının farklı olduğunu” dile getirme ihtiyacı duymuştu.
Yusuf Taymaz yazısında “BK çizgisindeki siyaset için 21 Mayıs, Rusya’ya tepkilerin yoğunlaştığı ve bağımsızlık taleplerinin dile getirileceği gündür” yorumunu yaptıktan sonra “dönüşcüler, sürgünün 125. yılında, 1918 siyasetinin dışında bir tarihsel dönemi kavrayarak önem atfettiler; 21 Mayıs 1864” buyurmuş ve nihai hükmünü de şu şekilde vermişti:
“21 Mayıs Türkiye’de Çerkes Halkının bilincine bugün KAFFED’i oluşturan Kafkas Kültür Dernekleri tarafından taşınmıştır.”[9]
“Belleğin Sesi” belgeselinde son örneklerini görerek tekrar hatırladığımız bu algı aslında uzun zamandır diasporanın genelinde sorgusuz kabul edilmiş ve kanıksanmış görünüyor.
Örneğin, Murat Özden de 2013 yılında kaleme aldığı bir yazısında konuyla ilgili şu ifadeleri kullanıyor:
“1989 yılı Çerkes Tarihinde önemli kırılma noktalarından biridir … Çerkes dünyasında 125. yıla kadar “Göç, Büyük Göç” olarak anılan Çerkeslerin başına gelen bu feci olayın adı, o günden sonra sürgüne evrilmişti. Bu zihni dönüşümün öncülüğünü Ankara Kafkas Derneği yaptı.”[10]
Aslında Murat Özden’in aktardığı bilgiler de fazla iyimser, eksik ve hatalı. Çünkü “göç”, ”büyük göç” veya “zorunlu göç” gibi mahçup kavramlar 1989 yılı sonrasında dahi uzun yıllarca kullanılmış, en çok kullanan ise -ideolojik angajmanları gereği- bizzat Ankara Kafkas Derneği olmuştur.
Örneğin;
125. Yıl etkinliğinden tam 6 yıl sonra 1995’te Ankara Kafkas Derneği tarafından yayınlanan Özdemir Özbay imzalı “Dünden Bugüne Kuzey Kafkasya” adlı kitapta “göç” ifadesi bolca kullanılmaktadır. Bazılarını akratayım:
“…Rus kaynaklarına göre göçten sonra Kuban bölgesinde genel nüfusun %6 kadarını oluşturan 87 bin Adığe kalmıştı… 1860-1861 yıllarında Khaberdey bölgesinden 10 bin kişi Osmanlı topraklarına göç etti… Rus hükümeti Beloreçensk Hattı (Belaya Batısı) ile Karadeniz arasındaki Adığeleri, aldığı karar gereği zorla göç ettirdi… Rus kaynaklarına göre, 1858-1865 yılları arasında Karadeniz kıyı limanlarından göç edenlerin sayısı 493 binden çoktur…”[11]
Üstelik bu kitap, yayıncısı olan Kafkas Derneği’nin ilk sayfada yer alan tanıtım yazısında da belirttiği üzere “Sürgünün 130. Yılı Anma ve Değerlendirme Etkinlikleri” çerçevesinde hazırlanıp yayınlanmıştı!
Örneğin 125. Yıl etkinliğinden sekiz yıl sonra 1997’de yine Ankara Kafkas Derneği tarafından yayınlanan Batıray Özbek imzalı “Çerkesler” adlı kitapta da sürgün konusu “Çerkeslerin Dramatik Göçü”[12] başlığı altında incelenmiş, Çerkeslerin yaşadığı büyük trajedi kitabın başından sonuna kadar “göç” adı altında işlenmiştir.
Örneğin Kafdağı Dergisi’nin 1991 yılı 43-48 sayısında “1864 Büyük Kafkas Göçü” gibi çok sayıda “göç” vurgusuna rastlamak mümkündür;
“Göç ederken bile dönüş umutlarını yitirmemişlerdi. Göçettiler bir gün dönebilmek için. Göç, dönüş içindi. Göçün üzerinden 126 yıl geçtiği halde dönüşün dayanılmaz özlemi hiç terketmedi kalplerimizi.”[13]
Örneğin Nart Dergisi’nin 1997 yılı 2. sayısında “133. Yılın Ardından” başlıklı yazıda da yer verildiği gibi göç/zorunlu göç ifadeleri 2000’li yıllara kadar Kaf-Der yayınlarında çok sık olarak kullanılmıştır;
“Kafkas Sürgünü'nün (zorunlu göçünün) bir tarafı Rus Çarlığı ise diğer tarafı da Osmanlı İmparatorluğudur” ... “Osmanlı İmparatorluğu’na göçün gerçekleştiği tarihlerde göçmenler” ... “1864 göçünden itibaren bu ülke toprağına dört neslimizi gömdük.” [14]
Şayet iddia edildiği gibi sürgün kavramının kullanılması 125. yıl etkinliği ile başladı ise iddia sahiplerinin bu gibi sayısız örneği nasıl açıklayacağını doğrusu merak ediyorum!
Yeri gelmişken şu notu da düşeyim; Zira Ankara Kafkas Derneği o tarihlerde “Göç mü, Sürgün mü” tartışmaları yapıp, tarihsel trajediyi “göç” adıyla işleyen yayınlar yaparken, derneğimizin yayın organı olarak 1994 yılında İstanbul’da çıkardığımız ve benim de Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yaptığım Yedi Yıldız dergisinin ilk sayısında “soykırım ve sürgün” gerçeğine şu satırlarla vurgu yapma gereği duymuştuk:
“...Diaspora ayrı bir kimlik değil, işgal ve 1864 sürgün dinamiklerinin ürünüdür”… “Ne Kafkasya'dan sürgün yoluyla çıktığımızı kabul etmeyen Moskova yanlısı anlayış ne de Osmanlı'nın diasporayı bağrına bastığını iddia eden teslimiyetçi yaklaşım çözüm olabilir”… “Sovyet sistemi, yıktığını iddia ettiği Çarlığın Kuzey Kafkasya üzerine tez ve uygulamalarını sürdürmüştür: Kuzey Kafkasya'nın sömürge statüsü değişmemiştir; self-determinasyon ilkesi kağıt üzerinde kalmıştır; resmi eğitim sistemi Kafkas-Rus savaşlarını, işgali, soykırımı, sürgünü öğretmemiştir...”[15]
Yine 1994 yılında 21 Mayıs içeriklerine dair görüşlerimizi de tüm kişi, kurum ve inisiyatif gruplarına ulaştırmış, 21 Mayıs söylemlerinde sürgün kavramının öne çıkarılması için toplumun tüm kesimlerini önemle uyarma ihtiyacı duymuştuk. Zira bu durum sadece söylem ve yayınlarla ibaret kalmıyor, anma etkinliklerinin içeriğine kadar sirayet ediyordu.
Ki, bizim bu yayın ve uyarılarımızdan uzun yıllar sonra bile "sürgün bilincini biz oluşturduk!" iddiasındaki Ankara KKKD kadrosu yukarıda da belirttiğim gibi 2000'li yılların başına değin “göç” kavramı etrafında dolanıp duruyor, yayınlar yapıyordu! Bunları da tarihe not düşmüş olalım!
