ABD'NİN KAFKASYA’DAKİ PİYONU: GÜRCİSTAN
Soğuk Savaş
Dünya üzerinde farklı coğrafyalarda, farklı amaçlar uğruna, farklı kavim ve uluslar arasında kimi zaman ittifaklar, dostluklar; kimi zaman da çatışmalar ve düşmanlıklar yaşanmıştır. Devletler arasındaki rekabetin sonucunda gerçekleşen bu durum, iki dünya savaşı ile doruk noktasına ulaşmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nın temelinde sömürge yarışı bulunurken, İkinci Dünya Savaşı'nın temelinde diğerleri üzerinde askeri ve politik hegemonya kurma amacı bulunmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında karşımıza çıkan Soğuk Savaş kavramı[1], savaş sonrası Sovyetler Birliği'nin başı çektiği Doğu Blok ve ABD'nin başı çektiği Batı Bloku arasındaki jeopolitik gerginlik durumudur.
Soğuk savaş süreci, iki bloğun rekabeti gibi gözükse de esasında savaş sonrası ayakta kalan ve konjonktürel olarak daha da güçlenen Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’nin rekabetini yansıtır.[2]
Kutuplardan birinin ABD diğerinin de SSCB olduğu bu yeni düzende her iki devlet de direkt olarak bir çatışma içine girmek yerine sistemde yer alan diğer devletler üzerinde hegemonya kurarak ya da onları yanlarına çekerek rekabeti sürdürme yolunu seçmişti.
Bu amaçla ABD öncülüğünde, 4 Nisan 1949'da, herhangi bir dış güçten gelecek saldırıya karşı ortak savunma yapmak için, 12 üye ülke (Belçika, Lüksemburg, Kanada, Hollanda, Norveç, Danimarka, Portekiz, Fransa, İzlanda, İtalya, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri) tarafından imzalanan anlaşma ile Kuzey Atlantik İşbirliği Örgütü (NATO) kurulmuştu. NATO'ya karşı SSCB öncülüğünde, 14 Mayıs 1955'de kurulan Varşova Paktı'nda ise, 8 üye ülke (Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslavakya, Doğu Almanya, Macaristan, Polonya, Romanya, SSCB) bulunmaktaydı.
Çevreleme Politikası
"Çevreleme Politikası" deyimi ilk olarak 1947'de ABD’li diplomat George F. Kennan tarafından, Sovyet yayılmacılığının uzun dönemli, dikkatli, sağlam ve sabırlı çevrelenmesi ve bu amaçla Sovyet coğrafyası etrafında müttefikler edinerek Sovyetler Birliği’nin siyasi olarak kuşatılması olarak ifade edilmişti.
Bu kapsamda ilk olarak 1947 yılında, ABD Başkanı Henry S. Truman, Sovyetler Birliği'nin genişlemesini durdurmak ve etkisini azaltmak için Komünizm ile mücadele eden hükümetleri destekleme ve çevreleme politikasını devreye aldı. "Truman Doktrini" olarak adlandırılan bu politika ile Yunanistan'a 300 milyon dolar, Türkiye'ye 100 milyon dolar mali yardım ve askeri malzeme desteği sağlandı. Soğuk Savaş'ın ve Komünizm'e karşı açılan savaşın çıkış noktası sayılabilecek bir gelişmeden sonra ABD yönetimi, 1948 yılında yürürlüğe koyduğu "Marshall Planı" ile de aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 16 Avrupa ülkesine 6 milyar dolarlık ekonomik (mali yardım, makine ve malzeme temini) yardım yaptı. Bu yardım ile Batı Avrupa devletlerinin savaş sonrası adeta tükenmiş ekonomilerinin canlandırılması hedeflenmişti. Bu yardımlar sonucu 1952'de Türkiye ve Yunanistan, 1955'de Almanya NATO'ya katıldı.
ABD’nin "Çevreleme Politikası" (containment policy) olarak ifade edilen ve "Truman Doktrini" ve "Marshall Planı" ile hayata geçirilen bu politikasına karşılık Sovyetler Birliği, Batı ile arasına bir tampon bölge koyarak kendisine karşı girişilecek saldırılarda avantaj sağlamak ve savaşı sınırlarından uzakta yürütmek amacı ile Orta ve Doğu Avrupa’da hakimiyet kurma stratejisi izledi. Sovyetler Birliği, ABD'nin Batılı ülkelere yaptığı "Truman Doktrini" ve "Marshall Yardımı"na karşılık, Doğu Avrupa ülkelerine silah ve para yardımının yanı sıra ikili diyalog ve danışma amaçlı bir plan olan "Molotof Planı"nı uygulamaya koydu.
