FRUNZE VE “ÇERKESLERİN VATANLARINA DÖNÜŞÜ”;
TARİHİ BİR YALANIN ANATOMİSİ

 

 

 “Bir şeyin gerçek olması pek o kadar önemli değildir;
fakat gerçek olarak algılanması çok önemlidir.”

Henry Kissinger 

 

Bu yazımızda, literatüre “Pravda yalanları” olarak geçen Sovyet kara propaganda ürünlerini aratmayacak derecede maharetle piyasaya sürülmüş bir yalanın, bir şehir efsanesine dönüşmesini; bir beşinci kol faaliyeti olan bu yalanın ortaya çıkışını, hangi aşamalara evrildiğini, sebep ve sonuçlarını incelemeye çalışacağız.

“Kerameti kendinden menkul” bir kalemşör tarafından ilk ortaya atıldığı günden itibaren basılı kitaplar da dahil çeşitli medya mecralarında maalesef “kaynak(!)” olarak kullanılan bu yalan, başta sosyal medya platformları olmak üzere “belli bir algıyı pekiştirmek” amacıyla artan bir sıklıkla hala kullanılmaktadır.

Tarihimize dönük bu tür dezenformasyon amaçlı ardı arkası kesilmeyen yalanların sık sık gündeme getirilmesine ve gerekli reaksiyonun anında verilmemesine, “bilgi toplumu” olmaktan hayli uzak oluşumuzun kahredici gerçekliği sebebiyle alışığız ve kanıksamış durumdayız. Sabun köpüğü etkisinde olacağını varsaydığımız ve anlaşılan o ki yeterince ciddiye almadığımız bu kuyruklu yalanlar, maalesef “gerçeklik” zırhının arkasına gizlenmiş “bilimsel algı yönetimi” metoduyla birçok mecrayı, zihni bulandırmış ve özellikle kopyala-yapıştır üstadı “sosyal medya tarihçilerini” papağanlaştırmıştır.

Son olarak, 24-27 Haziran tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen “III. Uluslararası Çerkes Konferansı”nın “dönüş” konulu oturumunda söz alan ve vatanseverliğinden şüphe etmediğimiz Adigey’li araştırmacı-yazar Kuyeko Asfar’ın dahi bu tarihi yalanın kurbanı olduğunu görmek bizler için hem üzücü, bir o kadar da düşündürücü bir durum oldu. Böylesi bir dezenformasyonun diaspora politik tarihinin sayfaları arasına sokulmasının yarattığı etki anlaşılan o ki düşündüğümüz hafiflikte değilmiş.

Bizi bu analize sevk eden de, işte bu son örnekle beraber bıçağın kemiğe iyice dayanmış olmasıdır!..

Sınırları “Sovyet çıkarları” ile belirlenmiş Sovyet tarihçiliğinin psikolojik harekât unsuru olarak kullandığı yüzlerce uydurma tezlerinden nasibini almış çok sayıda efsanemizin mevcut olduğunu biliyoruz. Dezenformasyonun sistemli bir “kamu diplomasisi”[1]ne evrilmesiyle birlikte Sovyet ideolojisinin gölgesi altında “eser” üretenlerin “nerelere” savrulabileceği hususunda tarihçi ve edebiyatçılar başta olmak üzere çok sayıda örnek var. Ancak diaspora kaynaklı tarihsel bir dezenformasyonun vatan coğrafyasına kadar ulaş(tırıl)ması ve günümüzde dahi kullanılmaya devam edilmesi oldukça düşündürücü ve ulaştığı boyutları göstermesi açısından da vahim bir durum!

Yukarıda bahsettiğimiz bu tarihi yalan, maalesef ki Kafdağı Yayınları (Kaf-Der) tarafından 1997 yılında yayımlanan “Avrupalı Gözüyle Çerkesler”[2] isimli kitabında Batıray Özbek tarafından ana metin ile alakasız şu dipnot bilgisi ile Türkiye diasporasına servis edildi:

“…Sovyet hükümetinin temsilcisi Michail Vassilieviç Frunse, Türkiye’den Kafkasya’ya Çerkesleri geri götürmek için Ankara’ya görüşmeye gelir ve bu ‘nüfuslu kimselerle görüştürülür’. Bunlarda tabii ki halkın düşüncesini almadan red cevabı verirler. Ne yazık ki bu gün onların bazıları adına sorumsuzca ödüller dağıtabiliyoruz. Ne mutlu bizlere! Yetmiş yedi sene önceki bu satılmışlığımızla günümüzdeki satılmışlığımız tıpa tıp bir birine uymuyor mu acaba? BÖ”[3]

Çalakalem yazılan (imlâ hatalarıyla dolu) bu satırlarla piyasaya sürülen dezenformasyonun sahibi ve sözüm ona bir bilim adamı(!) olan Batıray Özbek, eserlerinden de bilindiği üzere sıkı bir Sovyet hayranı ve istikrarlı bir Bolşevizm propagandistidir. Kaleme aldığı her eserde(!), başta Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti olmak üzere “bağımsızlık”, “egemenlik” idealini seslendiren tüm Kafkasyalı kadrolara karşı nefret boyutuna varan tahammülsüzlüğünü görmek mümkündür. Kategorize etmek gerekirse; Bolşevizm ve Sovyet karşıtı olan herkes ve her oluşum belki de Sovyet Rusya’dan daha fazla onun düşmanıdır. Çünkü onun düşünce sistematiğine göre, Adıgeliğin bekası sadece Bolşevizm ve Sovyet Rusya’ya bağlıdır ve ancak bu sayede Adıgelerin geleceğe uzanması mümkündür!..

Aşağıdaki satırlar yine yukarıda bahsi geçen kitapta yer almaktadır:

“…Tarihin tecellisine bakın ki Bolşevikler’in iktidara gelmesiyle bu tür emperyalist planlar tarihe karışarak, ADIGELERDE TARİHTEKİ HAK ETTİKLERİ YERLERİNİ almış oldular. (…) Bugünkü Adıge kültürünü ve KURULAN ADIGEY CUMHURİYETİ’NİN varlığını yalnızca Bolşevistlere borçlu olduğumuzu, içimizden kimilerinin bu gerçekler işine gelmese de, tarihi ve bilimsel bir gerçek olarak kabul etmek zorunda kalıyoruz. İşte sözde aydınlarımızın ne kadar zavallı olduğu buralarda açıkça ortaya çıkmaktadır…”[4]

Buraya kadar onun sadece kör bir ideolojik taassupla hareket ettiği kanaatine varabilirsiniz. Ancak “Çerkes Sürgünü”nü dahi reddetmesi, yaşanılanın bir “göç” hadisesi olduğunda ısrar etmesi, ideolojik saikle hareket etmesinin dışında tam bir “Rus ve Rusya” savunucusu olduğunu da göstermekte ve belgelemektedir:

“…Yukarıda kanıtlarla birlikte verilen bilgilere göre herhangi bir resmi sürgünden söz edemeyiz. Olay sürgün değil göçtür. Göçün sorumlusu ise feodal beyler ve Osmanlıdır. Osmanlılarca planlı hazırlanmış özendirilerek, kandırılarak göçürülmeşlerdir…”[5]

Tekrar dönelim asıl konumuza;

Yukarıda alıntıladığımız Frunze görüşmesiyle ilgili sözler, bahsi geçen kitapta herhangi bir kaynağa da dayandırılmamıştır. Zira bilim adamımız(!) tarih yazımının (histiyografi) en önemli kurallarından biri olan kaynak gösterimine ihtiyaç duymamakta, doğumundan önce yaşanmış olaylarda bile kendisini (BÖ - Batıray Özbek) kaynak göstermekte, hiç olmamış olayları hiçbir beis görmeden, rahatlıkla satır aralarına sıkıştırabilmektedir. Nitekim söz konusu kitapta da aynı yönteme başvurmuş ve sıkıştırdığı yalanın sonuna “BÖ” eklemek suretiyle bu bilginin kaynağı olarak kendisini göstermiştir! Bir bakıma haklıdır da! Çünkü yalanın “kaynağı” kendisidir! Bu iddialı yazarımızın(!) "BÖ"yle kıyaslayınca en azından bir parça bilimsel görüntü veren diğer kaynak kullanımları da sorunludur. Zira yazılarında kullandığı iddialı tespitlerine dayanak yaptığı birçok kaynak bilgisinin içeriğinde, o tespitlerine dair hiçbir bilgi kırıntısının bulunmadığını defalarca müşahede ettik.

Örneğin; bu argümanı ilk olarak paylaştığında, Alman araştırmacı Werner Zürrer’in “Deutschland und die Entwicklung Nordkaukasiens im Jahre 1918” (Jahrbücher für Geschichte Osteuropas Neue Folge, Bd. 26, H. 1 (1978), s. 31-59 (29 sayfa) başlıklı makalesini kaynak göstermiş hatta bu makalenin Türkçe çevirisini yapmış, önce Almanya’da “Şepke-Pej (Gerçek) Yayınları No:3” adı altında yayımlamış, daha sonra Türkiye’de basılan ve “Avrupalı Gözüyle Çerkesler” kitabına almıştır. Ancak Almanca orijinal belgede böyle bir ifade ve bilgi bulunmamaktadır. Buna rağmen hiç yaşanmamış bu olayı yaptığı çeviride dipnotları arasına “BÖ” imzasıyla sıkıştırıvermiştir.[6]

Doktor-filozof ünvanlı bilim adamımız(!) sonraki yıllarda bu dezenformasyonunu daha da geliştirerek zenginleştirmiş(!), Frunze’yle görüşen Çerkes ileri gelenlerinin Hüseyin Tosun[7] ve Rauf Orbay[8] olduğunu yazmıştır.

Aziz MekerBunlarla yetinmeyen Batıray Özbek, Aziz Meker’in[9] kaleme aldığı ve 1919 yılında Bern’de Fransızca yayımlanan “Les russes en Circassie (Ruslar Çerkesya’da), 1760-1864” adlı kitabın 2013 yılında Maykop’ta yayımlattığı Rusça baskısına[10] yazdığı arka kapak tanıtımında, hem kitabın içeriği hem de Aziz Meker’in tarihi kişiliği ile uzaktan yakından alakası bulunmayan bu dezenformasyonunu daha da geliştirerek Kafkasya coğrafyasına da servis etmiştir. Nitekim Kuyeko Asfar’ın İstanbul’daki konferansta dile getirdiklerinin tamamı da bu dezenformasyonun birebir aynısıdır:

“…Aziz ve Fuat Paşa, Çerkes sorunlarını çözmek için Lenin'le görüşmek üzere İsviçre'nin Cenova şehrine gittiler ve Türkiye'deki Çerkeslerin durumu hakkında konuştular. Lenin onlara devrimin tamamlanmasından sonra Çerkeslerin tarihi anavatanlarına dönmelerine yardım edeceğine söz verdi. (…)

“…Ekim Devrimi'nin tamamlanmasından sonra, V.I. Lenin, Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu'ndan tarihi topraklarına dönüşünü müzakere etmesi için Frunze'yi Türkiye'ye gönderir. Türkiye Cumhurbaşkanı, Frunze ile birlikte Türkiye Enformasyon Bakanı Hüseyin Tosun ve Rauf Bey’e (her ikisi de Adıge) Türkiye adına bu sorunun çözülmesini emretti. Büyük devlet mevkilerine ve zenginliğe sahip Türk temsilcileri, bütün Çerkesler adına, Rusya'daki Çerkes topraklarına dönmek istemediklerini söylediler..”[11]

“Bilimle algı yönetimi ve manipülasyon”un dayandığı temel kurallardan biri de “Gerçeğe Yaslanmak”tır: Yalanın en iyi koruyucusu doğrulardır. Yalan büyük, amaç çok önemli ise yalanın açık gerçeklerin içine dikkatlice yedirilmesi gerekmektedir. Kural: “Yalan tek başına durmamalıdır, gerçeklerin arasında yer almalıdır.”[12] İşte yazarımızın(!) kitap ve makalelerinde başvurduğu bilimsel(!) yöntem tam da budur!

Zira kitabın içeriği ile hiçbir alakası olmayan ve arka kapak tanıtımı olarak girilen bu dezenformatik satırlardaki sayısız yalanın arasına sıkıştırılan tek doğru Aziz Meker’in Lenin ile görüşmesidir.

Yazarımızın(!) bir paragrafa sığdırdığı tüm yalan ve yanlışlarını tamamen “belge” ve “kaynaklar” ışığında tek tek sıralayalım;

Bu görüşme, Batıray Özbek’in belirttiği gibi İsviçre’nin Cenova kentinde değil, Zürih’te gerçekleşmiştir. Zira Cenova bir İtalya kentidir.

Osmanlı diasporasındaki Kuzey Kafkasya örgütlerinin aktif elemanlarından olan Aziz Meker’in İsviçre’ye gitme gerekçesi de Lenin’le görüşmek değildir. Aziz Meker İsviçre'ye, 27-29 Haziran 1916 tarihinde Lozan’da gerçekleştirilen ve “ezilen 23 halkın temsilcilerinin iştirak ettiği” “III. (Rusya Mahkûmu) Milliyetler Konferansı”nda “Türkiye’deki Şimali Kafkasya Siyasi Muhacirleri Komitesi” delegeleri arasında yer aldığı için gitmiştir. Toplantı sonrasında, aynı tarihlerde İsviçre'de sürgünde bulunan Lenin ile de bir görüşme gerçekleştirmiştir.[13]

Aziz Meker’in Lenin’le görüşmesinde yazarımızın iddia ettiği gibi Fuat Paşa da yoktur. Görüşmede bulunan üç kişi; Aziz Meker ve “Rusya Mahkûmu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti” kurucusuAziz Meker Yusuf Akçura ile görüşmeyi ayarlayan Estonyalı sosyalist Artur Zifeld-Simumyagi’den ibarettir.[14]

