Gündemimizi işgal eden “milli ve yerel dillerin gönüllü olarak öğretilmesi” kamuflajıyla hazırlanan malum yasa Rusya Federasyonu Duması’nda kabul edildiği takdirde bundan böyle okullarda ulusal diller zorunlu olmaktan çıkarılarak tercihli hale getirilecek, bu da anadillerin kademeli olarak eğitim sisteminden tamamen kaldırılmasına ön açacaktır. Bu durum şüphesiz ki Rusya’daki tüm etnik grupları sistematik şekilde yok etme plan ve adımlarının kilometre taşlarından sadece biridir.
“Rusya, etnik gruplardan kurtulmak, Rus kültür potasında erimiş homojen bir toplum oluşturmak istiyor. Sıkıntının kaynağı budur. Bunun içindir ki 2000 yılından bu yana etnik gruplara verilmiş hakları bir punduna getirip tek tek buduyor. Bunları şöyle bir hızlıca hatırlamakta fayda var:
– 13 Mayıs 2000 tarihinde çıkarılan kararname ile Rusya 7 (sonra KKFB ile 8 oldu) federal valiliğe bölünmüş, her birinin başına Putin’in seçtiği tam yetkili temsilcileri atanmıştır. Böylece eşit sujeler olan kurucu konumdaki federe yapılar ve devlet başkanlarının statüleri fiilen 8 federal bölgenin ve valilerinin altına düşürülmüştür.
– Bu yetmemiş, Rusya Federasyonu’nun kuruluşta 89 olan idari birim sayısı 2003’ten bu yana 81’e düşürülmüştür. Sürekli federal bölgelerin genişletilmesinin getireceği faydalar dillendirilerek toplum bu birleşmelere psikolojik olarak hazırlanmaktadır. Projenin asıl amacı etnik cumhuriyetlerin komşu federal yapılara kaynaştırılarak tasfiyesidir. Bunun için fırsat kollanmaktadır. Kuzey Kafkasya’da Adıgey Cumhuriyeti Krasnodar’a, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti Stavropol Bölgesine bağlanmak istenmektedir. Kabartay Balkar Cumhuriyeti’nin de komşu birimlerle birleştirilmesi düşüncesi mevcuttur.
– Yine 2004 Eylül’ündeki Beslan kanlı olayları bahane edilerek ülkedeki seçim ve idare sistemi değiştirilmiş, Rusya Federasyonu’nu oluşturan tüm federe birimlerin baş yöneticileri federal merkezden atanmaya başlanmıştır. Yerel parlamentolar “noter” konumuna düşürülmüştür.
– Cumhuriyetlerin tamamının içişleri bakanları, mahkeme başkanları, hukuk kadroları, güvenlik kadrolarının başları, vergi dairelerinin başları, merkez bankası başkanları ve diğer stratejik kurumların atamaları doğrudan Moskova’dan yapılmakta, mahalli idarelere inisiyatif tanınmamaktadır.
Seçimi ve atanması yerel cumhuriyetlere bırakılanlar ise tarım, kültür, turizm, spor, eğitim bakanlıklarıdır… (Görece önemli olan eğitim bakanlığının yetkileri yasalarla minimize edildiği için istense de bir şey yapılabilecek durumda değildir.)
– Rusya Federasyonu Anayasasında değişiklikler yapılarak, bütün cumhuriyetlerden “anayasalarını Rusya Federasyonu Anayasası ile uyumlu hâle getirmeleri” istenmiş, merkezde yapılan değişikliklerle federe birimler “yerel özellikleri koruyucu yasalarını” bir bir ilga etmek zorunda kalmışlardır. Yani cumhuriyetlerin kendi anayasalarının olması da anlamsız kılınmıştır.
– Kimlik cüzdanları ve pasaportlarda “milliyet” hanesi kaldırılmış, hayal edilen “Ruslaşmış homojen topluma” doğru bir adım daha yaklaşılmıştır.
– Milli özellikleri koruyucu ve geliştirici çalışmalarda bulunan sivil toplum kuruluşları tasfiye edilmiş, tüm sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri devlet kontrolüne alınmıştır.