Çin İç Savaşı'nda komünist tarafın zaferi ve 1950 ve 1953 yıllarındaki Kore Savaşı sayesinde her iki taraf da destek kazandı. 1956 yılında Macaristan Devrimi Sovyetler Birliği tarafından durduruldu. 1956'daki Süveyş Krizi, 1961'deki Berlin Krizi ve 1962'deki Küba Füze Krizi Soğuk Savaşı daha da körükledi. 1949’da ABD’nin askeri stratejisi olan "kitlesel karşılık", 1957’de SSCB’nin Sputnik uydusunu başarılı bir şekilde yörüngeye oturtması ve böylece kıtalararası balistik füze imkânına kavuşması ile yerini "sınırlı savaş" anlayışına bıraktı. ABD’nin atom gücü tekelinin bozulması ve sınırlı savaş anlayışının benimsenmesi 1960’ların başında NATO’nun "esnek karşılık" stratejisine geçmesine neden oldu. 1960 yılında Çin-Sovyet ayrılığı ile beraber komünist bloktaki ülkelerde ayrışmalar yaşandı. Sovyetler Birliği Çekoslovakya'daki 1968 Prag Baharı liberalleşme hareketini bastırdı. 1955 ve 1975 yılları arası devam eden Vietnam Savaşı'nda ise ABD destekli Vietnam Cumhuriyeti bozguna uğratıldı. 1970'li yıllar itibariyle her iki taraf da daha stabil ve tahmin edilebilir uluslararası sistem için birbirleriyle iletişime geçmeye başladı. Bu dönemde “Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri”ne sahne oldu. Ülkeler arası huzur dönemi 1979'da Sovyetler Birliği ve Afganistan Savaşı'nın patlak vermesiyle sona erdi. 1983'te ise Sovyetler Birliği'nin Kore Hava Yolları'na ait uçağı vurması ve NATO birliklerinin Able Archer 83 tatbikatını yapması tansiyonu tekrar artırdı. ABD, ekonomik durgunluk yaşayan Sovyetler Birliği üzerinde diplomatik, askeri ve ekonomik baskıları daha da artırdı.
1985 yılında Sovyetler Birliği'nde Mihail Gorbaçov iktidara gelmesi, dünya siyasi tarihi açısından bir dönüm noktası oldu. Gorbaçov’un 1987’de ortaya koymuş olduğu "glasnost" (açıklık), "perestroyka" (yeniden yapılanma) ve "demokratizatsiya" (demokratikleşme) ilkeleri hem Sovyet Cumhuriyetleri’nde hem de Sovyet uydusu olarak nitelendirilen Doğu Avrupa devletlerinde büyük bir dönüşümün fitilini ateşledi. Afganistan'da Sovyetler Birliği işgali sona erdi. Doğu Bloğu ülkelerinde, özellikle Polonya'da, ulusal bağımsızlık talepleri de artmaya başladı. Gorbaçov, Varşova Paktı'na taraf olan ülkelerin rejimlerini desteklemeyi reddetti. 1989 yılında Orta ve Doğu Avrupa'daki komünist rejimler bir bir çöktü. 1 Temmuz 1991'de Varşova Paktı dağıtıldı. 21 Aralık 1991’de, bağımsızlıklarını ilan eden 11 eski Sovyet Cumhuriyeti Kazakistan’ın başkenti Alma Ata’da deklarasyonlar imzalayarak “Bağımsız Devletler Topluluğu”nu (BDT) kurdular. 25 Aralık 1991 tarihinde Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov'un istifa etmesinin ardından SSCB resmen dağıldı ve "Soğuk Savaş" dönemi ABD'nin dünyanın tek süper gücü olarak ayakta kalması ile sona erdi.
Soğuk Savaş Sonrası NATO’nun "Genişleme" Stratejisi ve Güney Kafkasya
Soğuk Savaş sonrası varlığı sorgulanır hale gelen NATO, 1991 yılında yeni Stratejik Konseptini yayımlayarak, askeri bir savunma örgütü olmaktan çıkarak, küresel çapta görev alabilecek bir güvenlik örgütü haline dönüştü. Bu dönemde NATO, ekonomik kriz, politik baskı, kıtlık, nüfus sorunları, kitle imha silahlarının yayılması ve terörizm gibi uluslararası güvenlik tehditleri ile mücadeleyi önceliğine aldı. Ayrıca Varşova Paktı üyelerinin tehdit olmaktan çıktığı değerlendirilerek; Doğu Bloğu ülkelerine yönelik "Genişleme" stratejisi de kabul edildi. 1997 ortasına kadar toplam on iki Orta ve Doğu Avrupa ülkesi (Polonya, Estonya, Letonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovakya, Slovenya, Litvanya, Bulgaristan, Hırvatistan, Makedonya, Romanya) NATO’ya katılmak için başvurdu.[3]
Genişleme Politikası "Öncesi" ve "Sonrası"
Mackinder’in "Kara Hâkimiyeti" teorisinde, bu teoriyi tersinden okuyan Spykman’in "Kenar Kuşak" teorisinde ve Soğuk Savaş sonrası dönemde Brzezinski’nin "Büyük Satranç Tahtası" teorisinde dünya hâkimiyetine sahip olabilmek adına büyük güçlerin elinde bulundurması gereken coğrafya olarak Avrasya işaret edilmişti. Bu geniş coğrafyanın en hassas bölgesi diğer bir anlatımla kalbi olarak görülen Kafkasya; Anadolu, İran, Rusya, Karadeniz ve Hazar havzalarının giriş kapısı niteliğindeydi ve bu nedenle tarih boyunca Yunanlar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Moğollar, Osmanlı, İranlılar ve Ruslar tarafından adeta bir tampon bölge olarak kullanılmıştı. Jeostratejik konumu itibariyle özellikle Türkler, Ruslar ve İranlılar arasında paylaşılamayan bir bölge olan Kafkasya; Osmanlı ve İran’ın gerileyişi sonucunda 19. yüzyılda Rus Çarlığı'nın hakimiyeti altına girdi. 1917 devrimi sonrası Rus Çarlığı bu misyonunu Sovyetler Birliğine devretti. Bu durum Ruslar için yüzlerce yıllık bir hedefin gerçekleşmesi anlamına gelmekteydi. Çünkü Kafkasya’nın ele geçirilmesiyle birlikte Türkiye ile Türk dünyasının arasına bir set çekildi ve Türkiye ile İran’a karşı son derece stratejik bir üstünlük sağlandı. Bölge, Rusya’nın savunmasında da en önemli stratejik noktalardan biri haline geldi.