Bu üç kişi, 1916 yılında İsviçre’nin Zürih kentinde “Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi”nin başkanı Lenin ile 3 saatlik bir görüşme gerçekleştirdiler. Meker’in esasen Rusya’nın yakın geleceğine dair projeksiyonlardan birini kavramaya yönelik olduğunu vurguladığı bu görüşmeye dair yazısı 20 Aralık 1917 tarihinde “Lenin ile Bir Mülakat” başlığı altında Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayımlanmıştır:[15]

“…Bizim Lenin ile görüşmekliğimizde bir maksad var idi. Biz de Rusya'daki milel-i mahkûmeden (Rusya mahkumu milletlerden - NS) olduğumuz için, Rus sosyalistlerinin en mühim rüesâsından birinin bizim mensub olduğumuz milletler ile Rusya'nın idare-i dahiliye-i müstebidesi (baskı ve zulüm yönetimi - NS) hakkında neler düşündüğünü anlamak istiyorduk...”[16]

Aziz Meker, Lenin’le görüşmenin içeriğini özetlediği yazısında, görüşmenin “amacını” da bu şekilde açıklamaktadır. Dolayısıyla yazarımızın iddia ettiği gibi “Çerkes sorunlarını çözmek için Lenin'le görüşmek üzere gittiler ve Türkiye'deki Çerkeslerin durumu hakkında konuştular” ifadesinin gerçeklikle en ufak bir ilintisi yoktur. Bu görüşmede, ne “Türkiye'deki Çerkeslerin durumu hakkında” ne de “Çerkeslerin anavatanlarına dönüşüyle” ilgili bir konuşma geçmiştir.[17]

Yukarıdaki bilgi ve belgelerin de net biçimde ortaya koyduğu gibi, görüşmenin yapıldığı sırada henüz Rusya'da 1917 Şubat Devrimi ve Ekim Bolşevik darbesi gerçekleşmediği için devlet başkanı değil de İsviçre’de sürgünde yaşayan sade bir Bolşevik olan Lenin'in “devrimin tamamlanmasından sonra Çerkeslerin tarihi anavatanlarına dönmelerine yardım edeceğine söz verdiği” şeklindeki ifadelerin hiçbir dayanağı yoktur, tamamı uydurmadır!

Gelelim Frunze konusuna;

“Lenin, Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu'ndan tarihi topraklarına dönüşünü müzakere etmesi için Frunze'yi Türkiye'ye gönderir” ifadesi de keza aynı şekilde tam bir kuyruklu yalan. Zira Frunze’nin 1921 yılındaki Türkiye ziyareti sırasında böyle bir misyonu söz konusu bile değildi. Nitekim bu gezisiyle ilgili olarak yazdığı anıları, Türkiye’de “Frunze’nin Türkiye Anıları”[18] ismiyle farklı tarihlerde üç kez yayımlanmıştır. Frunze’nin kendi yazdığı kitapta dahi bu yönde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

Ziyaretin asıl amacını yine “belgeler” ışığında kısaca açıklayalım;

FrunzeTürk Bağımsızlık Mücadelesi'nde, TBMM Hükümeti ile 1917 Bolşevik ihtilali'nden sonra oluşan Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti (RSFSR) arasında dostluk ilişkileri kurulmuş, 16 Mart 1921'de imzalanan Moskova Antlaşması ile bu dostluk pekiştirilmiş, RSFSR Hükümeti "Misak-ı Milli"yi kabul etmiş ve Anadolu'daki harekete maddi ve manevi yardımlarda da bulunmuştur. Ancak kurulan bu dostluk ilişkilerinde, büyük sıkıntılar yaşandığı ve zaman zaman büyük sorunlar ortaya çıktığı bir gerçektir. Özellikle TBMM Hükümeti'nin, 1921 başlarında Türkiye'deki "Komünist ve Sosyalist" hareketlere karşı cephe alması ve daha sonra Fransa ile “Ankara İtilafnamesi”nin imzalanması, Türk-Sovyet ilişkilerinde sıkıntılı bir sürecin yaşanmasına sebep olmuştur. Özellikle Türkiye ile Fransa arasında yapılan "Ankara İtilafnamesi”nin Anadolu'nun Rusya aleyhine Batı Devletleri'yle anlaştığı yolunda Moskova'da şüpheler uyandırması üzerine RKP Merkezi Komitesi Üyesi ve Bütün Ukrayna Orduları Başkomutanı M. Frunze alelacele Ankara'ya gönderilmiştir.[19]

1921 yılı Ağustos’unda Türkiye’ye olağanüstü elçi olarak atanan Frunze, 13 Aralık 1921 günü, beraberindeki 40 kadar Sovyet subayı ve emir eri ile birlikte geldiği Ankara’da büyük bir törenle karşılanmış ve 19 Aralık’ta güven mektubunu Mustafa Kemal’e sunmuştur. 2 Ocak 1922 günü Ukrayna ve Türk heyetleri arasında yapılan görüşmelerde 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması’nın maddeleri yeniden gözden geçirilmiş, Rusya’nın Türkiye’ye maddi yardımları, Doğu Sorunu, Türk-Fransız Antlaşması, Karadeniz’e ilişkin bazı sorunlar ve Molokanlar gibi konular da ele alınmış, Türkiye ile Ukrayna arasında “Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması” imzalanmıştır. Frunze, Türkiye’deki görevini tamamladıktan sonra 5 Ocak 1922 günü Ankara’dan ayrılmış, 14 Ocak’ta Samsun’dan ülkesine hareket etmiştir.[20]

 

Kısacası; asker kişiliğinin yanı sıra başarılı bir siyasetçi de olan Frunze’nin Türkiye ziyareti, gerilen Türk-Sovyet ilişkilerini düzeltmekle kalmamış, başta Türk-Fransız Antlaşması olmak üzere biriken sorunların Rusya’da oluşturduğu endişeleri gidermiş, bir mutabakat antlaşması ile karşılıklı dostluk ve güven tazelenmiştir. Nitekim tüm dünyanın ilgisini çeken bu ziyaret Türk-Sovyet bağlarının güçlendirilmesini mümkün kılan önemli bir unsur olarak tarih sayfalarında yerini almıştır. Netice itibarıyla yaklaşık yirmi gün süren General Frunze ziyaretini Millî Mücadele dönemi Türk-Sovyet ilişkilerinde “zirve” olarak nitelemek mümkündür.[21]

 

Dolayısıyla, iki ülkenin kaderine etki edecek derecede büyük önem arz eden bu tarihi ziyareti, “Lenin, Frunze’yi Çerkeslerin tarihi topraklarına dönüşünü müzakere etmesi için Türkiye'ye gönderdi” gibi ne Türkiye ne de Sovyet Rusya için hiçbir önem taşımayan, tabiri caizse umurlarında dahi olmayan bir amaç etrafında şekillendirip aktarmak için insanın ya aklî melekelerini tamamen yitirmiş olması ya da dezenformasyonda havsalaları zorlayacak derecede sınır tanımıyor olması gerekir!..

