KAFKASYA ÜZERİNE DÜŞÜNCELER[1]
Mehdi Nüzhet ÇETİNBAŞ
Kuzey Kafkasya istiklâl savaşları hiç şüphesizdir ki, dünyanın en kanlı savaşlarından birini teşkil eder. Rus ordularının adeta soykırım yaparcasına gösterdikleri vahşet ve zulümlere karşı yıkılmadan en ufak bir moral çöküntüsüne uğramadan, asırlarca karşı duran ecdadımız zamanın devletleri tarafından anlaşılamamıştır. Daha sonraları dünyanın başına bela kesilecek olan bu musibeti zamanında teşhis eden bahtsız insanlar, medeni (!) dünyanın gözü önünde katl olunmuşlardır.
Kuzey Kafkasya istiklâl savaşları hiç şüphesizdir ki, dünyanın en kanlı savaşlarından birini teşkil eder. Rus ordularının adeta soykırım yaparcasına gösterdikleri vahşet ve zulümlere karşı yıkılmadan en ufak bir moral çöküntüsüne uğramadan, asırlarca karşı duran ecdadımız zamanın devletleri tarafından anlaşılamamıştır. Daha sonraları dünyanın başına bela kesilecek olan bu musibeti zamanında teşhis eden bahtsız insanlar, medeni (!) dünyanın gözü önünde katl olunmuşlardır.
Çerkes toplumunun asırlarca uğramış olduğu zulümlerin suçunu Çarlığa, Bolşevik idarede yapılan katliamların vebalini diktatör Stalin'e yüklemek bugünkü Sovyet rejimini de vebal altından kurtaramayacaktır. Biliyoruz ki devletler gelip geçici, ebedi olanlar ise zihniyetlerdir. Günümüz Sovyet politikası da Çar Deli Petro’dan miras kalan emperyalist bir cihan imparatorluğu üzerine kurulmuştur. Sadece maskesi değişmiştir. Enternasyonalci bir hareket pozisyonuna bürünerek mazlum milletleri iğfal edip, onlara “Altın çağ” vadeden bu yönetim günümüze kadar geçen tatbikatında zulüm ve gözyaşından başka ne verebilmiştir?
Sovyet anayasasına dayanarak, bağlı bulunduğu ittifakın dışına çıkmak için harekete geçen Macaristan ve Çekoslovak milletlerinin başından geçen kanlı hadiselerin izleri henüz hafızalarımızda taptaze yaşamaktadır.
11 Mayıs 1918 yılında kurulan, kısa ömürlü Şimali Kafkasya Cumhuriyeti’nin 61. yıldönümünü idrak ediyoruz. 61 yıl normal bir insan ömrü. Kafkasya bu zaman zarfından defalarca çalkantılara sahne olmuş, ancak kara talihini bir türlü yenememiştir. Bağımsız devletin kuruluşu esnasında, Milletine ihanet edip Rus idealleri doğrultusunda onlara hizmet eden, Celâl Korkmazov ve arkadaşları Sovyet propagandasının cazibesine kendilerini kaptırmışlardı. Onlara göre Kafkasya kardeşlik içinde kendi kendini yönetecekti.
Sovyetler Birliğinde hazırlanan 1936 anayasası Kafkasya’yı dil ve etnik bakımdan parçalara ayırıyordu. Celâl Korkmazov, Betal Kalmık ve arkadaşları, Kafkasya’nın sağlam bir kültür birliğine sahip olduğunu ve tarih boyunca birlikte yaşadığını ve yine yaşamak istediğini bildirdiler. Korkmazov bütün samimiyetiyle inandığı rejimin bunu kendilerine çok görmeyeceğini umuyordu. Ama bu hareket kendilerine çok pahalıya mal oldu. Bolşevik rejimi tarafından “Burjuva Milliyetçiliği” ile suçlanan Korkmazov ve arkadaşları topluca idam edildiler. Kafkasya idari, etnik ve dil özellikleri ileri sürülerek küçücük parçalara bölündü. Güçsüz cılız özerk diye adlandırılan bölgeler oluşturuldu.
Şurasını samimiyetle ifade edebiliriz ki, hepimiz Kafkasya’yı ana vatan olarak kabul ediyoruz. Orada yetişen dünya çapındaki fertlerimizle övünüyor ve iftihar ediyoruz. Yıllarca hasret kaldığımız şarkıları Thabısım Vomar, Anzarıko Çıslav ve Veter Anatoli’nin sesinden dinlerken yorgun ruhumuzu dinlendiriyoruz. Büyük zorluklarla ele geçirip öğrendiğimiz alfabelerle meydana getirilmiş metinleri okurken (ideolojik propaganda da olsa) yazılı bir dile sahip olduğumuz için gurur duyuyoruz. Ancak bütün bunlara rağmen yine düşünüyoruz. Düşündükçe önümüzdeki engelleri görüp kahroluyoruz.