– Federasyon Anayasasına uyumsuzluk gerekçesiyle, etnik cumhuriyetlerde devlet başkanı olacaklar için yerel dili bilme zorunluluğu kaldırılmıştır.
– Federe cumhuriyetlerin kendi sınırlarını kontrol yetkisi gerekçeler uydurularak ellerinden alınmaktadır. Örneğin 2006 yılı sonunda Adıgey Gümrüğü, Krasnodar Eyalet gümrüğünün bir şubesi haline getirilmiştir.
– Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri’nin tamamında telecom, enerji gibi kritik kamu kurumları ülke idarelerinden alınıp Federal Bölge Merkezlerine (KKFB) bağlanmıştır.
– Cumhuriyetlerin en üst yöneticilerinin “başkan” olan unvanı değiştirilerek yerine komik komik sıfatlar ikame edilmiştir.
Örnekler daha da uzatılabilir.” [1]
Buradan gündemimizdeki anadil konusuna ve önemine gelirsek;
“Bir milletin bütün tarihi boyunca edindiği kültürü, değer yargılarını ve hayat tecrübelerini sinesinde toplayan, onu koruyan ve yaşatan "kutsal bir hazine" olan dil, sadece iletişim aracı olarak düşünülmemelidir. İletişim aracı olma niteliği yanında dilin hem birey hem de millet için daha önemli olan yönü kültürel kimliği belirleyici ve koruyucu olan yönüdür. Milletin iç dünyasını, ruhunu yansıtan dil, kişilerin mensubiyetlerinin, milletlerine olan bağlılıklarının da belirleyicisidir.” [2]
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) 1999 yılında aldığı bir kararla 21 Şubat gününü, “Uluslararası Anadili Günü” olarak kabul etmiş ve ilk kez 2000 yılında, dünya çapında kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla “Dünya Anadili Günü” kutlanmaya başlanmıştı. 2017 yılının teması ise, “Çok Dilli Eğitim Aracılığıyla Sürdürülebilir Geleceklere Doğru” olarak belirlenmişti.
UNESCO, sürdürülebilir bir geleceğin temini için öğrencilerin ana dilde eğitim ile birlikte diğer dillerde eğitime erişime de sahip olmaları gerektiğini, ana dilin iyi öğrenilmesi ile okuma, yazma ve sayılardan anlama temel kabiliyetlerinin kazanıldığını, yerel diller, özellikle de azınlık ve yerli kültür ve değerleri ile geleneksel bilginin bu bağlamda sürdürülebilir geleceklerin teşvik edilmesinde önemli bir rol oynadığını özellikle vurguluyor.
UNESCO’nun, sürdürülebilir bir gelecek için toplumlardaki çok dilli eğitimin önemine vurgu yaptığı bir dönemde, Rusya bunun tam aksi bir şekilde, halklarımızın anadilde eğitim hakkını çeşitli uygulamalarla ihlal ettiği yetmezmiş gibi şimdi de yasa ile "Ulusal dillerin zorunlu eğitimini" tamamen yasaklıyor, bizi sessizliğe mahkum ediyor.
Yukarıda verilen örneklerin yanı sıra, son yıllarda "Rus olmayan milletlere" yapılan baskı ve zulmün artış kaydetmesi ve şimdi de çıkarılmaya çalışılan bu yasa, "Rus şovenizminin" doruk noktasına ulaştığının en belirgin göstergesidir/göstergeleridir.
Rusya Federasyonu dahilindeki “Rus olmayan milletleri” önce baskı ve zulümle sindirip sonra da sistemli bir asimilasyon çarkında tamamen yok etmek için elinden geleni ardına koymayan Rus siyasetinin en sadık köleleri de hiç şüphesiz atanmış, mankurt yerel yöneticilerdir. Kukla yöneticiler ve Duma’da kendi halkını temsilen milletvekilliği yapan mankurtlar Rusların bu minvaldeki tüm siyasi planlarına hizmette de adeta yarışmaktadır. Son oylama da bunun ibretlik bir örneği olmuştur.
Durum tüm Kafkasya Halkları için artık tamamen ölümcül bir tehdit noktasına ulaşmıştır!