 

Yine yazısının devamında “Türkiye Cumhurbaşkanı, Frunze ile birlikte Türkiye Enformasyon Bakanı Hüseyin Tosun ve Rauf Bey (her ikisi de Adıge) ile Türkiye adına bu sorunun çözülmesini emretti”  yalanı ise bilim adamımız(!) için manipülasyonda ayrı bir umursamazlık örneği! Millî Mücadele döneminin yaşandığı 1921 yılında ne "Türkiye Cumhurbaşkanı" vardı, ne Hüseyin Tosun Enformasyon Bakanıydı, ne de Rauf Orbay’la ikisi Adıge idi! Milli Ajans (Osmanlı Milli Telgraf Ajansı) Müdürü olan Hüseyin Tosun Wubıh’ların Şhaplı, Rauf Orbay da Abaza-Aşharuva’ların Çınce sülalesine mensuptur.

 

Ama hepsinden önemlisi; Frunze’nin Türkiye’de bulunduğu tarihlerde Malta sürgününü tamamlayıp serbest bırakıldığı İtalya’da bulunan Hüseyin Tosun Şhaplı'yı, Frunze’yle Ankara’da yüz yüze görüştürmeyi başaran(!) yazarımızın yalan konusunda geldiği nokta tam bir trajedi!

 

Ancak yazarımızın incileri bununla da bitmiyor elbet!

 

Bilim adamımızın(!) ilerleyen zamanlarda bu dezenformasyonu daha da geliştirerek “zenginleştirdiğini” belirtmiştik. Nitekim 2003 tarihindeki bir başka yazısında bu defa Rauf Orbay’ın yerini Musa Kundukh Paşa’ya vermiştir! Ama bundan daha da ilginç olanını az sonra belirteceğim! Önce satırlarını okuyalım:

 

“…Musa Kunduch’un Çerkes halkının geleceğini nasıl etkilediğini yakın tarihimizde bir daha göreceğiz. Lenin İsviçre’de yaşarken, İstanbul’dan bazı Adige kökenli paşalar yanına giderek kendisiyle görüşürler ve Çerkes halkının problemini anlatırlar. Lenin de ihtilali başarınca Çerkesleri geriye anavatanlarına geri götüreceği sözünü verir ve ihtilalden hemen sonra Michail Vasileviç Frunse’yi Ankara’ya gönderir. Alman istihbaratının yaptığı araştırmaya göre bu yıllarda Osmanlılardan hiç memnun olmayan Çerkeslerin %80’i anavatanlarına geri dönmeye hazırdır. Ankara hükümeti kendisini, General Mussa Kunduch ve Türk Ajans genel müdürü Hüseyin Tosun bey ile görüştürür. Türkiye’de iyi mevkilere gelmiş olanlar yeni oluşan bürokratlar ‘Çerkeslerin geriye dönüş diye problemleri yoktur’ diyerek ilk tarihi fırsatı engellerler…”[22]

 

Doktor-filozof ünvanlı bilim adamımız(!) İtalya’da bulunan Hüseyin Tosun’u Ankara’da Frunze’yle görüştürdükten sonra bununla da yetinmemiş, yalanda nasıl sınır tanımadığını dosta-düşmana iyice belletmeye niyetlenmiş olmalı ki bu satırlarda bomba üstüne bomba patlatmaya devam etmiş! 

 

Zira bu defa da 1889 yılında ölen Musa Kundukh Paşa'yı, 1921 yılında, ölümünden tam otuz iki yıl sonra mezarından kaldırıp Frunze ile görüştürmeyi de başarmıştır!

 

Görüldüğü üzere bilim adamımızın(!) Ankara’da Frunze’yle görüştürdüğü iki kişiden biri o tarihte İtalya’dayken diğeri hayatta dahi değildi! Bu, bilim adamı olarak parlatılan biri için tam bir trajedi değil de nedir? 

 

İşte, bugün hala şuursuzca kullanılmaya devam edilen bir yalan demetinin hikayesi! Neresinden tutsanız dökülecek pespayelikte!

 

Bıraktım sık sık vurguladığı bilimselliği, en temel “ahlaki sorumluluktan” bile yoksun bu dezenformasyonun bir ibret vesikası olarak çoktan damgalanması gerekirdi. Hal böyleyken maalesef toplumun köşe başlarına çöreklenen “bilgiye mesafeli” o oranda da “kibire yakın” cehalet ehli kesimlerce halen kullanılmakta, tarih alenen çarpıtılmaya devam edilmekte ve yeni neslin hafızasına yanlış kanılar yerleştirilmektedir. 

 

Batıray Özbek'in bu kurgusunu paylaştığı mecralar bunlarla da sınırlı değildir. "Çerkes Halkının Etno-Historik Sözlüğü" başlıklı çalışmasında, Aziz Meker ve Frunze biyografilerinin yer aldığı maddelerde de yine bu argümanına yer vermiştir. Bu biyografilerde Kızılordu Generali Frunze'yi “SSCB Dışişleri Bakanı” bile yapacak kadar bilimselliğe(!) önem veren yazarımız, neredeyse bütün eserlerinde(!) bu dezenformasyonunu istikrarlı bir şekilde yaymaya devam etmiştir. Yazarımızın bu bilgiye (bazen) dayanak gösterdiği kaynaklar sürekli değişkenlik göstermekle beraber hiçbirinde de bu tür bir bilgi yer almamaktadır. Nitekim bir başka yazısında da Frunze-Musa Kundukh görüşmesini “İzzet Aydemir'in sözlü anlatımına” dayandırmıştır! Bkz:[23]

 

Frunze konusuna devam edelim;

 

Mevtayı mezarından çıkaracak kadar keramet sahibi olan bilim adamımız(!), bu argümanını ortaya sürdüğü sırada Frunze’nin kendi eliyle kaleme aldığı kitabın varlığından da bihaber miydi acaba? Ya da gerçekten böyle bir kaygı taşıyor muydu? Zira ilk olarak 1978 yılında Türkçesi yayımlanan kitapta bu tür herhangi bir bilgi kırıntısı olmadığı gibi, olması ihtimalini de zaten ortadan kaldıran aşağıdaki bölümleri görmemiş olması mümkün mü?