SSCB’nin dağılmasından sonra kontrolü altında tuttuğu birçok stratejik bölgeyi kaybeden Rusya Federasyonu; geçiş dönemi süresince hem siyasi, hem ekonomik, hem de askeri olarak kendisini yenilemeye çalıştı. Ayrıca, devlet otoritesini yeniden tesis edip güç boşluğunu doldurmak için, Şubat 1993’te "yakın çevre" (near abroad) politikasını devreye soktu. Böylece Rusya; Kafkaslar ve Orta Asya cumhuriyetlerinin içinde bulunduğu SSCB’nin eski topraklarını ekonomi ve güvenlik açısından "yaşamsal çıkar alanı" ilan etti.
Bağımsızlık Sonrası Gürcistan
Sovyetler Birliğinin dağılması sürecinde 70 yıl önce kaybettiği bağımsızlığını 28 Nisan 1991'de yeniden kazanan Gürcistan'ın ilk devlet başkanı, etnik milliyetçi, acemi siyasetçi Zviad Gamsakhurdia'dır. Başkanlığı boyunca Sovyet karşıtı bir politika izlemeye çalışan Gamsakhurdia ülke içindeki diğer halklara karşı da sert bir politika ortaya koydu. "Gürcistan, Gürcülerindir" sloganı çerçevesinde şekillenen Gamsakhurdia dönemi etnik çatışmaların da doruk noktasına ulaştığı dönemlerden biri oldu. Gamsakhurdia ülke içindeki diğer halkları hain olarak niteledi ve onları Gürcistan’ın bağımsızlığı önündeki en büyük engel olarak gördü.
Etnik milliyetçi Gamsakhurdia’nın önceliği bağımsızlıklarını ilan eden bölgeleri tekrar fiili olarak Gürcistan’a katmak oldu. Bu amaçla Gürcü ordusu, Güney Osetya’ya saldırdı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGIT) ve Rusya'nın devreye girmesi ile 1992 yılında anlaşmaya varıldı ve çatışmalar sonlandırıldı.
Güney Osetya ile yaşanan çatışmanın Gürcistan merkezi otoritesi üzerindeki olumsuz etkisine, Gamsakhurdia’nın acemi ve baskıcı yönetim anlayışı da eklenince, Tiflis sokaklarında başlayan çatışmalara Gürcistan Askeri Konseyi müdahale etti ve bir darbe ile Gamsakhurdia’yı başkanlıktan indirdi. Gamsakhurdia’dan boşalan başkanlık koltuğuna ise Mart 1992’de eski SSCB Dışişleri Bakanı ve Gürcistan Komünist Partisi eski Sekreteri Eduard Şevardnadze getirildi.
Güney Osetya sorununu bölge güçleri ile uzlaşarak ve bölgeye Rus, Gürcü ve Oset askerlerden oluşan bir barış gücünün girmesini ve kontrolü sağlamasını kabul ederek aşmaya çalışan Şevardnadze yönetimi yönünü Abhazya’ya doğru çevirmiş, Gamsakhurdia yönetiminden miras kalan emperyal düşleri gerçekleştirmek için 14 Ağustos 1992'de Abhazya'yı işgal etmişti.
Şevardnadze'nin bu hamlesi ile Gürcüleri Güney Osetya'da yormak yerine Kafkasya birliğinin ve örgütlenmesinin (KHK) güçlendiği Abhazya’da “gönüllü sopa” olarak kullanmak ve tüm bölge halklarına buradan ders vermek isteyen RF yönetiminin planları tutmadı. Abhazlar, kendisini 1918 yılında kurulmuş olan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin devamı kabul eden Kafkas Halkları Konfederasyonu'nun (KHK) çağrısı üzerine tüm Kuzey Kafkas Cumhuriyetleri'nden ve diasporalarından (Türkiye, Suriye vb.) gelen kardeşlerinin de desteği ile 27 Eylül 1993’te başkent Sohum'da kontrolü sağlayarak Gürcü ordusunu Abhazya dışına attı.
ABD ve Avrupa'dan destek alacağını düşünerek sorunu BM gündemine taşıyan Şevardnadze, NATO, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve BM başvurularından eli boş dönünce, RF’nin dayattığı şartları kabul ederek bir deklarasyon ile BDT’ye girmeyi kabul etti. Şevardnadze, BDT üyeliğinin yanı sıra RF’nin üs taleplerini de kabul etmişti. 3 Şubat 1994’te Yeltsin’in Tiflis ziyareti sırasında RF ile Gürcistan arasında ‘‘Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması’’ imzalanmış ve bu anlaşma ile Vaziani, Batum, ve Ahalkeleki’de Sovyetlerden kalma üsler RF’nin kullanımına verilmişti.[4] 1994'te imzalanan bu anlaşma, Rusya'nın "Yakın Çevre" doktrini ile tam olarak örtüşmekteydi.
Şevardnadze yönetiminde Gürcistan, 1990’ların sonuna dek RF ile ilişkilerinde daima temkinli olmayı hedeflemiş, Abhazlara destek verdiğini iddia ederek RF’i eleştirse de uluslararası alanda beklediği yardımı görmeyince rotasını tekrar RF’ye çevirerek ilişkilerini mümkün olduğunca normalleştirmişti. Bu iyi ilişkiler sayesinde BM üyeliğinin önü açıldı.