Rusya Federasyonu Anayasası’nda, “Devlet; cinsiyet, ırk, milliyet, dil, köken, malvarlığı ve makam, ikamet yeri, dini tutum, görüş, toplumsal birliklere mensubiyet, ayrıca diğer durumlarına bakmaksızın insan ve vatandaş hak ve özgürlüklerinin eşitliğini güvence altına alır. Sosyal, ırki, milli, dilsel veya dini mensubiyet niteliğine göre, vatandaşların haklarının herhangi bir şekilde sınırlandırılması yasaktır.” (Madde 19) ve “Herkes ana dilini kullanma, iletişim, eğitim, öğrenim ve yaratıcılık dilini serbestçe seçme hakkına sahiptir.” (Madde 26) şeklindeki maddeler sadece göstermeliktir. Bu maddelerin varlığına rağmen uygulamada karşılaşılan durum Rusya’da hukukun göstermelik olduğunun da açık delilidir.
Kafkasya’da “halk iradesi” iktidarda değildir. Bırakalım iktidarda olmayı, STK’larda dahi “milli irade” bilindik yöntemlerle saf dışı bırakılmıştır. Bugün vatanda sesini çıkarabilecek, muhalefet edebilecek hiçbir “milli unsur” kalmamıştır. Buna “Xase”ler de dahildir. Hal böyleyken Rusya’da sadece demokratik mücadele ile ne, nasıl elde edilebilir konusu yoruma açıktır ancak mevcut konjonktürde elimizde -şimdilik- başka bir seçenek de bulunmamaktadır.
Vatanda durum böyle iken sorumluluğun büyük kısmı artık diasporanın sırtındadır.
Maalesef ki, hem vatanda hem de diasporada yaşayan halkımızın milli meselelere duyarsızlığı bir “vakıa”dır. Her iki kesimde de sistemli ve doğal asimilasyon süreci neredeyse tamamlanmak üzeredir. Dolayısıyla milli meselelere duyarsız kalan halkımızı suçlayarak da elde edilecek bir kazanım yoktur. Ancak, bu meselelere duyarlı olan tüm kişi, kurum ve kuruluşların enerjisini acilen bu konuya kanalize etmeleri elzemdir.
Hem vatandaki soydaşlarımıza moral ve umut verecek hem de Rusya’yı bu anayasa değişikliğinden vazgeçmeye sevk edecek mahiyette ciddi bir “Acil Eylem Planı” oluşturulup bir an önce uygulamaya konulmalıdır. Rusya’yı, diasporayı ciddiye almak zorunda bırakacak zincirleme “protesto” eylemleri başlatılmalıdır. Günü kurtaracak bildirilerle, göstermelik sosyal medya mesajlarıyla yetinilmemelidir. Bir anlık veya tek seferlik değil, zamana yayılmış “eylemler zinciri”ni tıpkı Ruslan Guaşö’nün açlık grevi sürecinde sergilediğimiz birliktelik gibi tüm kesimler, tüm kurumlar hep birlikte uygulamaya koymalıyız. Bu eylemler aynı zamanda konulara duyarsız halkımız üzerinde de yine Guaşö sürecindeki gibi “farkındalık” yaratan bir faktör olacak, toplumun tüm kesimlerinde ciddi bir sinerjinin oluşmasına da katkı sağlayacaktır.
Tüm Kafkas Halkları, vatan topraklarında da diasporalılaşmalarına sebep olacak ve yeni nesillerimizin anadillerini öğrenmelerine engel teşkil edecek bu yasaya birlik içinde karşı durmalıdır. Yoksa öyle görülüyor ki “matruşka etkisi” hızlanarak devam edecektir.
Diğer yandan, bu güncel hadise bir kere daha gösterdi ki; Kafkasyalıların artık boş işlerle uğraşma lüksü kalmamıştır.