 

Frunze, Ankara’ya yolculuğu esnasında uğradığı ve o dönem Amasya Sancağı’na bağlı Havza kasabasında il yöneticilerinin onuruna verdiği yemekte geçen sohbetleri şu sözlerle aktarıyor:

 

“(…) Yemek son derece canlı geçti. Görünüşe göre bizim Türkiye’ye karşı davranışlarımızla ilgili sorunlarla ilgileniyorlardı daha çok. Heyetimizin görevlerini az çok bildikleri anlaşılıyordu. Özellikle bize düşman olanların (Rus göçmenleri, dağlılar ve ötekiler) doğurduğu konular üzerinde konuştuk. Bu yüzden, inanılmaz bir yığın saçma sapan konuşmalardı bunlar…”[24] 

 

Batıray Özbek’in iddia ettiği gibi “Çerkeslerin geri dönüşünü isteyen ve bu görevle gönderilen” birinin ifadeleri bunlar! O dönem bizleri de hala “düşman” saydığı gibi, “göçmenler” konusunu da “saçma sapan” olarak değerlendirecek kadar kendileri için “önemsiz” gören birinin Çerkesleri geri döndürme amacı taşıdığı söylenebilir mi?

 

Yine Frunze’nin anı kitabından bir başka bölüm:

“…Neyse, yine bıraktığımız Çerkezlere dönelim. Onların çoğu, özellikle ihtiyarlar eski vatanlarına geri dönme özlemini duyuyorlar. İçlerinden birini ne yapıp edip oraya göndermek, oradaki yeni düzeni görmesini sağlamak, yeni göçmenlerin anlattıklarının gerçekten doğru olup olmadığını bizzat öğrenmek İstiyorlar. Ama, gerçekleşmeyecek bir hayal olduğu açık. Çünkü hepsi de iyice yerleşmişler; yaşamları oldukça iyi ve barışın sağlanmasıyla daha da iyi olacağı anlaşılıyor…”[25]

Yine altını bizim çizdiğimiz cümle, Çerkesleri geri döndürme amacıyla gönderilen birinin sarfedeceği sözler olabilir mi? Elbette olamaz! Çünkü zaten baştan sona kuyruklu yalan!

Frunze’nin Çerkeslerle teması oldu mu?

Frunze’nin Çerkeslerle tek teması, Samsun-Ankara arasında yaptığı gidiş-dönüş yolculuğu esnasında güzergah gereği tesadüfen geçtiği Çerkes köylerinde karşılaştığı üç-beş köylüyle sınırlıdır. Köylülerle yaptığı ayak üstü sohbetlere dair notlar da Sovyet propagandasından öte hiçbir bilgi ve değer taşımamaktadır.

Sungurlu civarındaki bir Çerkes köyünde yaşadığı diyaloğu okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız:

“…Bu ovada hemen her köy, Rusya’dan göç etmiş Çerkezlerle dolu. Köylerde hâlâ mükemmel Rusça konuşan pek çok yaşlı var. Bizi şaşılacak kadar aşırı bir konukseverlikle karşıladılar. Hiçbir şeyin parasını almak istemediler. Rusya’daki, özellikle Kuban ve Terska yöresindeki olaylarla çok yakından ilgilendiler. Devrim hakkında çeşitli şeyler işitmişler. Ama bunu Rusya'dan kaçan beyaz dağlılardan dinledikleri için tümüyle yanlış bilgiler öğrenmişler. Bu arada şunu söylemek gerekir ki, kışkırtıcı propagandaya rağmen devrim hakkında sezgileriyle doğru sayılacak yargıya varabilmişler. Bu nedenle Sovyet Rusya’ya karşı duyguları çok olumlu. Doğrusu başka yerlerde şunu alay olsun diye söylemiş olabilirlerdi, ama burada değil. Rusya'dan III. Aleksandr zamanında göç etmiş bir ihtiyar şöyle söyledi: «Eee, peki bu hükümdar (çar) hâlâ yaşıyor mu? Çar iyiydi; yalnız biz Çerkezlerin inançlarına baskı yapıyordu, biz de kaçtık»…”[26]

“…Köyün dışında bize refakat eden konvoydakilere soruyorum: «Niçin siz ve tüm halkınız bize, Ruslara ve yabancılara karşı böyle iyi davranıyorsunuz?» diye. İçlerinden yalnız biri, Şapsugi kabilelerinden gelme, Çerkez, Hamid adlı biri cevap veriyor. Bu, çok konuşkan, terbiyeli bir asker. Bana şöyle karşılık veriyor: «Peki, başka ne yapabiliriz ki?.. Siz Russunuz ve bizim dostumuzsunuz. Siz olmasaydınız biz çoktan ölürdük»…”[27]

İşte Frunze’nin Türkiye seyahati sırasında Çerkeslerle ilgili olarak naklettiği tüm detaylar bunlardan ibaret.

Hadi tüm bunları da geçelim; Frunze’nin bu ziyaret sonrası “Sovyet Halk Komiserliği ve Ukrayna Merkez Yürütme Komitesi”ne Türkiye temaslarıyla ilgili sunduğu raporda da yine bu yönde hiçbir bilgi yer almamakta hatta tek bir Çerkes kelimesi dahi geçmemektedir![28] Nasıl olur da “Çerkesleri vatanlarına geri döndürme” göreviyle gelmiş bir devlet yetkilisi, bu vazifeyle ilgili üstlerine sunduğu bilgilendirme raporunda asli görevine hiç değinmez!?

Sadece bu raporun içeriği bile, bilim adamımızın(!) “Çerkesleri vatanlarına geri döndürmek için Türkiye’ye gelen Frunze” adlı yalan rüzgarını tamamen kurgulayarak sahneye sürdüğünü göstermesi için yeterli aslında!..

Ama değerli bilim adamımız(!) bu yalanını kurgularken aslında bir taşla birkaç kuş vurma derdinde; bir yandan Rus tezlerini olanca maharetiyle topluma mâl edip kamusallaştırmak, bir yandan da diğer amaçlarına ulaşmak! Nedir bunlar? Vatan topraklarını işgal statüsünde kabul edip atalarından aldıkları mücadele mirasını devam ettiren, bu amaçla “bağımsızlık”, “egemenlik”, “özgürlük”, “hak”, “adalet” peşinde koşmayı toplumsal bir görev addeden vatansever kişi ve kadroları sadece makam-mevki peşindeki ihtiraslı kişiler ve “sözde” dönüş karşıtları gibi göstererek itibarsızlaştırmak! Ancak bunu yapabilmesi için objektif herhangi bir kaynak ya da belge bulması mümkün değil. O yüzden başvuracağı tek yol klasik Sovyet kara propaganda taktiği; “yalan, dezenformasyon ve manipülasyon!”

Zira Aziz Meker, Hüseyin Tosun Şhaplı, Rauf Orbay, Thuğa Fuat Paşa gibi önder şahsiyetlerin hem vatanın kurtuluşu ve özgürlüğü, hem de “vatana geri dönüş” noktasındaki destansı çaba ve çalışmaları en küçük detaylarına kadar orta yerde duruyor. Üstelik iddianın aksine tüm bu makam ve mevkileri ile Osmanlı politik sahnesindeki etkili konumlarını, anavatanlarına hizmet yolunda kullanmaktan imtina etmemişlerdi.