Yalan tarih yazımının diğer örneklerine kaldığımız yerden devam edelim…
Kafkas Dernekleri Federasyonu Youtube kanalında “Güney Marmara'da 21 Mayıs Bilincinin Gelişmesi – Kimliğin Yeniden İnşası” adıyla yayınlanan belgesel çalışmada konu ile ilgili yine şu bilindik ifadeler kullanılır:
“1989 yılında Ankara’da yapılan sürgünün 125. yılı etkinliğinin rüzgarı hiç gecikmeden Güney Marmara’ya ulaştı. Bugün bölgede her 21 Mayıs, ruhuna uygun anılıyorsa eğer, tohumları o günlerde atılmıştır.”[16]
Güney Marmara örneğine ve 21 Mayıs’ın ruhuna uygun anılıp anılmadığı konusuna ilerleyen satırlarda ayrıca değineceğim. Ki etkinliklerin, belgeselde anlatıldığı gibi 21 Mayıs ruhuna uygun olup olmadığını da hep birlikte göreceğiz!
Oluşturulan bu algının toplumun tüm kesimleri tarafından nasıl kanıksandığını göstermesi açısından bir diğer örnek daha vereyim. Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun bu yıl düzenlediği “Çerkes Soykırımı ve Sürgünü 159. Yılı Paneli”nde söz alan federasyon başkanı sevgili Ümit Dinçer de konuşmasının başında, biraz daha kapsayıcı ifadelerle de olsa aynı şablon ifadeleri tekrar etmiştir:
“Belki de kendimizi bildik bileli sürgünlük halimizin olduğunu biliriz ama bunun ete kemiğe büründüğü sürgün ve soykırım konularının, dünya Çerkeslerinin, diaspora Çerkeslerinin hepsinin gündemine oturduğu yerlerden bir tanesi Ankara ve Ankara Çerkes Derneği’nin, Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun çabaları, katkıları ve toplumun bu konudaki hassasiyetiyle olmuştur.”[17]
İlginçliği açısından son bir örneği de 2007 yılında Kafdav Yayınları’ndan çıkan ve Muhittin Ünal tarafından yayına hazırlandığını tahmin ettiğim “Tüm Eserleriyle Mehmet Fetgeri Şoenü” isimli kitaptan vereyim.
Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti (1908-1923), Şimali Kafkas Cemiyeti (1918-1919), Kafkasya Dağlıları Halk Partisi (1926-1939) üyesi de olan Şoenü, kitaba konulan “Kara Gün” başlıklı makalesinde Çerkes Sürgünü’nü ve bu sürgünle özdeşleşen 21 Mayıs tarihini duygu yüklü, dramatik bir üslupla işlemiştir. 1927 yılında kaleme aldığı bu makalede ‘21 Mayıs’ tarihini eski-yeni takvim farkından dolayı doğal olarak ‘2 Haziran’ olarak anmaktadır.
Ancak makalenin sonuna bu konuyla ilgili iliştirilen trajikomik not, maalesef bu kadroların Çerkeslere ilişkin her süreci nasıl kendilerine yonttuklarına dair komik ve ibretlik bir örnek teşkil etmiş:
“Not (1) Yazarın 2 Haziran 1864 olarak verdiği Çerkes Sürgünü tarihi, 20 Mayıs 1991 günü Dünya Çerkes Birliği'nin kuruluş kongresinde bilim adamlarının ve tarihçilerin açıklamaları sonucunda 21 Mayıs 1864 olarak kabul edilmiş ve ilk anma töreni de bir gün sonra 21 Mayıs 1991 tarihinde Nalçık Stadyumunda gerçekleştirilmiştir. Bu gün de Kafkasya'da ve Diasporada aynı tarihe itibar olunmaktadır.”[18]
Gördüğünüz gibi sanki 21 Mayıs tarihi Mehmet Fetgeri Şoenü’dan itibaren 1991 yılına kadar hiçbir yerde zikredilmemiş, Aşemez Derneği, Adıge Xase, Koşhable Forumu vb. örgütlerimiz bu tarihe kadar hiç 21 Mayıs dememiş, sanki Kafkas Halkları Konfederasyonu 1990 Mayıs’ında “Kafkas-Rus Savaşı’nın bitiş tarihi olan 21 Mayıs 1864, Sürgün kurbanlarını anma günü olarak ilan edilmelidir” kararı almamış, sanki Şoenü'nün “sürgün” faciasını ilişkilendirdiği 2 Haziran günü miladi takvime göre 21 Mayıs’a denk gelmiyor da, kendileri Dünya Çerkes Birliği toplantısında Şoenü’nün büyük hatasını 21 Mayıs olarak düzeltmişler, diasporadaki ve hatta Kafkasya’daki tüm Çerkesler de sürgün yıl dönümü tarihi olarak onların aldığı bu karara uymuş!.. Gülsek mi ağlasak mı bilemedim!..
Daha verilecek yığınla örnek var ama bu kadarı da yeterli olur kanaatindeyim. Tüm bu yazılıp çizilenler ve oluşturulan algı, Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels’e atfedilen “Bir insana, yalan olsa bile, bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur” sözünün adeta vücut bulmuş hali.
Neden mi böyle söylüyorum? Çünkü;
21 Mayıs bilinci oluşmasının ve o günden bu güne tüm sürgün anma etkinliklerinin kaynağı olarak gösterdikleri 1989 yılındaki etkinliğin adı, lanse ettikleri gibi “Sürgünün 125. Yılı Anma Etkinliği” değil, “125. Yıl Kültür Haftası” idi.
Yine bugün iddia ettiklerinin aksine bir “Sürgün anma programı” olmadığı için Mayıs ayı yerine Ekim ayında düzenledikleri etkinliğin adı, sonuç deklarasyonunun başlığında “Çerkes Kültür Haftası”[19], içeriğinde de “Kuzey Kafkas Kültür Haftası” olarak geçmektedir.
Yine aynı deklarasyonda bu etkinliğin düzenlenme amacı da şu ifadelerle aktarılmaktadır: “Bu toplantının amacı kaybolmaya yüz tutmuş folklor, dil ve adetler gibi kültür öğelerimizi tartışarak, en azından, geride kalanları yaşatmanın yollarını aramaktır.”[20] Kendi kurumlarının yayın organında kendi ifadeleri ile sadece “Çerkeslerin ulusal-kültürel öğelerindeki değişim ve yok oluşun tartışıldığı”[21] bir toplantılar bütünü idi. İşin özü; başlangıç duyurusu, içeriği ve sonuç bildirgesinden de anlaşılacağı üzere etkinliğin asıl teması ve öznesi “sürgünün 125. yılı” değil, “sürgündeki hayatımızın 125. yılı”dır.
Daha da ilginç olanını söyleyeyim; “21 Mayıs bilinci”nin başlangıç tarihi olarak hafızalara yerleştirmeye çalıştıkları bu etkinlik boyunca ne yapılan konuşmalarda ne de etkinliğe dair deklarasyonda, -altını çiziyorum- ‘21 Mayıs’ tarihi tek bir kez bile geçmemektedir. Üstüne üstlük ne sürgünün faili olan Rus İmparatorluğu’nun, ne de 1989 itibarıyla mirasçısı olan Sovyet Rusya’nın adı deklarasyonda tek bir kere geçmez.
Tüm bu gerçeklere rağmen Çerkeslerin uğradığı bu büyük tarihsel haksızlığın failinden tek bir kere bile bahsetmedikleri, 21 Mayıs tarihini tek bir kere bile anmadıkları, adı bile “Kültür Haftası” olan bir etkinlik üzerinden “21 Mayıs bilinci” oluşturduklarını büyük bir maharetle iddia etmektedirler!
Oysa 1989 yılındaki bu etkinlikten dört ay önce 5 Mayıs 1989’da başkanlığını değerli thamade Nalo Zavur’un başkan yardımcılığını Hatajuko Valeri’nin yaptığı Nalçik merkezli Aşemez Derneği 21 Mayıs’ın 125. Yıl Dönümü’nü anmak için Nalçik Şehir Yönetimi’ne dilekçeyle başvurmuş, anma etkinliği Nalçik Dram Tiyatrosu’nda gerçekleştirilmişti.