Kabardey Balkar Cumhuriyeti İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanı Valeri Hatajuko 2005 yılında Samsun BKD’yi ziyaretinde yaptığı bir konuşmada şu hususlara daha o zamanlarda dikkat çekmişti;
“Kafkasya’da son zamanlarda çok ciddi gelişmeler var. Hem sizi, hem de bizi derinden etkileyecek gelişmeler. Mevcut yönetim Çeçenistan savaşını ve terörü bahane göstererek Kafkasya’da ve Rusya’da temel hak ve özgürlükleri, demokrasiyi askıya almak için çabalamaktadır. Baskıcı otoriter bir yönetim oluşturulmaya çalışılıyor. Kafkasya’da geçen yıldan itibaren Radyo TV’lerde Adigece programlar en alt düzeye indirildi. Okullarımızdaki Adigece dersleri iyice azaltıldı. Anadilimizde yayınlanan kitap sayısı ise eski dönemlere oranla yarıya düştü. Rusya Federasyonu içindeki cumhuriyetlerin ortadan kaldırılma planları ve hazırlıkları var.” [3]
Hatajuko bu uyarıları yaptıktan sonra da çözüm yolu ile ilgili görüşlerini de aktarır; “Kafkasya’da başka bir devletin, diasporada başka devletlerin içinde yaşayarak dilimizi, kültürümüzü yaşatmak oldukça zordur. Tüm değerlerimizin korunacağı tek yer Kafkasya’dır. (…) Halkının problemlerini çözmeyi hedef almış, milli politikalar üreten bir devletimiz olmalı gelecekte. (…) Eğer bizim de böyle bir devletimiz olmazsa, bizim gidebileceğimiz, güç alabileceğimiz bir yerimiz kalmayacak. Kafkasya’nın güçlü bir devlete, diasporanın profesyonel bir lobiye ihtiyacı vardır…” [4]
“Sorunun kaynağı” ve tek kalıcı çözüm yolunu işaret eden “gelecek iradesi” bu kadar açık ve net… Artık hezimet halinde uzatmaları oynadığımız şu süreçte topu taca atacak vakit de kalmamıştır.
Rusya’nın “derin aklı”nın kiril mi-latin mi, batı diyalekti mi-doğu diyalekti mi, Çerkes mi-Adige mi, Çerkesya’mı-Kafkasya’mı gibi sunî gündemlerle bizi oyalamasına izin verilmemeli, gereksiz tartışmalarla enerji tüketilmemeli, vatanı ve diasporasıyla tüm Kafkas Halkları “ortak gelecek” için yeniden birlikte yürümeye başlamalıdır.
Konuya tekrar dil özelinde yaklaşacak olursak da; “dil”in yaşayabilmesi ve yaşatılabilmesi; göstermelik lokal istek ve tedbirlerle, derneklerde açılan kurslarda 3-5 kişiye öğretilmeye çalışılmasıyla değil, tüm kültürel ifade biçimlerinde, sanatta, okulda, medyada, sanal ortamda ve ticarette, kısacası hayatın her alanında kabul görmesi ve kullanılır olması ile mümkündür.
Bunun da tek yolu Hatajuko’nun dediği gibi “vatan” ve “devlet”tir.
“Devletleşme gibi uzak bir ideal diasporanın acil sorunlarına çözüm değil” yaklaşımındakilere de gayet açıklıkla şunları ifade edelim;
Arkadaşlar, maalesef “kral çıplak!”
Diasporada anadili sonsuza kadar koruma ve yaşatma şansı yoktur. Bu durum çok uzun sürmeyecek bir erimde bitecek. Tekil sayılabilecek örnekler de “örnek” olamaz. Bu, hayatın olağan akışına da, sosyolojik realitelere de aykırı. Vatanda anadillerin korunup gelişmesi için zemin var. Hiç değilse bunu kaybetmeyelim ve kendi yurdumuzda dahi diasporalılaşmayalım istiyoruz.
Kendi milli kararlarını alıp hayata geçirecek bir devletleşmeyi başaramadığımız takdirde kendini besleyeceği ana kaynaktan daha fazla mahrum kalacak olan diasporanın da ne dil, ne kültürel, ne de bilinç açısından bir yaşam şansı kalmayacaktır!..
Anadil sorununa ilişkin meseleleri “devletleşme” mefhumundan yalıtıp sadece “dil” ve “kültür” ekseninde değerlendirmeye kalkmanın, sorunun daha da büyümesinden başka bir işlevi olmayacaktır.
Durum bu kadar açık ve nettir!..
Nail SÖNMEZ
21 Haziran 2018
[2] Üstüner, Ahat (2003). “Anadille Eğitim ve Türkçe”. Birses, 21.01.2003.