Biliyoruz ki Sovyetler Birliği anayasası gereğince resmi dil Rusçadır. Rus olmayan milletlerin oluşturduğu 16 Cumhuriyette de ulusların dilleri ikinci resmi dildir. Ancak Kafkasya gibi özerk bölgelerin, resmi dilleri yalnızca Rusçadır. Buralarda sadece dillerin korunması için ufak çaplı bazı tedbirler alınmıştır. Bu neyin çözümünü getirecektir? Eğer mesele buysa Türkiye dışında yaşayan diğer soydaşlarımız da yaşadıkları ülkelerde anayasaların müsaadesiyle kendi dillerinde eğitim yapma imkânına sahip bulunmaktadırlar. Nitekim elimize geçen bültenlerden Amerika, İsrail ve Almanya'da Çerkes diliyle bültenler çıkarıldığına şahit oluyoruz.
Sovyetler Birliği ve ana vatan Kafkasya'da yaşayan soydaşlarımız, Türkiye'de gözle görülen asimilasyonun aksine gizli bir asimilasyonla karşı karşıyadırlar. Sovyet anayasası gereğince Kafkasya'ya gelip yerleşen yabancı unsurlar, çoğunluğu teşkil etmektedirler. Tabii güzellikleri ve ekonomik yönden gelişme yolunda olması, Maykop petrollerinin önemi buraya göçü cazip hale getirmekte, Sovyet idarecileri de buna pasif destek sağlamaktadırlar.
Haftada iki saat radyo yayını, okullarda kısmi lisan dersleri ile bütün problemlerin çözüldüğüne inanmamız elbette istenemez. Bugün Kafkasya'da nüfusun ancak %15 ini teşkil eden Abhazya özerk bölgesi, adı dışında varlığını ne kadar muhafaza edebilir. Diğer özerk bölgelerde çoğunluğu Kafkasya dışı ulusların oluşturduğu yerlerin istikballerini ne derece parlak görebiliriz. Bu gidiş devam ederse Türkiye'de zaman belirterek teşhis edilen asimilasyon, Kafkasya için daha geç bir tarihte de olsa mukadder değil midir? Her iki durumda da asimilasyonla karşı karşıya geliyoruz.
Bu gerçekler karşısında çözümü ana vatana dönüp oradaki nüfus artışına yardımcı olarak çözümlemek isteyenlere de sözümüz olacak. Eğer yukarıdaki örnekleri gördükten sonra, Sovyetlerin yurt dışındaki Çerkeslerin ana vatana dönüşü için son derece arzulu bulunduklarına inanıyorlarsa büyük bir yanılgı içindedirler. Kafkasya’nın kendi bünyesinde birlik kurmasına müsaade etmeyen zihniyet, nasıl olur da dünya Çerkeslerini bir araya getirmek için çırpınır ve didinir. Bu mantığın kuralları dışına taşmıyor mu? Kafkasya'ya göçün şartlarını son derece güzel cümlelerle izah edenler, nedense söylemiş olduğumuz gerçekleri ısrarla görmemezlikten gelirler.
Çeşitli haksız suçlamalarla anavatanlarından koparılıp Çeçenlerle birlikte sürgüne gönderilen Kırımlılar yurtlarına henüz dönememişlerdir. Bu gerçekler göz önünde dururken Sovyetlerin bize yapmış olduğu ana vatana dönüş çağrısı, bizim nezdimizde, enternasyonalci bir hareket olan devlet ideolojisinin, cihan hâkimiyetine giden yolda, kendisine engel olarak gördüğü Kuzey Kafkasya camiasını, pasif duruma düşürüp hareketini daha da kolaylaştırmak için yapılan bir propagandadır.
Bütün dünyaya karşı parlak, yaldızlı cümleler kullanan Sovyetler Birliği, bünyesinde topladığı milletleri “özünde sosyalist, biçimde ulusal kültür” sloganı ile uzun yıllar avutmuştur. Bu durum muhtar cumhuriyet ve özerk bölgelerde oluşan Milli cereyanları “Burjuva kalıntısı veya feodal kökenli” olarak suçlayıp rahatlıkla tasfiye etmektedir. Henüz gelişememiş küçük özerk bölgeler, kendi kültürlerini geliştirmek için çaba sarf ederken, tabandan tavana kadar hâkim olan Rus kültürü, günden güne daha da etkinleşme sürecindedir.