Fakat temel gayelerini “ana vatanla bütünleşmek” olarak açıklayanlar, 125. yıl güzellemelerinin tamamında ana vatandaki bu ilk anma etkinliğini es geçmişler, ne bu etkinlikte ne de tarih yazımlarında tek bir kere bile değinme gereği duymamışlardır.
Ana vatana dair verdikleri örneklerde, ne 1989’daki Aşemez Xase’nin anma etkinliğinden, ne 1990 yılındaki Adıge Xase’lerin düzenlediği Koşhable Forumu’nda alınan genocide (soykırım) kararından, ne yine aynı yıl Kafkas Halkları Konfederasyonu’nun 21 Mayıs’ı Anma ve Yas Günü ilanı, soykırım başvurusu ve 30 bin kişinin katılımıyla gerçekleştirdiği etkinlikten, ne de 1992’deki I. Tüm Adıgeler Kongresi’nin aldığı soykırım kararından tek satır bile bahsetme gereği duymamışlar, yok saymışlar, yok saymaya da devam etmektedirler. Çünkü bu yapıların hiçbiri kendi zihniyetlerinin temsilcisi değildir. O yüzden 1991 yılında kuruluşu gerçekleştirilen ve kendilerinin mensubu oldukları DÇB’nin 1991’de düzenlediği etkinlik onlar için milat kabul edilmektedir; yani diasporada da, ana vatanda da varsa yoksa sadece kendileri!
Şimdi gelelim 21 Mayıs bilinci oluşturduk diyenlerin o dönemlerde yaptıkları etkinlik örneklerine...
Yukarıda, Kafkas Dernekleri Federasyonu Youtube kanalında yayınlanan ve “Güney Marmara'da 21 Mayıs Bilincinin Gelişmesi – Kimliğin Yeniden İnşası” adlı belgesel çalışmaya değinmiş ve bölgede 21 Mayıs’ın ruhuna uygun anılıp-anılmadığı konusuna ilerleyen satırlarda değineceğimi belirtmiştim.
Bu nasıl bir bilinç ki, yayınlarında, “1989 yılında Ankara’da yapılan sürgünün 125. yılı etkinliğinin rüzgarı hiç gecikmeden Güney Marmara’ya ulaştı. Bugün bölgede her 21 Mayıs, ruhuna uygun anılıyorsa eğer, tohumları o günlerde atılmıştır” diyenler, anılan etkinlikten -dile kolay- tam 12 yıl sonra 2001 yılında, 21 Mayıs’ın 137. Yıl dönümünü şarkılarla, türkülerle, danslarla ve hatta mahalli düğünlerle (Adıge Ceg’u) kutlayacaklarını ilan etmişlerdi.
Ankara Kafkas Derneği (Kaf-Der) Marmara Bölgesi Şubeleri tarafından organize edilen bu yakışıksız anma etkinliği derneğimiz gençlik kolları tarafından “Ana’ya İhanet”[22] başlıklı sert içerikli bir yazı ile protesto edilerek kamuoyuna mal edilmiş, diasporada büyük tartışma yaratmış, konu kamuoyu tepkisi haline dönüşmüştü.
Oldukça sert üslupla dile getirilen o günkü tepki ve ardından başlayan yoğun tartışmalar, diasporada sürgün bilincinin yerli yerine oturması noktasında bir kırılma anı olmuştur. İşte derneğimiz gençlik kollarının başlattığı bu tartışmalarla başlayan süreç diasporada gerçek manada 21 Mayıs bilinci oluşmasının asıl miladıdır!
Kaf-Der yönetiminin İstanbul Birleşik Kafkasya Derneği Gençlik Komisyonu tarafından yayınlanan sert yazıya ve kamuoyunda oluşan yoğun tepkiye ilişkin yaptığı açıklamada, programa müdahale etmek yerine adeta etnoside karşılık gelen bu kepazelik şu evlere şenlik satırlarla savunuldu:
“…Kaldı ki oyunlarımız ve şarkılarımız toplumumuzun kültüründe hiçbir zaman sadece bir eğlence aracı olmamıştır. Geçmişte atalarımız, günümüzde ise Çeçenler ve Abhazlar savaş içinde dansı ve şarkıları ihmal etmemiştir. Çünkü şarkılarımız ve oyunlarımız aynı zamanda bir ibadet şeklidir, motivasyon aracıdır ve yokoluşa karşı direniştir...”[23]
Oysa bırakın dans-ibadet komedisini, Abhazların ya da Çeçenlerin veya Kafkasyalıların herhangi bir cenazede düğün yapıp dans ettiğine dair tek bir örnek yoktur, olması da mümkün değildir!
İstanbul BKD Gençlik Komisyonu’nun itirazında, “21 Mayısları gelenekselleştirdiğini ifade eden Kaf-Der üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli, diaspora tarihine kara leke olarak geçecek bu programa müdahale etmelidir” şeklindeki vurgularından da anlaşılacağı üzere Kaf-Der’in 21 Mayısları gelenekselleştirdiği iddiası o tarihte bile gündemdeydi. Ancak etkinliklerinin içeriğine bakıldığında oluşturduklarını iddia ettikleri 21 Mayıs bilincinin de aslında “ne” olduğu bugün bile tartışılmayacak derecede nettir!
Fakat maalesef bununla da bitmedi!
Bu yoğun tartışmaların ardından kitlesel bir kabule ulaşmış olan “ruhuna uygun sürgün anma bilinci”ne rağmen yine Ankara Kafkas Derneği’nin bir başka şubesi iki yıl aradan sonra benzer bir etkinliğe daha imza atmaktan geri durmadı! Kaf-Der Pendik Şubesi, 125. Yıl etkinliğinden -altını çiziyorum- tam 14 yıl sonra, 2003 yılında, 21 Mayıs’ı yine halk dansları ve mahalli düğün eşliğinde “kutlamayı(!)” tercih etti.
Yine İstanbul BKD gençliği tarafından başlatılan itirazlar sonucu, 2001 yılında gösterilen toplumsal tepkiler aynı şiddette tekrar devreye girmiş, bu rezillik de oluşan toplumsal duyarlılık ve sergilenen irade sayesinde engellenmişti. Ve bu son örnekten sonra bir daha da hiçbir kişi ve kurum bu tür bir rezilliğe cesaret edememiş ve o tarihten itibaren 21 Mayıs’lar Kaf-Der şubeleri tarafından da ruhuna uygun anılmaya başlanmıştır.
İşte bu yüzden, 90’ların başından itibaren toplumda var olan adabına uygun “anma” bilincinin, “kutlama şenlikleri"nde ısrar eden Kaf-Der şubelerini de kapsayacak şekilde diasporanın tamamına yerleşmesi ancak 2003 yılında mümkün olabilmiştir!
Görüleceği üzere tüm söylem ve iddialarının aksine, Kaf-Der’in 21 Mayıs bilinci oluşum sürecine katkısı maalesef negatif yönde olmuştur!..
Sürgün bilincinin oluşması ve yaygınlaşmasında 1989 yılındaki 125. yıl etkinlikliğini milat sayan zihniyetin, tarih yazımında bu örnekleri gözlerden kaçırması, saklaması bizler için elbette sürpriz değildir. Ancak tüm bu dönemsel gerçeklikleri kamuoyumuzun ve özellikle yeni nesillerimizin bilmesi ve hatırlaması şarttır.
Böylelikle, “sürgün” ile “düğün/eğlence” kavramlarını yan yana kullananların, oluşturmaya çalıştıkları algının aksine 21 Mayıs bilincine gerçek katkılarının(!) “ne” olduğu daha net anlaşılacaktır.