Hazar hidrokarbon kaynaklarının keşfi ile Gürcistan’ın başta ABD olmak üzere uluslararası alanda birçok aktörün ilgisini çeken bir ülkeye dönüşmesi de 1990’lı yılların ortalarından itibaren Gürcistan için yeni bir dönemin başlamasına neden oldu. Soğuk Savaş döneminde ABD başkanı Ronald Reagan’ın; söz konusu ülkelerde demokratik yönetimleri kurma, geliştirme ve uygulandığı ülkelerde Amerikan tarzı demokrasinin kurulmasını ve SSCB’ye karşı etkin bir mücadele edilmesini hedefleyen "Demokrasi Projesi" (Project Democracy) hamlesi Clinton ile yerini "demokrasinin yayılması" ve "demokrasi yardımı" (democracy assistance) projesine bıraktı. Bu proje, Orta Asya ve Hazar Havzası enerji kaynaklarının ABD’li şirketlerin söz sahibi olduğu konsorsiyumlar ile enerji ihtiyacı duyan gelişmiş Batı pazarlarına ulaştırılması hedefinde bir araç konumuna geldi.
1997’den itibaren ‘‘Özgürlüklere Destek Yasası’’ kapsamında ABD’nin gündeminde daha fazla yer edinmeye başlayan Gürcistan, 1 Ocak 1997’de kurulan Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi’nin de kurucu üyeleri arasında yer aldı. Şevardnadze’nin, Temmuz 1997’deki Washington ziyaretinde taslağı çizilen ‘‘ABD-Gürcistan Askeri ve Güvenlik İşbirliği Anlaşması’nın’’ Mart 1998’de imzalanması ile ABD’nin birçok alanda Gürcistan’a destek vermesi de kararlaştırıldı. Buna göre ulusal hava sahası ve karasularının kontrolünden, kara birliklerinin telsiz iletişimine kadar birçok konuda ABD ile işbirliği yapılması kararlaştırıldı. Şevardnadze’nin RF’nin etki sahasından uzaklaşarak Avro-Atlantik dünyaya yakınlaşması 1999 yılına gelindiğinde daha da hız kazandı. 1998’de ABD ile askeri alanda yapılan işbirliğini, NATO üyesi Türkiye ile yapılan ortak deniz tatbikatı takip etti ve nihayet 1999’da Gürcistan AGİT üyelerinin de desteğini alarak ülkedeki Rus üslerinden Vaziani’nin RF tarafından boşaltılmasını sağladı.
Sonuç olarak 1990’larla birlikte küresel tek güç olan ABD’nin Ortadoğu petrollerine en önemli alternatif olan Orta Asya ve Hazar havzası enerji kaynaklarına ulaşmak için kullanmış olduğu temel politika eski Sovyet coğrafyasında yer alan ülkelere dış yardımlarda bulunarak bu ülkelerde demokratik yönetimlerin kurulmasını teşvik etme, Amerikan tarzı demokrasilerin yaygınlaşması ile söz konusu ülkelerin Batı ve ABD ile yakınlaşmasını sağlama yönünde olmuştur. Güney Kafkasya bölgesi ve Gürcistan'da coğrafi konumu ve enerji kaynaklarına olan yakınlığı ile bu politikaların en önemli hedefi olmuştur.
1992-2000 ABD Yardımları |
|||
|
Azerbaycan |
Ermenistan |
Gürcistan |
1992 |
- |
23.015.450,00 |
14.000.000,00 |
1993 |
125.617,00 |
90.051.540,00 |
114.208.945,00 |
1994 |
43.423.376,00 |
154.019.873,00 |
81.457.886,00 |
1995 |
21.259.655,00 |
105.687.068,00 |
96.226.066,00 |
1996 |
13.545.482,00 |
78.984.004,00 |
61.314.045,00 |
1997 |
4.753.480,00 |
20.047.269,00 |
6.233.684,00 |
1998 |
29.958.699,00 |
85.264.995,00 |
84.814.914,00 |
1999 |
35.866.108,00 |
93.756.380,00 |
110.045.996,00 |
2000 |
54.966.595,00 |
104.150.389,00 |
112.362.400,00 |
Toplam |
203.899.012,00 |
754.976.968,00 |
680.663.936,00 |
Kaynak: USAID Data Query. (25.11.2015). https://explorer.usaid.gov/query
11 Eylül Sonrası Gürcistan / Bölge Valisi
11 Eylül Saldırıları uluslararası alanda önemli bir değişimin kapısını açtı. SSCB’nin dağılması sonrası "düşmansız" kalan NATO’nun varlığını devam ettirebilmek, güvenliğini tehdit ettiğini iddia ettiği yeni hedefler oluşturup bunlarla mücadelesine meşruiyet kazandırabilmek için ABD yönetimine "umulmadık" koz vermişti. ABD halkına göre "küresel terörle mücadele", 19. yüzyıl boyunca Britanya yönetici elitinin İngiliz halkının desteğini almak için kullandığı "beyaz adamın yükü/sorumluluğu" (white man’s burden) söyleminde olduğu gibi artık bir haktan öteye geçerek sorumluluk halini almıştı.
11 Eylül Saldırıları’nın hemen ardından "haçlı seferi" (crusade) ilanında bulunan ABD yönetimi "Bush Doktrini" çerçevesinde "önleyici savaş" ve "ön alıcı vuruş" olarak bilinen askeri stratejileri uygulamaya koydu. Bu amaçla başlatılan küresel terörle mücadele kampanyası çerçevesinde gerçekleştirilen ilk harekat olan "Afganistan Operasyonu"nda stratejik konumu ve Orta Asya’ya yakınlığı ile Gürcistan, daha da önem kazanan bir bölge niteliğine kavuştu.