Gelelim bu isimlerin neden hedef alınıp itibarsızlaştırılmaya çalışıldığına;

Huseyin TosunKaraçay-Çerkes doğumlu Abaza Aziz Meker, İstanbul’da kurulan “Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti”nin kurucusu olması dışında, “Kafkasya İstiklal Komitesi”, “Türkiye’de Kuzey Kafkasya Siyasi Göçmenleri Komitesi”, “Şimali Kafkas Cemiyeti” gibi örgütlerde aktif görevler yüklenmiş, Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas İstiklal Komitesi delegasyonun üyesi olarak Viyana, Berlin, Lozan vb. Avrupa merkezlerinde Kafkasya bağımsızlık davası için yapılan görüşmelere katılmış, İstanbul’daki “Kafkas İttihad Cemiyeti” tarafından Yusuf Suad Neguç’la birlikte siyasi çalışmalar yapmak, soydaşlarıyla ilişkiler kurmak üzere Kafkasya’ya gitmiş, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının ilanından sonra Dışişleri Bakanı Haydar Bammat ile birlikte Avrupa’ya giderek Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin Paris Barış Konferansı’nda ve uluslararası alanda tanınması için etkin çalışmalar yapmış oldukça aktif bir isimdir.[29]

Vubıh Hüseyin Tosun, “Osmanlı Milli Telgraf Ajansı Müdürlüğü” gibi mevki sahibi iken dahi Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti, Şimali Kafkas Cemiyeti ve Türkiye'deki Kuzey Kafkasya Siyasi Göçmenleri Komitesi gibi diaspora örgütlerinde yönetici olarak aktif şekilde çalışmış, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti' nin kuruluş sürecinde, başında bulunduğu Osmanlı Milli Telgraf Ajansı'nın tüm olanaklarını seferber etmiş bir vatanseverdir. [30]

Türkiye Cumhuriyeti'nin üçüncü başbakanı (1922-24) da olan Abaza Rauf Orbay, Şimali Kafkas Cemiyeti ve Türkiye'deki Kuzey Kafkasya Siyasi Göçmenleri Komitesi vb. politik Kafkas örgütleri içinde yer alan kişilerden biriydi. Trabzon’da Trans Kafkasya Hükümeti temsilcileri ile yapılan görüşmelere anayurdu Kuzey Kafkasya adına temsilciler gönderilmesini o sağlamış, Batum’da yapılan görüşmelerde de Kuzey Kafkasya delegasyonu ile işbirliği yaparak, kurulacak bağımsız Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti tarafından tanınması ve desteklenmesi yönünde büyük çabalar sarfetmiş bir kişiliktir.[31]

Rauf OrbayVubıh Mareşal Fuat Paşa ise diasporanın politik çalışmalarındaki kilit isimdi. Diğerleri gibi 1908’de kurulan Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti’nin kurucu ve yöneticileri arasında yer almış, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Çerkes sürgünlerince kurulan Kafkasya İstiklal Komitesi ve Türkiye'de Kuzey Kafkasya Siyasi Göçmenleri Komitesi örgütlerinin başkanı olarak özgür bir Kafkasya idealine yönelik muazzam çabalarıyla öne çıkmış bir isimdir.[32]

Kısaca belirtmek gerekirse; Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti ana çatısı altında bir araya gelen bu tarihi şahsiyetlerin ve yol arkadaşlarının döneme damga vuran muazzam performansları, diaspora politik tarihimizin “bir daha yaşanması mümkün görünmeyen” eşsiz bir hikayesidir.

Nitekim Aziz Meker, Fuat Paşa, Hüseyin Tosun başta olmak üzere dönemin bu önemli simaları, Kafkasya’nın bağımsızlığı düşüncesini daha 1914’lerde uluslararası platformlara taşımışlar, Rusya’da monarşinin çöküşü ve Bolşevik ihtilalini takip eden günlerde, Osmanlı politik sahnesindeki etkili konumlarını kullanarak, anavatanlarıyla politik ilişkilerini çok farklı boyutlara taşıyarak resmi ve gayri resmi ilişkileri başlatmışlar,[33] Kafkasya’nın birlik ve bağımsızlık sürecine öncülük edecek olan 1917'deki Terekkale ve Andi kurultaylarından önce 1916’da Lozan’daki “Rusya Mahkûmu Milletler Kongresi”nde bağımsızlık düşüncesini seslendirerek kongreye katılan milletlerin temsilcileri ile Batı’ya da şu mesajı vermişlerdir;

“…Kafkasya mevcut konumu, şartları ve kadroları itibariyle bağımsız bir geleceğe adaydır. Biz beşeriyetten, hür dünyadan, Rus pençesinden kurtulma yolunda yardımlarını istiyoruz...”[34]

Deli Fuat PaşaManipülatörler tarafından bu kadrolara atılan “dönüş karşıtlığı” iftirasına gelince;

Millilik söz konusu olunca hepsi bir araya gelse bir Aziz Meker, bir Fuat Paşa, bir Hüseyin Tosun etmeyecek Batıray Özbek ve kopyala-yapıştırcı avanesinin “dönüş” fikrinin içeriği ile bu kadroların “dönüş” ufku arasında da yine bu zevatın tahayyül sınırlarını zorlayacak derecede “farklar” bulunmaktadır. Bunların dönüş tezi, dün Sovyet Rusya’ya bugün ise üniter(!) Rusya’ya koşulsuz teslimiyetten öte anlam taşımazken, onların dönüş ufkunda ise “vatan” ile “özgürlük” kavramları daima iç içeydi ve ayrılmaz bir bütünün vazgeçilmez parçalarıydı.

Bu şahsiyetlerin temel motivasyonunu oluşturan “düşünce sistematiği”ne göre, Kuzey Kafkasya diasporasının Kuzey Kafkasya üzerinde hak, iddia ve emelleri vardır ve ulaşana kadar da olmalıdır. Bu hak, iddia ve emeller; yazarımız(!) ve şürekasının “dönüş” adının tılsımlı halesinin arkasına sığınarak seslendirdikleri “hadi köyümüze geri dönelim” adlı içeriksiz serenadın ve diasporanın zihniyet dünyasına hakim kılmaya çalıştıkları "teslimiyet" psikolojisinin çok ötesindeydi!