Bir diğer konu da yine tüm bu iddialarının tam tersine, “dönüşçü” kadroların 2000’li yıllara kadar -bırakın soykırım kavramını- “sürgün” kavramını dahi kullanmama konusundaki bilinçli tercihi ve tutarlılığıdır. Bu ideolojik tercih, aslında Sovyet sisteminin ana vatan ve diasporadaki “Ulusal Hareketleri Sovyetleştirme Politikası”[24] ekseninde başlatılan kamu diplomasisinin Ankara KKKD kadrolarını tamamen kuşatan etkisinden başka bir şey değildi.
1970’lerin ilk yıllarından itibaren Ankara KKKD bünyesindeki “dönüşçü” kadroların Sovyet aparatlarıyla kurdukları ilişkilerin de etkisiyle Sovyet Rusya’yı sevimli gösterme, sıklıkla “göç” kavramını kullanmak suretiyle Rusya’nın sürgün suçunu hafifletme, çoğu zaman hedef saptırıp bu suçu başkalarına ihale etme, “bu bir göçtür, hatta kaçıştır” şeklindeki Pravda tezlerini kitlelere aktarma, kısaca Moskova’nın kurduğu denkleme diasporada işlerlik kazandırma olarak özetleyebileceğiz çabalarını arşivlerde yığınla görmek mümkündür.
Hepsini zikretmeye kalksak bu sayfalara sığdıramayız.
Bu dönemlerde Kafkas diasporasına yönelik kitap, dergi gibi yayın faaliyetlerinin yanı sıra tiyatro gibi sanat dalları dahi propaganda aracı olarak kullanılmış, büyük felaketin Osmanlı Devleti’nin teşvik ve tahriki, feodal beylerle din adamlarının Osmanlı Devleti’yle yakın işbirliği neticesi halkın kandırılarak göçürülmesi şeklindeki Sovyet tezleri aynı kadrolarca yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır.
1864 öncesinde yaşanan soykırımı ve insanlık dramını görmezden gelerek “tarih”i çarpıtmaya kalkanlar bir asır sonra bile soykırım ve sürgünün müsebbibi Rusya’nın suçunu hafifletmeye yeltenmişler; soysuz bir tezi seslendirerek, bu büyük trajediyi örtme gayretini alenen sergilemişlerdi.
Elbette bu tavrın arka planında, ideolojik kaygıların yanı sıra az önce değindiğimiz “Ulusal Hareketleri Sovyetleştirme (Ruslaştırma) Projesi” kapsamında “SSCB dışında yaşayan diaspora gruplarını nötralize etmek, bunlar arasında Sovyet yanlıları oluşturmak, var olanları desteklemek ve güçlendirmek” amacıyla oluşturulan, KGB’nin paravan kuruluşu “Rodina Derneği”[25] üzerinden kurulan ve yürütülen ilişki ağının büyük etkisi vardı. Rodina üyelerinin 1971’den başlayarak devam eden Ankara KKKD’yi ziyaretleri, dönemin Ankara KKKD kadrolarının Kafkasya gezi notları ve bu gezilere dair geçmiş yıllarda kamuoyuna sızan Hafitse Muhammed imzalı espiyonaj[26] belgelerinden, kurulan ilişkinin içeriğini anlamak hiç zor değildir.
Nitekim 1989 yılının Temmuz ayında merkezi Moskova’da bulunan Rodina Derneği’nin davetlisi olarak Kafkasya gezisine çıkan dönemin dönüşçü kadroları, Aşemez Derneği’nin Nalçik’te ilk 21 Mayıs etkinliğine imza atmasından yaklaşık iki ay sonra bu derneğin toplantısına da katılmıştı. Bu toplantıyla ilgili aktardıkları izlenimlerinin son cümlesinde bunun ipuçlarını da görmek mümkün;
“…Aşemez Derneği’nin bu ödünsüz kararlılığını, daha hoşgörülü bir demokratik anlayış, daha esnek bir politik yaklaşım içinde ve sabırla sürdürmesi halinde giderek güçleneceğine ve ulusal politika oluşturulmasında daha belirleyici olabileceğine yürekten inanıyoruz.”[27]
Zira bu geziden yaklaşık iki ay sonra Ankara’da düzenlenen “125. Yıl Kültür Haftası”na, Aşemez Derneği, Adıge Xase ve Kafkas Dağlı Halkları Birliği gibi milli oluşumları kuran, yön veren Nalo Zavur, Musa Şenibe, Abrec Almir, Hatajuko Valeri vb. gibi dönemin etkili Adıge Halk Hareketi mensuplarını değil, Sıkhun Hasan, Çepaye Murat gibi Rodina Derneği referanslı “nomenklatura” mensuplarını davet etmesi, Ankara KKKD’nin tarafını ve niyetini göstermesi bakımından dikkat çekicidir…
1989 yılı, Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başladığı, Kafkasya’da politik hareketlenmelerin yoğunlaştığı, ulusal taleplerin cesaretle dile getirildiği, soykırım ve sürgünün tanınması yönünde adımların peş peşe atılmaya başlandığı bir dönemdi.
Tüm bunlar dikkate alındığında, sürgünün failinden tek kelime bile bahsedilmeyen, bütün çerçevesi “muhacerette kaybolmaya yüz tutmuş folklor, dil ve adetler gibi kültürel öğeleri yaşatmanın yollarını aramakla”[28] sınırlı tutulan 125. Yıl etkinliğini, Türkiye diasporasının ana vatanda yoğunlaşan politik sürece eklemlenmemesi için adeta bir ön alma girişimi olarak düşünmek zorlama bir değerlendirme olmayacaktır! Hele bu sürecin geçmişteki bir benzeri olan Rus İmparatorluğu’nun yıkıldığı 1917-1918 dönemi diaspora ile ana vatanın politik birlikteliği tecrübesi de düşünüldüğünde!
Nitekim benzer ön alma girişimlerine, 21 Mayıs bilincinin gitgide geliştiği dönemlerde de rastlamak mümkün. Özellikle “sürgün”le beraber “soykırım” söyleminin de yavaş yavaş yükselmeye başladığı yıllarda karşımıza çıkan şu örnekler bunu görmek ve anlamak için sanıyorum yeterli olacaktır.
Örneğin Fahri Huvaj, soykırım ve sürgünün faili ve mirasçısı Rusya’nın yoğun şekilde eleştirilmesinden duyduğu rahatsızlığı 2006 yılında yazdığı şu satırlarla dile getirmiş, geçmişten günümüze hiç sapmadan yürüdüğü çizgiye layık tavırlarından birini daha sergilemişti:
“Unutulmamalıdır ki, Rusya Federasyonu, ulusal-kültürel haklar konusunda dünya genelinde çağdaş uygarlık düzeyini temsil edebilecek birkaç temel uygulamadan birini, belki İsviçre’den sonra ikinci sırada örnek gösterilebilecek bir uygulamayı ve anlayışı temsil etmektedir.”[29]
Bu ilginç satırların yorumunu okuyucuya bırakıyorum!..