Bush Doktrini çerçevesinde Güney Kafkasya’da askeri varlığını arttırma yoluna giden ABD yönetiminin bölge ülkelerine yönelik ekonomik ve politik desteği de artarak devam etti. Bölge ülkelerinde demokratikleşme hareketlerine destek veren ABD, demokratikleşme ve serbest piyasa ekonomisine geçiş ile bu ülkelerin RF’nin denetiminden kurtularak Batı ile bütünleşmeye yöneleceğini düşünmüştü.
1992-2000 ABD Yardımları |
|||
|
Azerbaycan |
Ermenistan |
Gürcistan |
2001 |
36.065.467,00 |
101.498.213,00 |
101.534.963,00 |
2002 |
55.912.965,00 |
85.420.662,00 |
202.754.599,00 |
2003 |
63.881.397,00 |
84.403.840,00 |
96.086.855,00 |
2004 |
61.993.169,00 |
75.008.945,00 |
123.802.976,00 |
2005 |
66.925.489,00 |
77.760.895,00 |
108.894.594,00 |
2006 |
57.047.441,00 |
318.485.482,00 |
410.743.846,00 |
2007 |
58.648.157,00 |
77.875.161,00 |
99.692.764,00 |
2008 |
41.689.377,00 |
69.871.141,00 |
119.100.961,00 |
Toplam |
442.163.462,00 |
890.324.339,00 |
1.262.611.558,00 |
Kaynak: USAID Data Query. (25.11.2015). https://explorer.usaid.gov/query
Bu kapsamda 2000’lerin başından itibaren bölge ülkelerinde ortaya çıkan demokratikleşme talepleri ve halk hareketleri söz konusu ülkelerin politik yaşamlarında önemli bir dönüşüme sebep oldu. "Renkli Devrimler". 29 Aralık 1989’da Çekoslovakya’da "Kadife Devrim", Baltık ülkelerinde "Şarkılı Devrim", 2000 yılında Sırbistan’da "Buldozer Devrimi", 2003 yılında Gürcistan’da "Gül Devrimi", 2004’te Ukrayna’da "Turuncu Devrim", 2005’te Kırgızistan’da "Lale Devrimi" gerçekleşti.
Özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi taleplerle meydanlara inen halkın genellikle seçim sonuçlarında hile yapıldığı iddiasında olduğu, eylemler sırasında cep telefonları, internet, yerel ve dış basın gibi modern medya araçlarının etkin kullanıldığı, rock ve pop konserleri gibi toplu kültürel etkinlikler ile gençlerin (özellikle öğrencilerin) bu gösterilerin merkezinde yer alması sağlandığı bu "devrimler"deki benzerlikler -özellikle Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna- oldukça dikkat çekicidir. Bu devrimlerde ortak olan başka bir özellikte George Soros'un ve Açık Toplum Enstitüsü'nün (Open Society Institute) ayak izleridir.
RF'de ise, 26 Mart 2000’de gerçekleşen başkanlık seçimleri ile göreve gelen Vladimir Putin ilk iş olarak RF’nin ulusal güvenlik, dış politika ve askeri doktrinlerinde değişikliklere giderek RF için Yeltsin döneminden çok farklı bir dönemi başlattı. Yakın çevre yaklaşımının etkisinin devam ettiği 2000’lerin başında NATO’nun doğu yönlü genişlemesini ulusal çıkarlarına aykırı bir gelişme olarak gören Putin yönetimi, "Avro-Atlantikçi" Rus dış politikasını, "Avrasyacı" anlayışı ile şekillendirmeye başladı.
ABD'nin küresel terör ile mücadele gerekçesi ile düzenlediği "Afganistan Operasyonu"na ses çıkarmayan RF, "ayrılıkçılarla mücadele" olarak tanımladığı Çeçenistan savaşını bu sayede "terörle mücadele" olarak tanımlamış ve Çeçenya'ya ilişkin insan hakları ihlali eleştirilerinden kurtulmayı ve uluslararası kamuoyundan destek bulmayı hedeflemişti. Eylül 2004 yılında Kuzey Osetya’nın Beslan kasabasında gerçekleştirilen "Beslan Okul Baskını"nı, "RF’nin 11 Eylülü" olarak tanımlayan Putin yönetimi, iş başına geldiğinde başlattığı "Merkezileşme" politikasını daha da ağırlaştırdı ve Cumhuriyetlerin vali ataması bile Moskova'dan yapılmaya başlandı. Gürcistan topraklarında ABD askeri varlığının artmasına karşı çıkmayan Putin yönetimi, Gürcistan’ın RF sınırındaki Pankisi Gorge Vadisi’nde yer alan Çeçen silahlı grupları barındırdığı, bu savaşçılara destek verdiği ve buradan RF topraklarına yapılan saldırılara göz yumduğu iddiası ile Gürcistan'ı baskı altında tutmak istemişti.
RF yönetiminin Çeçen silahlı gruplarla mücadelesinde Gürcistan’ı suçlayan bir pozisyon almış olmasına rağmen Şevardnadze yönetimi, dış politika alanında kısmi bir başarı yakalamıştı. İç politikada ise ülke içinde giderek artan insan hakları ihlalleri, işkence, yasadışı tutuklamalar, yolsuzluk ve suç oranı, Gürcü halkında Şevardnadze yönetimine olan desteğin azalmasına, ekonomik ve sosyal yaşamın bozulmasına neden oldu.