Ne demek istediğimizi açalım, “belgelerle” de ispatlayalım;

Ekim 1918'de Osmanlı İmparatorluğu'nun İtilaf birliklerine teslim olması, Çerkes politikacılarını yeni bir strateji geliştirmeye ve hedeflerine giden yolda yeni arayışlara sevk etti. Bu çevrelerin değişen koşullarda başvuracakları ilk yol başta Büyük Britanya olmak üzere muzaffer güçlerdi. Savaş sırasında oluşturulan, Mareşal Fuad Paşa (Thuğa) başkanlığında ve Şimali Kafkasya Cemiyeti Başkanı Hüseyin Tosun (Şhaplı) ile eski Beyrut Valisi Bekir Sami Bey (Kundukh), tanınmış ressam Namık İsmail Bey (Zeşo) ve Çerkes Numune Mektebi Müdürü Mustafa Butbay (Butba) gibi isimlerin de aralarında olduğu bir Kuzey Kafkasya heyeti, 24 Kasım 1918'de, başta İngiltere olmak üzere İtilaf devletlerinin tüm temsilciliklerine diasporadaki Kuzey Kafkasyalıların isteklerini ana hatlarıyla belirten bir dilekçe sundu.[35]

Dilekçede; İtilaf devletlerinin deklare ettiği (ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı) gereğine vurgu yapılarak “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin bağımsızlığının tanınması, dağlılara ulusal devlet kurumlarını inşa etme ve ekonomilerini geliştirme fırsatı verilmesi, Türkiye'deki bir buçuk milyon Çerkesin ana vatanlarına geri dönmesi ve Kuzey Kafkasya'nın Bolşevikler tarafından işgal edilen topraklarının geri alınması için destek verilmesi” çağrısı yapıldı.[36]

İşte bilim adamımızın(!) “dönüş karşıtı” gibi göstermeye çalışıp “satılmışlıkla” itham ettiği isimlerin “dönüş” ufku, iradesi ve gayreti!..

Yine aynı zihniyet dünyasının farklı yer ve zamandaki temsilcilerinden olan Kafkasya Dağlıları Halk Partisi'nin periyodik yayınlarından Severnıy Kavkaz’da (Şimali Kafkasya) “Yeni Muhacir” mahlas ismiyle yayımlanan yazıda dönüş konusundaki düşünceler açıkça görülebilmektedir;

“…Türkiye, Çerkes vatandaşlarını Türkleştirmek için emek sarf edeceğine, onları yeniden Kafkasya'da görürse çok yarar sağlamış olur. Muhacirlerimizin Kafkasya’ya dönüşü, yalnız Kafkasya’nın direnç yeteneğini arttırmakla kalmayacak, aynı zamanda geçmişten beri bizi Türkiye’ye bağlayan manevi bağları da destekleyecektir. Muhacirlerimizin bulunduğu Suriye ve başka ülkeler hakkında da aynı şeyleri söyleyebiliriz...” [37]

İşte, aktardığımız tüm bu gerçekler, Kuzey Kafkasyalıların özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinde öne çıkmış, gayret ve etkinlikleriyle birer önder şahsiyet olmuş tüm bu isimlerin, Sovyet-Rusya aşıkları tarafından neden hedef alındığının ve neden itibarsızlaştırılmaya çalışıldığının arka plandaki asıl gerekçelerini oluşturmaktadır.

Provokatörden öte niteliği bulunmayan, kendi düşünce iklimi dışındakileri kolaylıkla “sözde aydın” ve “satılmışlıkla” suçlayabilen Batıray Özbek’le beraber onun bu yalanlarını “kaynağını ve gerçekliğini” dahi sorgulamadan kullanmakta beis görmeyen diasporanın “sözde tarihçi” türedilerine şu derin çelişkilerini de hatırlatmakta ve sormakta fayda var;

“Çerkesleri vatanlarına döndürmek için Frunze’yi gönderdiğini” iddia ettiğiniz Sovyet Rusya’nızın, aynı tarihte Yusuf Suad Neğuç’u yargılarken, “Türkiye’deki 200 bin Şapsığı Kafkasya’ya döndürmeyi tasarlamak”la suçlamasını, Çerkeslerin dönüşünü “düşünmeyi” dahi bir suç isnadı olarak iddianamesine[38] eklemesini, bu uydurma hikayenin neresine koyacak, nasıl okuyacaksınız? Bu bariz çelişkiyi hangi saikle açıklayacaksınız? Sadece cehaletle mi? Gerçi “cehalet” bile tüm bu yapılanın yanında “erdem” kalır!

Tarihin yargısı şaşmaz!.. Hiç şüphe yok ki; bütün gerçekleri ters-yüz ederek bir yandan Rusya’yı “Çerkesleri anavatanlarına geri döndürmeye” can atan “Çerkes Sever” bir yapıymış gibi gösterebilmek için azami çaba sarfederken, diğer yandan diasporanın özgürlükçü kadroları hakkında da “dönüş karşıtları” algısı oluşturmak maksadıyla her türlü dezenformasyona başvuranlar, sefil yalanlarıyla birlikte tarihin çöplüğünde hakettikleri yeri alacaklardır!..

 

Nail Sönmez
18 Temmuz 2022 - İstanbul

 

 

[1] Soğuk Savaş dönemi Rusya “Kamu Diplomasisi”nin Kuzey Kafkasya diasporalarının zihinsel arka planlarına bıraktığı ve etkileri hala süren derin tahribatlar konusunda detaylı bilgi için bkz: Duğ Orhan Doğbay, “Rusya ve Kamu Diplomasisi Matruşkası - Rodina’dan DÇB’ye”, (Mızağe Dergisi, No:3) 36; Aynı yazı, https://www.kuzeykafkasyacumhuriyeti.org/ (15.07.2022 tarihinde erişilmiştir.)

[2] Bu kitabın eleştirisi için bkz: Osman Çelik: "Çerkesler", Birleşik Kafkasya Konseyi Bülteni, No:14, s.6-13, Ankara 1997; Aynı yazı, Birleşik Kafkasya Dergisi, (Eskişehir: No:13, 1998), 26-34.

[3] Batıray Özbek, “Avrupalı Gözüyle Çerkesler”, (Ankara: Kafdağı Yayınları, 1997), 99.

[4] Batıray Özbek, “Avrupalı”, 66-67.

[5] Dr. Yedic Batıray Özbek, “21 Mayıs Sürgünü, Göçün Avrupa’da Düzenlenen İlk Anma Toplantısında Sunulan Konferans”, 25/05/2003. http://www.circassiancenter.com (13.07.2022 tarihinde erişilmiştir.)

[6] Sefer E. Berzeg, “Kafkasya ve Diaspora Yayın Hayatından”, (Ankara: Kuban Matbaacılık, 2008), 152. Ayrıca Almanca belgenin orijinal nüshası için bkz: https://www.jstor.org/stable/41045668 (15.07.2022 tarihinde erişilmiştir.)

[7] Biyografisi için bkz: https://www.kuzeykafkasyacumhuriyeti.org/ biyografi/

[8] Biyografisi için bkz: Sefer E. Berzeg, “Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda Çerkes Göçmenleri II”, (İstanbul, Nart Yayıncılık, 1990), 9.

[9] Biyografisi için bkz: Berzeg, “Kafkas Diasporasında”, 178-179; Berzeg, “Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda”, 19-20; https://www.kuzeykafkasyacumhuriyeti.org/ biyografi/aziz-meker.html

[10] Aziz Meker, “russkie v cherkesii” (1760-1864)”, Maykop, 2013. (Азиз Мекер, “русские в черкесии (1760-1864)”, Майкоп, 2013

[11] Aynı yazı, Мекер, “русские в черкесии”), (Arka kapak yazısı)

[12] Mücahit Gültekin, “Algı Yönetimi ve Manipülasyon: Kanmanın ve Kandırmanın Psikolojisi”, (İstanbul: Pınar Yayınları, 2016).