Yine bugün, “21 Mayıs bilincinin oluşmasındaki en önemli girişim, 1989 yılında derneğimizce düzenlenen Sürgünün 125. Yıl Anma etkinliğidir” cümlesinin sahibi Cihan Candemir ise, manipülasyon becerisinde Fahri Huvaj’dan aşağı kalmadığını 2008 yılında Kaffed Başkanı sıfatıyla Kefken’deki 21 Mayıs etkinliğinde yaptığı konuşma ile adeta teyit etmişti:
“İşte şimdi biz 21 Mayıs'ı yaşadığımız topraklardaki barış ve kardeşliğimizin başlangıç günü anlamına geldiği bilinciyle paylaşmalıyız … Bu durumda 21 Mayıs'lar, içinde yaşadığımız iki büyük ülkenin dostluklarının önemini bize hatırlatıyor. 21 Mayıs'ın tarihi hatalarını taraflar olarak kabullenerek, barış ve dostluk günü haline getirmemiz gerekiyor. Türkiye'de yaşayan Çerkes toplumunun üst örgütü Kafkas Dernekleri Federasyonu olarak bu anlamı önemsiyoruz ve sonuna kadar destekliyoruz.”[30]
“21 Mayıs’ın tarihi hatalarını taraflar olarak kabullenmek!”, “barış ve dostluk günü!” gibi 21 Mayıs olgusunu çarpıtmaya, ruhsuzlaştırmaya ve içini tamamen boşaltmaya dönük bu mesnetsiz ifadelerin, soykırım kavramının politik bir argüman olarak dillendirilmeye başlandığı bir dönemde Kaffed başkanı tarafından kullanılması elbette tesadüf değil, bilinçli bir tercihti.
Bu konuşma, hem Kaffed’in 21 Mayıs kavramına yüklediği anlamın daha net görülmesi hem de diasporada 21 Mayıs bilincine dair bir kırılma noktası oldu. Aktörlerinin beklentisinin aksine, oluşturduğu tepkiyle beraber diasporada 21 Mayıs bilincinin daha da artmasına ve gelişmesine pozitif yönde katkı sağladı. 2006 yılında soykırımın sembol merkezi Soçi’nin Kış Olimpiyatları için aday gösterilmesinin hemen ardından ortaya konan bu tavır ve söylem büyük tepkiyle karşılanacak, “soykırım” iddiası diasporanın aktif gençleri tarafından daha da gür dillendirilmeye başlanacak, bir yıl sonraki “soykırım” temalı ilk 21 Mayıs etkinliğine giden yolun motivasyonunu daha da artıracaktı.[31]
* * *
Diğer yandan aynı kadrolar 2009 yılından itibaren artık kamulaşan “soykırım ve sürgün” ifadesini ters yüz edip “sürgün ve soykırım” şeklinde kullanarak 1864 öncesi dönemlerde yaşanan insanlık dramını örtmeye gayret etmişlerdir.
Örneğin Yusuf Taymaz 2010 yılının Mayıs’ında marje mail platformunda yayınladığı ve “BK Çizgisinin ve Dönüş Hareketinin 21 Mayıs Anma Etkinliklerine yaklaşımı da farklıdır. Dönüşcüler için 21 Mayıs halkı ile buluşmak, 21 Mayısı “sürgün ve soykırım” sonuçları ile anmak ve kitleselleşen bu etkinlikte geleceğe umudu yeşertme günüdür. Bu gün bütün Muhaceretin ve Rusya’nın demokrat unsurlarının katılımı ile Çerkesya ve Kafkasya halkları ile birlikte anılacağı gündür” dediği yazısının devamında soykırımın suçlusu olarak bakın nereyi işaret ediyor:
“Oysa sürgün, Çerkes soykırımının gerçekleştirilme yolu ve yöntemidir. Soykırımın sürgün yolu ile gerçekleştirildiğini görmeyenler Wubıh halkının başına gelenleri de göremezler. Adige ve Abaza halklarının muhaceret ve anavatanda bu sürgün nedeni ile soykırıma uğradığını algılayamazlar … Ve soykırımın tek muhatabı olarak Rusya’yı gösterirler.”[32]
Buna bir örnek de 2005 yılında Kafkas Dernekleri Federasyonu tarafından yayınlanan “Biz Çerkesler” adlı kitapta “soykırım” kavramı 1864 öncesi yaşanan insanlık dramını kapsamayan şu ifadelerle anılır:
“Gerçekte bu sürgün bir soykırım niteliğine dönüştü. İşte bu nedenle 21 Mayıs 1864 günü Çerkeslerin yas günüdür.”[33]
* * *
“125. Yıl Kültür Haftası” bir sürgün anma etkinliği olmadığı gibi, Kafkas-Rus savaşları ve sürgün konuları da faili Rusya’dan tek kelime bahsetmeden sosyo-kültürel konular arasında utangaç ve mahçup ifadelerle işlendi ve konuşuldu. Hepsi bu kadar.
Bu toplantılarda ve sonrasında açıklanan deklarasyonda bizim bugün anladığımız anlamda örneğin; “21 Mayıs Çerkeslere uygulanmış soykırım ve sürgünün anma günü olarak kabul edilmelidir” şeklinde bir cümleyi bulamazsınız. Hatta “21 Mayıs” tarihi bile hiç geçmemektedir yapılan konuşmalarda ve açıklanan deklarasyonda. Çarlık Rusyası’nın işgal, soykırım ve sürgün politikaları açıkça eleştirilmediği gibi Çarlık Rusyası’nın adı da deklarasyonda hiç geçmez. Biz 300 yıllık bağımsızlık savaşını gölgelerle yapmışız sanki...[34]
İçeriğinden de anlaşılacağı gibi etkinliğin asıl teması aslında “sürgün edilişimizin 125. yılı” değil “muhacerette oluşumuzun 125. yılı”dır. Nitekim sonuç deklarasyonunda sürgün kelimesi geçen dört cümleyi okuduğunuzda ne demek istediğimi de açık ve net anlayacaksınız:
“Anavatanlarından ayrı ülkelerde yaşayan Çerkeslerin en büyük sorunu, sürgünde yaşamalarıdır.”
“Dünya uluslarının bir araya gelerek oluşturdukları Birleşmiş Milletler teşkilatınca kabul edilen, ulusların ulus olma özgürlükleri ve yaşama hakları, sürgünde olan Çerkesler için bugün de gündemde değildir.”
“Bugün folklorumuzun ve kültürümüzün kökü anavatan Kafkasya’da olduğundan, onların meydana getirdikleri güzellikleri, çalışmaları, sürgünde yaşayan Çerkeslere ulaştırmayı görev bilen bir komiteye ihtiyaç vardır.”
“Anavatan ile sürgündeki Çerkeslerin yaşadıkları ülkeler arasında ilişkilerin güçlü olması dileğimizdir.”[35]
Sözde “Soykırım ve Sürgünün 125. Yılı”(!) etkinliğinin yine aynı sonuç deklarasyonunda kimler tarafından nasıl soykırıma maruz kaldığımız, kimler tarafından ne şekilde sürgün edildiğimiz konusu da şu veciz ifadelerle açıklığa kavuşturulmaktadır!
“…Çerkesler bir çok kötü tarihsel dönemler de geçirmişlerdir. Bir çok ulus onlara savaş açmış, bir çok salgın hastalıklara maruz kalmışlardır. Bu felaketler yüzünden, yüzyıllık emeğin ürünü olan yazınsal eserler kaybolmuştur. Açılan savaşlar sonucunda, kendi öz topraklarını terk etmek zorunda bırakılan Çerkesler, günümüzde tam 45 ülkede yaşamaktadırlar…”
Yanlış okumadınız! “Bir çok ulus Çerkeslere savaş açmış, açılan savaşlar sonucunda Çerkesler kendi öz topraklarını terk etmek zorunda bırakılmış!” Buyrun size 21 Mayıs bilinci!..
Yine aynı etkinliğin altıncı günü Ankara KKKD amatör tiyatro grubu tarafından sahnelenen oyunda da, soykırım ve sürgün bilinci aynı çarpıtmadan nasibini almıştı. Shaptlekho His’in yazdığı “Zamansız Ölümün Dansı” adlı bu tiyatro oyunu[36] izleyicilere -senaryosuna da uygun düşen- şu sözlerle takdim edildi:
“…Rus Çarı’nın, Osmanlı Sultanı’nın ve İngilizlerin zulmünün bir sonucu olarak Kafkasyalıların ana vatanlarını terk etmesinden bu yana 125 yıl geçti...”