Süratle değişen dünya siyasi dengesi, hiç şüphesizdir ki Sovyet politikasını da etkileyecektir. Varşova paktının liderliğini üstlenen, aynı zamanda dünya komünist hareketinin hamiliğini yapan Sovyetler Birliği, kendi bünyesinde bulunan Müslüman halkın problemlerinin ortaya dökülmesinden son derece rahatsız olmaktadır. Bundan bir süre önce Libya'nın Bingazi şehrine konsolosluk açmak için müsaade isteyen Sovyetlerin, karşılığında Özbekistan'ın Taşkent şehrinde konsolosluk açılması şartını ileri süren Kaddafi karşısında teklifinden vaz geçmesi anlamlıdır. Her türlü baskıya karşılık yok edemediği İslamiyet’in, yeniden su yüzüne çıkmasından Sovyetler büyük sıkıntı duymaktadırlar.
Bağımsızlık yolunda ilk adımın atıldığı 1917 “Andi Kurultayı”
(Ressam Halik Bek Musayasul'dan)
İnancına büyük bir sadakatle bağlı bulunan, gerek Kafkasya, gerekse diğer Müslüman toplumlar, yeri ve zamanı geldiğinde ruhlarının derinliğinde yanan hürriyet meşalesini yeniden ateşleyebilirler. Bu Sovyetlerin sömürü ve baskı siyasetiyle ters orantılı olarak gelişmektedir. Nitekim bazı batılı kaynaklardan alınan bilgilere göre, Sovyetler Birliği’nde gizli olarak dini ayinler yapılmaktadır. Bu ayinlere mahalli komünist idarecilerin de katılması Sovyet yönetimini ciddi şekilde rahatsız etmektedir.
Bizler Kuzey Kafkasya muhaceret kesimi olarak, kin ve nefret duygularını körükleyerek Sovyetlere karşı kitleyi kışkırtmanın bir çözüm olamayacağının idraki içindeyiz. Bizim mücadelemiz ırki temeller üzerine oturtulup, Rus toplumuna karşı bir intikam savaşı olamaz. Bizim bütün çabamız, insanların inançlarına baskı, hürriyetlerine pranga vuran, zihniyetlere ve ideolojilere karşıdır.
Ana vatanda yaşayan soydaşlarımızla temas kurmak en tabii hakkımız olmalıdır. Ancak bu temasların neticesinde, bizim beklediğimiz ana vatanın öz değerleri yerine, karşımıza ideolojik propaganda materyalleri çıktığı müddetçe, bu ilişki sıhhatli olamayacaktır. Bizler Kafkasya’nın tâbi olduğu rejimin kaidelerini değil orada yaşayan kardeşlerimizi özlüyoruz, onlara hasretlik çekiyoruz. Birbirimizden tamamlayabileceğimiz çok eksiklerimiz vardır. Bugünkü Sovyet yönetiminin, soydaşlarımızla kuracağımız temasların istismarını yapması ve onu bir propaganda vasıtası olarak kullanmasını benimseyemeyiz. Aynı ortak kültürün mensupları farklı siyasi kanaatlere sahip olabilirler. Bu durum karşılıklı diyalogu etkilememelidir. Bizim için en önemli mesele, karşılıklı olarak muhafaza ettiğimiz kültürel değerleri birleştirerek, hızla yok oluşa giden toplumumuzu ve öz değerlerimizi kurtarmaya çalışmaktır.
1920 yılından beri Sovyetler Birliği'nin gerek politik, gerekse kültürel baskısı altında, ekonomik kaynakları sömürülen Kafkasya için Sovyetlerin daha yumuşak ve esnek bir politika izlemesini dileriz. Yukarıdaki satırlarda da ifade ettiğimiz gibi, kin ve intikam duygularını körükleyici baskılar, çoğu kez büyük hüsrana uğramışlardır. Bundan altı ay öncesine kadar çoğu batılı devletlerin yıkılmaz diye bel bağladıkları İran Şahı bugün hiç bir devletin kabul etmediği dünya vatandaşı durumundadır. Dünyamız öyle bir hale gelmiştir ki her hafta, her ay siyasi dengesi değişikliğe uğramaktadır. Bu durumları çok yakından takip etmeliyiz.
Esir milletlerin kurtuluşu meselesini eline alan Dünya İslâm Hareketi, kapitalist ve komünist blokların engellemelerine rağmen, büyük mesafeler kat etmektedir. Ellerinde Kelime-i Tevhid yazılı yeşil sancakla din uğruna mukaddes cihad veren şeyh ve imamlar diyarı Kuzey Kafkasya da Dünya İslâm Hareketinin bir parçasıdır. Diktatörlük ve monarşilerin bir bir yıkıldığı günümüzde Sovyetler Birliği bunlardan elbette payını alacaktır. Çirkin propagandalarla milletleri içinden bölüp parçalayarak oraları ele geçirmeyi hedef haline getiren bu rejim aynı akıbete kendisi de uğrayacaktır. Bu günlerin uzak olmadığına inanıyoruz.
[1] Kuzey Kafkasya Kültür Dergisi, Sayı 54, Yıl: 9, s:3-4-5-6, Cilt: 9, Nisan Mayıs 1979