[13] Bkz: Nail Sönmez-Orhan Doğbay, “Birleşik Kafkasya İdealine Adanmış Ömür - M. Aydın Turan”, (İstanbul: Birleşik Kafkasya Derneği Yayınları, 2018), 262.

[14] Bkz: François Georgenon, “Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Yusuf Akçura (1876-1935)”, (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996), 199-201.

[15] Aziz Meker’in Lenin’le yaptığı bu görüşmeye ilişkin haber, 1917 Bolşevik ihtilali sonrasında “Lenin ile Mülâkat” başlığıyla Tasvir-i Efkar’ın 20 Kanun-ı evvel 1333 (20 Aralık 1917) günkü nüshasında yayımlanmıştır. Ayrıca haberin tam metni için bkz: Georgenon, “Yusuf Akçura”, 199-201.

[16] Georgenon, “Yusuf Akçura”, 199.

[17] Georgenon, “Yusuf Akçura”, 199-201.

[18] M. V. Frunze, “Ukraynalı Devrimci Lider Frunze'nin Türkiye Anıları (Kasım 1921 Ocak 1922)”, Çev: Ahmet Ekeş, (İstanbul: Cem Yayınevi, 1978); (İstanbul: Düşün Yayınevi, 1996); (İstanbul: Dorlion Yayınevi, 2019).

[19] Dr. Yavuz Aslan, “Milli Mücadele Döneminde Türk-Sovyet İlişkilerinde Molokanlar (Malakanlar) Sorunu”, ( A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı:18, 2001), 275,284.

[20] I. Ç. Hacıibrahimoğlu - M.Perinçek, "Türk-Sovyet İlişkileri Tarihinden Yeni Bir Belge Frunze’nin Veda Yemeğinde İmzalanan Anı Defteri", (Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı:251, Kasım 2014), s.60; https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/b (14.07.2022 tarihinde erişilmiştir.)

[21] Atatürk Ansiklopedisi, “Türkiye-Ukrayna Dostluk Antlaşması-1922”, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ turkiye-ukrayna-dostluk-antlasmasi (12.07.2022 tarihinde erişilmiştir.)

[22] Dr. Yedic Batıray Özbek, “21 Mayıs Sürgünü, Göçün Avrupa’da Düzenlenen İlk Anma Toplantısında Sunulan Konferans”, 25/05/2003.
http://www.circassiancenter.com/cc (13.07.2022 tarihinde erişilmiştir.)

[23]“…(Aziz Meker) büyük bir olasılıkla İsviçre’de Fuat Tchuğo Paşa ile birlikte Lenin'le görüşerek Adige halkının problemini anlatırlar. Daha sonra Çiçerin ile de görüşür ve yapılan görüşmelere katılır. Ankara’ya Adigeleri geri götürmek için temasa gelen Michail Vassilyeviç Frunze ile görüşüp görüşmediği bilinmemektedir. İzzet Aydemir'in sözlü anlatımına göre, Asetin General. Mussa Kunduko ile görüştürülür…” http://www.circassiancenter.com/cc- “…Firunze, Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı. Sovyetler kurulduktan sonra, Lenin kendisiyle İsviçre'de görüşen bazı Adige bürokrat ve generallere verdiği sözü tutarak Ankara'ya Firunze'yi göndererek Anadolu'dan Çerkesleri geri götürmek istediyse de zamanın bürokratlarından Hüseyin Tosun ve generalleriyle bir söylentiye göre Musa Kundukov ile görüştürülerek, Çerkeslerin anavatanlarına geri dönmek istemiyorlar cevabın verdirilmiştir. Alman gizli istihbaratının verdiği raporlara göre: Osmanlılarca kandırıldıklarını geçte olsa anlayan halkın % 80 gibi büyük bir kısmı anavatana dönmeye hazırdı. Bunun tam tersine rütbe ve servet sahibi olanlar ise Türkiye'de kalmayı istiyorlardı. Dönüşe karşı olanların başında gelen kişi ise Türk Ajans müdürü Gönenli Hüseyin Tosun beydir. (Kaynak, Werner Zürrer, Almanya’nın 1. Dünya Savaşında Kuzey Kafkasya Politikası)…” http://www.circassiancenter.com/

[24] Frunze, “Ukraynalı Devrimci Lider”, 54.

[25] Frunze, “Ukraynalı Devrimci Lider”, 101.

[26] Frunze, “Ukraynalı Devrimci Lider”, 98.

[27] Frunze, “Ukraynalı Devrimci Lider”, 48.

[28] Frunze, “Ukraynalı Devrimci Lider”, 118-126, (Sovyet Halk Komiserliği’nin ve Ukrayna Merkez Yürütme Komitesi’nin Birleşik Oturumunda Ankara Yolculuğu Hakkında Sunulan Rapor.)

[29] https://www.kuzeykafkasyacumhuriyeti.org/ b

[30] Berzeg, “Kafkas Diasporasında”, 227-228.

[31] Berzeg, “Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda”, 9-10.

[32] Berzeg, “Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda”, 12-13.

[33] Bkz: Sönmez-Doğbay, “M. Aydın Turan”, 282.

[34] Bkz: Sönmez-Doğbay, “M. Aydın Turan”, 53-54.

[35] Chochiev Georgiy Vitalievich, “1918-1922 Yılında Türkiye’deki Çerkes Siyasi Elitinin Kafkasya Odaklı Faaliyetleri”, Kuzey Osetya Beşeri ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, V. I. Abaev Vladikavkaz Rusya Bilimler Akademisi Bilim Merkezi, Bilimsel Makale, 2014. https://www.gramota.net/materials/3/2014/4-1/57.html (erişim tarihi 09/07/2022); Dr. Georgy Chochiev, “Diaspora Çerkeslerinin Birinci Dünya Savaşı Sonunda Kafkasya’ya Geri Dönüş İçin İngiltere’ye Müracaatları”, Anavatanlarından Sürülüşlerinin 150. Yılında Çerkesler (Uluslararası Konferans Bildiriler Kitabı), (Ankara: Kafdav Yayınları, 2015), 107-114; Mustafa Butbay, “Kafkasya Hatıraları”, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1990, s.2

[36] Chochiev, “Diaspora Çerkeslerinin”, 107-114.

[37] Yeni Muhacir, “Eski-Şimali Kafkasyalı Muhacirlerin Ortak Kafkasya Kurtuluş Hareketinde Rolü”, Severnıy Kavkaz, 1935, No:20, s:3’ten aktaran M. Aydın Turan; Sönmez-Doğbay, “M. Aydın Turan”, 307-308.

[38] Muammer Canıdemir-Orhan Doğbay-Nail Sönmez, “Kafkasya’da Şapsığların Var Olma Mücadelesi ve Yusuf Suad Neğuç”, (İstanbul: Birleşik Kafkasya Derneği Yayınları, 2021), 184.

 

© KKC 100. Yıl