Rusların soykırıma dönüşen işgal ve istila girişimi yerine Çerkeslerin uğradığı büyük katliamın İngiltere ve Osmanlı’nın kışkırtması sonucu gerçekleştiği; aslında Çerkesler vatanlarını işgal eden Ruslarla barış içinde gül gibi geçinecekken İngiliz ve Osmanlıların, -özellikle feodal beyleri ve din adamlarını kullanarak- Ruslarla savaşmaya kışkırttıkları ve büyük katliama onların sebep oldukları; Osmanlı’ya yapılan göç(!) yolculuğunun Giranduk Berzeg gibi güya kendi çıkarlarını önceleyen bir takım önderlerin aldığı bir kararla gerçekleştiği gibi baştan sona çarpıtma ve yalanlar üzerine kurgulanmış Sovyet propaganda üretimi bu tiyatro eseri(!) 125. Yıl etkinliğinde sahnelenirken ana vatandaki kurumlarımız ve insanlarımız “soykırım ve sürgün” temalı toplantılar tertipliyor, “tazmin”ine dönük talepleri failine karşı gür sesle dile getiriyorlardı.
Görüleceği üzere, aktardığımız tüm bu bilgilere ve aslolan tüm gerçekliklere rağmen tarihi ters yüz edip büyük bir toplumsal kabulle kitleselleşen soykırım ve sürgün bilincini böylesi içerikteki bir etkinlik ile başlatıp bir de üstüne sadece kendi çabalarıyla oluşmuş gibi kurgulayanların yarattığı algı hiçbir tarihsel gerçeklikle örtüşmemekte, tam tersine sürecin çoğu dönemiyle tamamen zıt düşmektedir.
Çok gerilere gitmeye gerek bile yok aslında…
Geçtiğimiz yılki (2022) Kaffed Tüzük Kurultayı’nda mevcut yönetimin, amaç maddesinde, “21 Mayıs 1864 Çerkes Soykırım ve Sürgününün tüm dünyaya tanıtılmasını ve tanınmasını; Soykırım ve Sürgün nedeniyle oluşan hak kayıplarının telafi edilmesini … sağlamak” şeklindeki değişiklik önerisine şiddetle itiraz eden Fahri Huvaj’ın "bu maddeleri bu şekliyle kabul edersek Rusya'yı çok kızdırırız"[37] çıkışı ve blok halde bu maddenin tüzükte yer almasını engellemeleri, bu kadroların “soykırım ve sürgün bilincini biz oluşturduk” yalanlarına gösterilecek en taze, en somut ve en ibretlik örnektir!
Velhasılı;
Geçmişten bu güne tüm söylem ve eylemleriyle soykırım ve sürgün kavramlarının içini boşaltarak adeta Rusya’nın “toprak işgalinden” sonra başlattığı “zihnin işgali” projesinin diaspora ayağını oluşturan ve bugün bunu DÇB işbirliğiyle devam ettiren bu kadroların kolektif belleğimizi çarpıtma çabaları elbette boşuna değildir!
Ve bu yalan tarih yazımı da, bütün ayak diremelerine rağmen “21 Mayıs Çerkes Soykırım ve Sürgünü” kavramının, hak mücadelemizin mottosu ve temel politik argümanı haline dönüşmesini çaresizce kabullenmek zorunda kalanların -sırf bu gerçekleri perdelemek maksadıyla- bu süreci adeta kendilerinin bir başarısıymış gibi kurgulama telaşından başka bir şey değildir.
“21 Mayıs kimsenin tekelinde olmadığı gibi, bu konudaki toplumsal bilincin kökleri de tek bir kurumun sahiplenemeyeceği kadar eski, karmaşık ve uzun bir sürecin sonucudur … ‘21 Mayıs bilinci’nin ortaya çıkışı, yaygınlaşması ve bugün ulaştığı yere evrilmesinde pek çok farklı kişi ve kurumun katkıları da yadsınmamalıdır.”[38]
21 Mayıs’ın yaygınlaşması ve kitleselleşmesinde tüm kişi, grup ve kurumların olduğu gibi Kaffed’in de kimsenin inkar etmeyeceği önemli katkıları olmuştur.
Fakat bugün 21 Mayıs bilincinin geldiği noktada, geçmişteki tüm kurumsal çabaların yanı sıra özellikle “No Sochi 2014 İnisiyatifi”, “May21 Hareketi” gibi informel aktivizmin etkisi ve katkısı da çok büyüktür ve mutlaka tarihe not edilmelidir.
Atalarının aziz hatırasına sahip çıkmasını bilen o dönemin “bilinçli” gençlerinin özellikle “kNOw Sochi Kampanyası”[39] çerçevesinde farklı ülkelerdeki diaspora gençleriyle de koordineli ve eş zamanlı yürüttükleri küresel çaptaki faaliyetler görmezden gelmeyi değil, alkışı ve tarihe not düşmeyi hak etmektedir!
Dijital çağın iletişim imkanlarından faydalanma becerisi yüksek olan o dönemin genç aktivistlerinin, tüm maddi kaynak yetersizliklerine rağmen 2006-2014 yılları arasındaki Soçi muhalefeti kapsamında Çerkesleri, 21 Mayıs’ı, Kızıl Çayır’ı (Kbaada), Soykırımı, Sürgünü dünya gündemine taşıyan önemli çalışmalara[40] imza attıkları sırada, bugün “21 Mayıs bilinci” oluşturdukları iddiasıyla kibirlenenler soykırımın sembolü Soçi’de inşa edilecek Olimpiyat köyünden ihale kapma derdine düşmüşlerdi!
Bugün kendi çıkar ve ideolojileri için her türlü tahrifata, yalana ve kurguya imza atmaktan çekinmeyen egosu şişkin bu kadrolar kimseye tarih öğretmeye kalkmamalıdır!
Dolayısıyla bu kadroların 125. Yıl Kültür Haftası gibi sıradan bir etkinliği yalanlarla, kurgularla efsaneleştirmeleri; “Çerkes tarihinin başlangıcı, Nartlardan bu yana yapılmış en büyük kurultay, 21 Mayıs bilincinin oluştuğu tarih, soykırım söyleminin çıkış noktası” gibi yorum ve iddiaları abartıdan öte acınası ve komiktir. Bu söylemler, hiçbir gerçekliğe karşılık gelmediği için olsa olsa sahibinin mitomanisine ve megalomanisine işaret eder.
Zira bugün "Nart Kurultaylarından sonra yapılmış en etkili toplantı"[41] başlığıyla lanse edilen bu etkinlikte “sürgün” kavramı bile neredeyse kullanılmazken, aynı tarihte ana vatandaki kurumlarımızın hemen hepsi büyük bir cesaretle “genocide (soykırım)” kararı alıyor, BM başta olmak üzere Çerkeslerin yaşadığı ülke liderlerine soykırımın tanınması çağrısı yapıyordu!
Kerameti kendinden menkul bir kısım diaspora thamadesinin 125. Yıl efsanesi gibi beyhude algı çabaları bu şanlı tarihi ve onun görkemli sayfalarını unutturamayacak, toplumsal hafızamızı değiştirmeye yetmeyecektir.
Bu tür çabalara karşın, başta önderlik iddiasındaki kurumlarımız olmak üzere hepimizin gelecekte Çerkes tarihini yazacak yeni nesillere doğru bilgileri aktarmak gibi oldukça önemli bir sorumluluğu var.
Bizler nefesimiz yettiğince üzerimize düşeni yerine getirmekte kararlıyız!..