Şevardnadze'nin 1999'da milletvekili, 2000 yılının Ekim ayında Adalet Bakanı yaptığı, Lisans eğitimini Kiev Üniversitesi Uluslararası Hukuk Fakültesi'nde, yüksek lisansını New York'taki Columbia Üniversitesi'nde, hukuk doktorasını ise Washington'daki George Washington Üniversitesi'nde tamamlayan Mikheil Saakaşvili, Adalet Bakanlığı görevine gelişi bir yılı bile bulmamışken, yolsuzlukları gerekçe göstererek 2001 yılının Eylül ayında görevi bıraktı. Hükümetteki görevinden ayrılan Saakaşvili, Birleşik Ulusal Hareket adlı siyasal oluşumu başlattı ve partisi Haziran 2002'de yapılan yerel seçimlerden zaferle çıktı.
2 Kasım 2003'te yapılan parlamento seçimlerinde 3. parti olan Saakaşvili, seçimlere hile karıştığını iddia ederek, devlet başkanı Eduard Şevardnadze'ye karşı protesto eylemleri başlattı. Aynı dönemde bölgede birçok ülkede aynı anda, bir düğmeye basılmış gibi ortaya çıkıveren "Kadife Devrim", "Turuncu Devrim" gibi hareketlerin benzeri, Gürcistan'da da "Gül Devrimi" adıyla ortaya çıktı. Sırbistan’da Otpor’un gerçekleştirdiği binlerce insanı hükümet güçlerine karşı örgütleme misyonunu Gürcistan’da "Kmara" adlı gençlik örgütü üstlendi. Saakaşvili’nin partisi olan Ulusal Hareket’in Kmara’nın etkin desteğiyle oluşturduğu gösteri ve protestolarda öne çıkan "Şevardnadze’siz Tiflis" sloganı kamuoyunda Şevardnadze’ye karşı oluşan muhalefetin artmasında etkili oldu. Baskılara dayanamayan Şevardnadze istifa etti ve 4 Ocak 2004'te yapılan seçimlerde devlet başkanlığı koltuğuna ABD ve Avrupa ülkelerinin büyük desteğini arkasına almış olan Saakaşvili oturdu.
Gül Devrimi ile iktidara gelen Saakaşvili yönetiminin ilk ve temel hedefi Güney Osetya ve Abhazya'yı tekrar Gürcistan topraklarına katmaktı. Bu amaçla, Şevardnadze döneminde de gündemde olan NATO üyelik hedefi, Gül Devrimi sonrası eğitimini ABD’de eğitim almış, hem ABD, hem de Batı tarafından "desteklenen" Batı yanlısı Saakaşvili’nin iktidara gelmesi ile yeni bir ivme kazandı. Şevardnadze döneminin ABD ile RF arasında denge arayan dış politika anlayışı, Gül Devrimi ile yönünü büyük ölçüde ABD ve Batı’ya çevirdi.
2005 yılında Saakaşvili yönetiminin RF ile Gürcistan’da kalan iki askeri üssün daha kapatılması konusunda anlaşmaya varması, neredeyse bağımsızlıktan beri merkezi kontrol dışında kalan Acara'nın tekrar kontrol altına alınması, Saakaşvili yönetimine Güney Osetya’da da aynı başarının sağlanabileceği konusunda yanlış bir cesaret verdi.
30 Ekim 1998’de imzalanan Ankara Deklarasyonu ile duyurusu yapılan ve 25 Mayıs 2005'te tamamlanan ABD projesi "Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Petrol Boru Hattı" ile Hazar enerji kaynaklarının Gürcistan ve NATO üyesi Türkiye üzerinden Batı pazarlarına ulaştırılması, RF’nin ekonomik ve politik gücüne zarar veren bir gelişme oldu. BTC’nin hayata geçirilmesi, Güney Kafkasya ülkeleri açısından ekonomik ve politik olarak en çok Gürcistan’a fayda sağladı. Zira zengin petrol ve gaz kaynaklarına sahip olmayan Gürcistan SSCB’nin dağılması sonrasında yaşadığı iç savaş ve çatışmalar ile günden güne ekonomik bir bunalım içerisine girmişti. BTC ile Hazar enerji kaynaklarının Batı’ya taşınmasında köprü vazifesi görerek ciddi bir ekonomik kazanç sağlayan Gürcistan’ın, bu hat ile RF’ye olan bağımlılığı da nispeten azaldı.
Saakaşvili yönetiminin başta ABD Başkanı Bush olmak üzere Batı dünyasından aldığı destek ve BTC’nin inşası ve faaliyete geçmesi ile kazanılan ekonomik ve politik güç, bu devletin RF’yi daha fazla karşısına alacak politikalara yönelmesine neden oldu. Saakaşvili, Şevardnadze döneminin baskıcı anlayışına bir tepki olarak ortaya çıkan hareketin lideri olsa da kısa sürede Şevardnadze’den de daha baskıcı bir anlayış ortaya koymaya başladı. Bu nedenle arkasındaki halk desteği gözle görülür şekilde azaldı. Bu kapsamda Saakaşvili dış politikada askerileşen bir anlayışa doğru kaydı. Saakaşvili 2003’te göreve geldiğinde 50 milyon dolar olan askeri bütçe, 2007’de 600 milyon dolara, orduyu yeniden yapılandırmak amacıyla gerçekleştirilen toplam savunma harcamaları ise 30 milyon dolardan 490 milyon dolara yükseldi.