Nail Sönmez
05 Temmuz 2023
EK:
“Çerkes Soykırım ve Sürgünü”
Etkinlik Kronolojisi:
5 Mayıs 1989: Nalçik merkezli Aşemez Derneği 21 Mayıs’ın 125. Yıl Dönümü’nü anmak gayesiyle bir miting düzenlemek için Nalçik Şehir Yönetimi’ne bir dilekçeyle başvurdu. Nalçik Şehir Yönetimi’nce mitinge izin verilmedi, anma etkinliği ise Nalçik Dram Tiyatrosu’nda gerçekleştirildi.
24-25 Nisan 1990: Adigey’in Koşhable Rayonu’nda Adıge Xase’lerin katılımıyla toplanan “Koşhable Forumu”nda Rus İmparatorluğu’nun Kafkasya’daki savaşının genocide (soykırım) olduğu kabul edildi. Adige Otonom Bölgesi İcra Komitesi’ne 21 Mayıs’ın yas günü ilan edilmesi için yazılı başvuru yapılması kararı alındı.
31 Mayıs 1990: Aşemez Derneği ve Koşhable Forumu kadrolarının da kurucusu ve katılımcısı olduğu Kafkas Dağlı Halkları Konfederasyonu kongresinde 21 Mayıs tarihi “Yas ve Anma Günü” kabul edildi. Yayınlanan deklarasyonda “Çarlık Rusyası’nın yürüttüğü savaşın sadece Kafkasya’yı fethetmek değil, baş eğmeyen dağlı halkları yok etmek ve sürmek amacı da güttüğü” belirtilerek “gerçekte bu amaç, halklarımıza karşı bir soykırım olan savaşın barbarca karakterini belirlemiştir” denildi. Kongre kararları BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar, S.S.C.B. Cumhurbaşkanı Mihail Gorbaçov ve Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a da ulaştırıldı. Kongre sonunda Abhazya’nın başkenti Akua (Sohum) kentinde otuzbin kişinin katıldığı bir miting düzenledi.
21 Mayıs 1991: Dünya Çerkes Birliği Nalçik’te kuruldu. Kuruluşunun ertesi günü şehir stadyumunda geniş katılımlı 21 Mayıs anma mitingi düzenlendi.
7 şubat 1992: Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Parlamentosu Rus-Kafkas Savaşı sırasında Adıge (Çerkes) halkına uygulanan soykırımın tanınması ile ilgili kararnameyi kabul etti. Aynı karar 1994 yılında da tekrarlanarak “Çerkes Soykırımı’nın tanınması, sürgün edilenlerin torunlarına ‘Sürgün Halk’ statüsü verilmesi ve tarihi ana vatanlarına dönmek isteyen Çerkeslere gerekli yardımların yapılması talebiyle Rusya Federasyonu Federal Meclisi Devlet Duması’na başvurulması” kararı alındı.
28 Mart 1992: Nalçik'te toplanan Tüm Adıgeler I. Kongresi, Rus-Kafkas Savaşı sırasında Çerkeslerin imhası ve tarihi ana vatanlarından Osmanlı İmparatorluğu'na zorla sürgün edilmeleriyle sonuçlanan eylemler “soykırım” olarak kabul edildi. Çerkes Soykırımı’nı tanıması için Rusya Federasyonu Yüksek Konseyi’ne başvurulması kararı alındı. Kabardey-Balkar, Adigey ve Karaçay-Çerkes Yüksek Konseylerine, yurt dışında yaşayan Çerkeslerin ülkelerine geri dönmelerinin sağlanması, oturma izni ve çifte vatandaşlık verilmesi çağrısı yapıldı.
21-31 Mayıs 1992: Maykop, Nalçik, Çerkesk ve Sohum’da halk hareketleri tarafından 21 Mayıs anısına törenler ve kalabalık mitingler düzenlendi. (Bu tarihten itibaren geleneksel olarak her yıl 21 Mayıs bu şehirlerde çeşitli etkinliklerle anılmaya devam edilmiştir.)
21 Mayıs 1993: Diasporada ilk kitlesel 21 Mayıs anma etkinliği İstanbul Kafkas Kültür Derneği (Bağlarbaşı), Kafkas Abhazya Kültür Derneği (Selimiye), Sakarya Kafkas Kültür Derneği ve Kuzey Kafkasyalılar Kültür Derneği (Şimdiki İstanbul Birleşik Kafkasya Derneği)’nin ortak organizasyonuyla gerçekleştirildi. (Bu tarihten itibaren diasporada 21 Mayıs anma etkinlikleri Kafkas STK’ları ile çeşitli informel gruplar tarafından kamusal alanlarda tertiplenmeye başlandı.)
18 Mayıs 1994: Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin, 21 Mayıs’ın 130. Yıl dönümü münasebetiyle Kafkasya halklarına hitaben bir bildiri yayınladı. Yeltsin, “Rusya'nın bir hukuk devleti olarak yeniden inşa edildiği ve evrensel insani değerlerin öncelik olarak kabul edildiği bu günlerde, Kafkas Savaşı olaylarını da nesnel olarak yorumlamak ve Kafkasya halklarının sadece kendi topraklarında hayatta kalmak için değil, aynı zamanda ulusal karakterlerinin en iyi özellikleri olan yerli kültürlerini korumak için verdikleri cesur bir mücadele olarak görmek mümkün” dedi.
29 Nisan 1996: Adigey Cumhuriyeti Parlamentosu’nda, Rus-Kafkas Savaşı sırasında Çerkes halkına uygulanan soykırımın tanınması talebiyle Rusya Federasyonu Devlet Duması’na başvurulması kararı alındı.
15-19 Temmuz 1997: Temsil Edilmeyen Halklar ve Uluslar Örgütü’nün (UNPO), Estonya'daki toplantısında, 19.yy.’da Çerkeslere soykırım uygulandığı ve Çerkes nüfusunun %90’ının Türkiye, Suriye ve Ürdün topraklarına sürgün edildiği, Rusya ve uluslararası toplum tarafından Çerkeslere “Sürgün Halk” statüsü verilmesi gerektiği vurgulandı. Örgüt Rusya Federasyonu’na da “Çerkeslere çifte vatandaşlık hakkı ile tarihsel topraklarına geri dönebilme garantisi vermesi” çağrısında bulundu.
24 Mayıs 2009: Diasporada “soykırım” temalı ilk 21 Mayıs anma etkinliği dönemin etkili informel gruplarından “Kafkasya Forumu” öncülüğünde ve bazı Kafkas STK’larının da destek ve katılımıyla Taksim Rusya Konsolosluğu önünde gerçekleştirildi.
20 Mayıs 2011: Gürcistan Parlamentosu “Çerkes Soykırımı”nı tanıdığını açıkladı.
Dipnotlar:
[1] Fahri Huvaj, “Sürgünün 125. Yıl Anma Etkinlikleri Çerkes Kültür Haftası”, 28 Mayıs, 2010. https://kaffed.org/2020/05/28/surgunun-125-yil-anma-etkinlikleri-cerkes-kultur-haftasi/
[2] Kafkas Dernekleri Federasyonu Youtube kanalı, https://www.youtube.com/watch?
[3] Erol Taymaz, “21 Mayıs Bilgisi ve Bilinci”, Jineps Gazetesi, Mayıs 2019. https://jinepsgazetesi.com..
[4] E. Taymaz, aynı makale.
[5] E. Taymaz, aynı makale.
[6] “21 Mayıs Çerkes Soykırımı Günü” ana temasıyla düzenlenen etkinlikte “Çerkes Soykırımı Tanınsın!” dövizleri kullanıldı. Detaylı bilgi için: Linki Tıklayınız:
[7] E. Taymaz, aynı makale.
[8] Cihan Candemir, “21 Mayıs Bilinci”, (21 Mayıs, 2020). https://kaffed.org/2020..