ABD Hükümeti, halk desteği hızla azalmasına rağmen Ocak 2008 tekrar seçilen Saakaşvili'nin Mart 2008'de Amerika'ya yaptığı resmi ziyarette Güney Osetya ve Abhazya sorunlarının çözümünde Gürcistan'a açık desteğini kamuoyu ile paylaştı. Bu görüşmeden bir ay sonra 3-4 Nisan'da yapılan NATO Zirve Toplantısı'nda ABD Hükümeti, Gürcistan ve Ukrayna'nın üyeliği için büyük çaba gösterdi ama başta Fransa ve Almanya olmak üzeri AB ülkelerinin ikna edilememesi ile üyelik gerçekleşmedi.
NATO toplantısından istediği sonucu alamayan Saakaşvili, hem üyeliği gerçekleştirebilmek, hem de Güney Osetya'yı tekrar Gürcistan topraklarına katabilmek için kendi sonunu getirecek hamleyi yaptı. 07 Ağustos 2008 saat 19.30'da katıldığı bir TV programında Osetlere ateşkes ve sınırsız otonomi sözü veren Saakaşvili, Gürcistan Ordusu'na da saat 23.00'de Güney Osetya'nın başkenti Tshinvali'ye saldırı emri verdi.
Gürcistan Ordusu'nun bu saldırısı sırasında Barış Birliği'nde görevli Rus askerlerinin ölmesini gerekçe gösteren RF yönetimi çok sert bir yanıt verdi. Tüm Güney Osetya’da kontrolü sağladıktan sonra Gürcistan içlerine doğru ilerleyerek, Gürcistan için son derece stratejik bir önemi olan Gori’yi ele geçirdi ve ABD ile Türkiye’nin yardımlarıyla geliştirilen askeri altyapısını tahrip etti. Gürcistan ordusu Tiflis’e kaçmak zorunda kaldı. İki tarafın topyekûn bir savaşın eşiğine gelmesine yol açan silahlı çatışmalar, AB’yi temsilen dönem başkanı Fransa’nın araya girmesiyle imzalanan ateşkes anlaşması neticesinde yatıştırıldı. RF yönetimi, 26 Ağustos 2008'de Güney Osetya ve Abhazya'nın bağımsızlığını tanıdığını ilan etti.
Saakaşvili: Devlet Başkanlığından Odesa Valiliğine, pasaportsuzluğa/ Saraydan dama meczup bir adam
7-12 Ağustos 2008 tarihleri arasında yaşanan ve ‘‘Beş Gün Savaşı’’ olarak bilinen bu çatışmalarda Gürcistan, RF karşısında ABD ve NATO’dan umduğu desteği bulamadı ve hız kazanan askeri kapasite ve altyapısı önemli ölçüde zarar gördü. Bu tarihten sonra Gürcistan üzerindeki dengeler değişti ve rekabetin doruk noktaya ulaştığı, ABD ve NATO'nun itibar kaybına uğradığı bu savaş sonrasında RF’nin etkinliğinin arttığı yeni bir dönemin başladı.
2008 Sonrası
"Beş Gün Savaşı" sonrası ABD’de yaşanan başkanlık seçimlerinden galip olarak çıkan Obama’nın RF’yi önceleyen "sil baştan" (reset policy) politikasının Medvedev tarafında olumlu karşılık bulması Gürcistan’ın ABD nezdinde ikinci planda kalmasına neden oldu. Söylemleri ile hala Gürcistan’ın egemenliği ve toprak bütünlüğünün arkasında olduğunu belirten Obama yönetimi, Bush’un aksine bölgesel sorunlarda RF’yi dikkate alarak politika geliştirdi ve Bush yönetiminin sert güce başvuran anlayışının aksine diplomasiyi ön plana alan akıllı güç araçlarını kullanmaya yöneldi. RF’de Medvedev yönetiminin ise Putin’den devraldığı yakın çevrede etkinlik kurmayı hedefleyen güvenlik politikası büyük ölçüde devam etti.
Savaş Gürcistan’a yaklaşık 400 milyon dolar değerinde askeri ekipman kaybının yanı sıra yerlerinden edilen 130 binden fazla Gürcistan vatandaşının ekonomik yükü de Tiflis Hükümeti’ne yüklendi. Saakaşvili’nin ülke çapında ve dünyadaki güçlü lider görüntüsüne darbe vuran bu gelişme ülke içinde oluşan muhalefetin güçlenmesine de neden oldu. Saakaşvili yönetimi Batı tarafından eleştirilse de ülke içerisinde Saakaşvili karşısında örgütlenen muhalefetin RF ile yakın temas kurduğu iddiaları, Saakaşvili’ye olan ABD(NATO) ve AB desteğinin devam etmesine neden oldu.
Sonuç olarak;
ABD(NATO) Güney Kafkasya'da ve özelinde Gürcistan'da uyguladığı politikalarla;
- Kafkasya, Anadolu, Mezopotamya, Rusya, Orta Asya, Karadeniz ve Hazar havzalarının "giriş kapısı"na hakim olmak ve Amerikan varlığını sağlamlaştırmak,
- Orta Asya ve Hazar Havzası enerji kaynaklarının ABD’li şirketlerin söz sahibi olduğu konsorsiyumlar ile enerji ihtiyacı duyan gelişmiş Batı pazarlarına ulaştırılmasını sağlamak,
- Rusya ve İran’ın Orta Asya ve Kafkasya’ya yayılmasını önlemek,
- RF ile yakınlaşmaya başlayan ve ekonomik olarak her geçen gün büyüyen Çin’in bölge üzerindeki etkinliğini sınırlamak,
- Bölgeye yönelik enerji projeleri geliştirerek RF'e ve Ortadoğu’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak,
- Amerikan çıkarlarını tehdit eden enerji projelerine karşı politikalar geliştirmek,
- Ayrıca İsrail’e bir tehdit olarak gördüğü İran’ı çevreleyerek etkisiz hale getirmek,
hedeflerine ulaşmak istedi. Bu hedeflerine ulaşmak için jeostratejik ve jeopolitik konumu en uygun olan Gürcistan'ı bir "piyon" gibi kullandı. Piyon ile şahı mat etmenin imkansıza yakın olduğu bu coğrafyada ABD(NATO)'da amacına ulaşamadı. Şimdilik...
Bimbaşatı Kemal Eyidoğan
30.07.2018
Kaynakça:
Karabulut , Bilal (2011). Küresel Güç Mücadelesinde Avrasyanın Değişen Jeopolitiği Yeni Büyük Oyun. Rusya Gürcistan Savaşı (Beş Gün Savaşı) ve Değişen Dengeler (ss 187 - 206). Ankara: Barış Kitap.
Laçiner, Sedat (2010). Gürcistan Krizi Değerlendirme Raporu. Ankara: USAK Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu.
Oğurlu, Ebru (2010). Ağustos 2008 Rusya-Gürcistan Savaşı Çerçevesinde Avrupa Birliği’nin Güney Kafkasya Politikası. Ankara: Avrasya Etüdleri.
Polat, Doğan Şafak (2017). NATO ve Rusya Federasyonu'nun Yeni Mücadele Alanı: Karadeniz. Marmara Üniversitesi Siyasi Bilimler Dergisi, Cilt:5 Özel Sayı, ss.51-66.
Torun, Bilal Alper (2016). Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Gürcistan'da Amerika Birleşik Devletleri - Rusya Federasyonu Rekabeti. Aydın: Adnan Menderes Üniversitesi.
Alptekin, Gökhan (2016). 2008 Rusya Gürcistan Savaşı ve Savaş Sonrası Büyük ve Bölgesel Güçlerin Politikası, Tepkileri. Erişim Tarihi: 11.07.2018 http://www.academia.edu/...
Kurt, Emre (2012). Dış Politikada Kriz Yönetimi: 2008 Rusya – Gürcistan Savaşı Örneği. Erişim Tarihi: 10.07.2018 http://akademikperspektif.com/2012/02/15/dis-politikada-kriz-yonetimi-2008-rusya-gurcistan-savasi-ornegi/
[1] "Soğuk Savaş" kavramının temeli, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanya'sının teslimiyetinden sonra 17 Temmuz –2 Ağustos 1945 tarihleri arasında Berlin’in 26 kilometre güneybatısında bulunan Cecilienhof Sarayı’nda gerçekleştirilen Potsdam Konferansı'nda atıldı. Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Josef Stalin, İngiltere Başbakanı Winston Churchill (daha sonra Clement Attlee) ve ABD Başkanı Henry S. Truman’ın katılımıyla gerçekleştirilen konferansta, Nazilerin yenilmesi sonucu Orta ve Doğu Avrupa’da oluşan güç boşluğunun doldurulması noktasında müttefik güçler çıkar çatışması içine girdiler. Ülkesinin çektiği acıların karşılığı olarak toprak talebinde bulunan Stalin'e karşı Churchill, Stalin’in Orta Avrupa’yı kontrol etme girişiminin önünü kesmek istemiş; Truman ise müttefikler arasındaki işbirliğini devam ettirmenin yollarını aramıştı. 4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında gerçekleştirilen Yalta Konferansı ile başlayan görüş ayrılıkları Potsdam Konferansı ile birlikte daha da derinleşmeye başlamış, bir tarafta İngiltere ve ABD’nin diğer tarafta ise Sovyetler Birliği’nin yer aldığı "Soğuk Savaş" tarafları ortaya çıkmıştı.
[2] Zira Almanya, İtalya ve Japonya İkinci Dünya Savaşı'ndan mağlup ayrılmış, galip tarafta yer alan İngiltere ve Fransa ise savaşın tüm yükünü çekmiş ve ekonomik olarak ağır şekilde yıpranmıştı. Savaş sonrasında ayakta iki büyük devlet olarak sadece ABD ve Sovyetler Birliği kalabilmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ağır bir ekonomik durumla karşılaşan, sömürgelerinden çekilmeye başlayan ve ABD’ye olan ekonomik bağımlılığı giderek artan İngiltere’nin geri planda kalması ile iki kutuplu yeni bir dünya düzeni ortaya çıkmıştı.
[3] NATO'nun kuruluşunun 50. yılında, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya'nın 12 Mart 1999’da üyeliğe kabul edilmesi ile üye ülke sayısı on dokuza yükseldi (İspanya 1982 yılında üye oldu). 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası üyelik görüşmelerine davet edilen Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya 2004 yılı Mart ayı sonunda resmi olarak İttifak’a katıldı. 2009 yılında Arnavutluk ve Hırvatistan'ın, 2016 yılında Karadağ'ın katılımı ile üye devlet sayısı 29 yükseldi.
[4] Abhazya’nın Gudauta şehrindeki üs de bu anlaşmanın içeriğinde yer almaktadır. Ama bu üs Gürcistan toprakları içinde olmadığı için Gürcü yönetiminin bu üssün kullanımı hakkında karar verme yetkisi bulunmamaktadır.