[9] Yusuf K. Taymaz, “21 Mayıs Değerşendirmesi”, 2012, Marje e-mail platformu.
[10] Murat Özden, “Aslan Arı Anısına”, 2013. http://www.ozgurcerkes.com/?Syf..
[11] Özdemir Özbay, “Dünden Bugüne Kuzey Kafkasya”, Kaf-Der Yayınları, Ankara 1995, sf: 46-47
[12] Batıray Özbek, “Çerkesler”, Kafdağı Yayınları, Ankara 1997, sf: 32
[13] Yenemıque M., “Döne Döne”, Kafdağı Dergisi, Sayı: 43-48, Ağustos 90/Ocak 91, sf: 59-60, Ankara.
[14] Muhittin Ünal, “133. Yılın Ardından”, Nart Dergisi, Sayı: 2, Haziran-Temmuz 1997, sf: 2, Ankara
[15] “Kuzey Kafkasya Davasının Esasları”, Yedi Yıldız Dergisi, KKKD Yayınları, Ocak 1994, Sayı: 1, sf: 6-7, İstanbul
[16] “Güney Marmara'da 21 Mayıs Bilincinin Gelişmesi - Kimliğin Yeniden İnşası” https://www.youtube.com/watch?..
[17] 21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgünü 159. Yılı Paneli. https://www.facebook.com/fb.kaffed..
[18] “Tüm Eserleriyle Mehmet Fetgeri Şoenü”, Kafdav Yayınları, Ankara 2007, sf: 329.
[19] Kafdağı Dergisi, Sayı: 33-36, Ekim 1989-Ocak 1990, sf: 92, Ankara.
[20] Kafdağı Dergisi, Sayı: 33-36, Ekim 1989-Ocak 1990, sf: 92, Ankara.
[21] Kafdağı Dergisi, Sayı: 33-36, Ekim 1989-Ocak 1990, sf: 92-94, Ankara.
[22] “Ana’ya İhanet”, İstanbul BKD Gençlik Komisyonu Duyurusu, 15.05.2001, Marje e-mail platformu.
[23] “Kafder Duyurusu”, 17.05.2001, Marje e-mail platformu.
[24] “Ulusal Hareketleri Sovyetleştirme Politikası”, SSCB içinde sömürge altında tutulan tüm halkların ve diasporalarının milliyetçi politik bilinçlerini, ulusal hedeflerini ve diasporaların ana vatan özlemini “Sovyetleştirmek” için planlanan ve ana fikri II. Dünya Savaşı yıllarına dayanan bir politikanın ürünüdür. SSCB liderliğinin bu planını Patrik vonzurMühlen şöyle açıklıyor: “…Birlik cumhuriyetlerinin harici misyonlar tesis etmek hakkı şüphesiz ki bu kavimlerin milliyetçiliği önünde eğilmek demekti. Bu ayrıca Sovyet halklarının Şark'ta yaşayan azınlıklarına (Ermeniler, Çerkesler, Kürtler) tesir etmek imkanı da sağlıyordu… [Patrik vonzurMühlen, “Gamalı Hac ve Kızıl Yıldız Arasında” -İkinci Dünya Savaşında Sovyet Doğu Halkları’nın Milliyetçiliği, (Ankara: Mavi Yayınları, Nisan 1984), 223]. Bu politika,“Ana vatana Dönüş” ve “Sovyet Vatandaşlığına Geçiş” kampanyaları ile desteklenmiştir. Bu sayede sömürge halklarının diasporalarıyla olan duygusal bağlarını ve karşılıklı özlemlerini, politik ideallerini, denetim altına alabilecek ve gerektiğinde yönlendirebilecekti. Diaspora halkları örgütlerinin “Sovyetleştirilmesi”, SSCB’ye dış politik hedeflerinde lojistik destek sağlayabilecek sempatizanların devşirilmesini sağlayacak, Sovyet karşıtı muhalif hareketlerin önünü kesecek ve ayrıca Batı dünyası kaynaklı psikolojik savaş yöntemlerine, anti-komünist propagandalara karşı koyabilecek argümanlar elde edebilecekti. “Ulusal Hareketleri Sovyetleştirme Politikası”nın legal uygulayıcılarından birisi de Kuzey Kafkas diasporalarının 1960’lı yıllardan itibaren tanıştığı kurumunun Nalçik ve Mahaçkale şubeleridir. Sovyetler Birliği sınırları içerisindeki halkların yurt dışındaki soydaşlarıyla kültürel ilişkiler kurma kisvesi altında propaganda yapma ve istihbarat toplama amacıyla oluşturulan Rodina kurumu, kadrosunda bulunan gazeteci, yazar, şair vb. mensuplarıyla Ankara ve İstanbul dernekleri çevrelerinde ve özellikle Kuzey Kafkasya ile temas kurmak isteyenler üzerinde çalıştıklarını söylemek mümkündür. Daha geniş bilgi için: Linki Tıklayınız
[25] Rodina Derneği hakkında detaylı bilgi için: Linki Tıklayınız
[26] İşte Hafitse’nin Ajanlık Belgesi! -2-, https://kafkasevi.com/index..
[27] Muhaceretin 125. Yılında Anayurt Kuzey Kafkasya’dan Gezi İzlenimleri-II, Huvaj Fahri-Jaji Suzan-Tlişe Süleyman, Kaf Dağı Dergisi, Sayı: 33-36, Ağustos-Eylül 1989, sf: 46, Ankara.
[28] Kafdağı Dergisi, Sayı: 33-36, Ekim 1989-Ocak 1990, sf: 92, Ankara.
[29] Fahri Huvaj, 29 Nisan 2006, Marje e-mail platformu.
[30] “Çerkes Sürgünü”nün 144. Yılı, Nart Dergisi, Sayı: 61-62, sf: 6, 2008, Ankara.
[31] “Emperyalist saldırganlık, bir yandan anavatanımızın her köşesinde başka bir yüzle karşımıza çıkarken, diğer yandan diasporada kendine biat etmiş kurumlar eliyle, parçalanmış Çerkesya’daki insan hakları ihlallerine meşruiyet kazandırmak ve 21 Mayısların içini boşaltmak için faaliyet göstermektedir. Amaç, diasporayı pasifize ederek anavatandaki özgür iradeyi yansıtan güçleri diasporanın desteğinden mahrum bırakmaktır. Diasporayı, bu politikalara ve soykırım gününü yaşlı gözlerin ardına saklanarak “barış gününe” çevirmek isteyenlerin çabalarına karşı dikkatli olmaya çağırıyoruz.” Kafkasya Forumu, 2009. Link İçin Tıklayınız
[32] Yusuf K. Taymaz, “21 Mayıs Değerlendirmesi”, 2010, Marje e-mail platformu.
[33] "Biz Çerkesler", Düz: Muhittin Ünal-Erol Yıldır, Kaffed Yayını, Ocak 2005, sf: 40, Ankara.
[34] Orhan Doğbay (Havdukho Bislan mahlasıyla), 29.05.2010, https://kafkasevi.com/index..
[35] Kafdağı Dergisi, Sayı: 33-36, Ekim 1989-Ocak 1990, sf: 92-94, Ankara.
[36] “Zamansız Ölümün Dansı” 1. Bölüm: https://www.youtube..., 2. Bölüm: https://www.youtube...
[37] Fahri Huvaj’ın bu sözleri, salonda bulunan şahitlerin aktarımıdır.
[38] Yasemin Oral, “21 Mayıs, Kaffed ve Değişim”, 24.05.2020. Link için Tıklayınız
[39] https://www.youtube.com/watch?..
[40] https://www.youtube.com/watch?..
[41] Kafkas Dernekleri Federasyonu Youtube kanalı, https://www.youtube.com/watch?..