DİASPORANIN VAROLMA MÜCADELESİ VE BARİYERLER ÜZERİNE (1)
Vatansever olmanın kriteri, elimizden zorbalıkla alınan topraklarımıza
duygusal bağımlılığımız değildir.
Kaybettiklerimize yeniden ulaşmak için bütün gücümüzle savaştığımız zaman
gerçek vatanseverler oluruz.
Alcibiades[1]
Parçalanmış, dağıtılmış ve anavatanları sömürge altına alınmış halkların varoluş mücadelelerinde önlerini kesen çift taraflı bir bariyer vardır. Bunlar, anavatanlarını işgal ve sömürge altında tutan gücün ve diasporaların oluştuğu yeni coğrafyaların “sahibi” güç/güçlerin ben merkezli, farklı gelecek tasavvurlarıdır. Kuzey Kafkasyalılar ve özellikle soykırım ve sürgünlerden ölümcül darbe alan tarihi Çerkesya topraklarının kadim sakinleri, varoluş mücadelesinin her kulvarında bu bariyerlerle yüzleşmek, karşı durmak ya da uyum sağlamak durumunda kalmışlardır. Bu mücadele süreci, farklı sosyo-politik yapıları ve devlet örgütlenmeleri ile iç içe bulunduğu ve aynı yaşam kulvarını paylaştığı için hem yerel hem de uluslar arası ilişkilerin daima öznesi durumundadır. “Rus Kafkas Savaşı” ve “Büyük Kafkas Soykırımı” sonrası parçalanan ve topraklarından koparılarak Osmanlı coğrafyasına sürülen Kuzey Kafkasyalıların diaspora merkezli varoluş mücadelesi de bu ikili bariyer ile yaşadıkları yüzleşmelerin, karşı duruşların, uyum süreçlerinin inişli çıkışlı hikayesidir aslında.
Osmanlı topraklarında oluşan Kuzey Kafkasya diasporası birkaç farklı zaman kesitinin bakiyeleridir. 1864 “Büyük Sürgün” öncesini birinci zaman kesiti olarak kabul edebiliriz. Bu dönemde, göç/sürgün edilerek ve köle satışı ile zorla getirilerek özellikle İstanbul, Kahire gibi merkezlere yerleştirilmiş önemli miktarda Kuzey Kafkasyalı bulunmaktadır. Bu nesiller Osmanlı sarayı çevresi ve sivil/asker bürokrasi basamaklarında kök salarak yaşama tutunmuşlardır. Bu kişiliklere; 1793 yılında Saşhe (Soçi) yöresinde doğan, 4 yaşındayken İstanbul'da bulunan halasının yanına getirilen Tuğa Hasan Paşa’yı ve oğlu Tuğa Fuat Paşa’yı örnek gösterebiliriz. İkinci zaman kesiti olarak da 1864 “Büyük Sürgün” sonrasını alabiliriz.[2] Sarsıcı etkisini 1800’lü yılların sonlarına kadar hissettiren 1864 “Büyük Sürgün”ü ile tüm Osmanlı coğrafyasına dağılan büyük kitlenin içinden de onlarca biyografi konumuza örnek teşkil edebilir. Şapsığ yöresinden Osmanlı topraklarına (önce Balkanlara Burgaz yöresi Salihler köyüne, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra, Anadolu’ya Yozgat’a) sürülen bir ailenin çocuğu olan Met (Çunatuko)Yusuf İzzet Paşa ve 1877 yılında Kuban Bölgesi’nde, bugün Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Biberdkuace'de (Elburgan) doğan Profesör Aziz Meker dikkat çekici biyografilerden sadece ikisidir.
“Devlet-i Aliyye”nin merkezinde ve yakın çevresinde bir araya gelen bu farklı nesiller, yaşadıkları devlet sisteminin çöküş emareleri gösterdiği 1800’lü yılların son çeyreğinde, hem yaşadıkları ülke için hem de kalplerinde yaşattıkları anavatanları için inisiyatif alabilecekleri sosyo-kültürel ve politik bir dönemin eşiğindeydiler. Avrupa’da 18. ve 19. yüzyıllarda gerçekleşen “I. Sanayi Devrimi”ne ayak uyduramayan Osmanlı Devleti gibi klasik imparatorluklar hazan mevsimine girmiş, Osmanlı devlet ricali “hazan”ı yeniden “bahar”a çevirebilmek umuduyla Tanzimat Fermanı aracılığıyla devlet sistemini yeniden biçimlendirmeye çalışıyordu. Tanzimat Fermanı ile başlayan, çok dinli, çok dilli ve hiyerarşik imparatorluk tebaasını “Osmanlılık” şemsiyesi altında eşit vatandaşlar olarak tanımlayan, zikzaklarla dolu, görece özgür, yeni sosyo-politik bir süreçti bu.[3] Osmanlı Devleti, geleneksel “Millet Sistemi”nin çözülmeye başlamasına alternatif bir sistem sunmak ve büyük güçlerin yönlendirdiği bağımsızlık eğilimlerinin önünü kesmek için “Osmanlılık” kavramı çerçevesinde yeni bir vatandaşlık tanımı yapmak zorunda kalmıştı. Ama süreç içinde herşey istenildiği gibi gitmemiş; “pratik”, “teori”ye uymamış, “Osmanlılık” üst kimliği jeopolitik dayatmalar, farklı algılamalar ve beklentiler yüzünden içerik değişikliğine uğramıştı. Tüm eski “tebaa”yı vatandaşlık kavramı ile kucaklayan “Osmanlılık” paratoneri, II. Abdülhamid’in Meşrutiyet’i ve “Kanun-i Esasi”yi askıya aldığı 29 yıllık ara dönem de sadece Müslüman halkları kapsar bir biçime dönüşmüştü. Abdülhamid sonrası dönemin iktidar sahibi İttihatçılar ise ilk önce çok dinli ve çok dilli tebaayı tanımlayan ilk “Osmanlılık” kavramını kullanmışlar, bir süre sonra tekrar sadece Müslüman halkları kapsayan ikinci “Osmanlılık” tanımına dönüş yapmışlardı. 1912 Balkan Savaşı hezimetinden sonra Müslümanları kapsayan vatandaşlık tanımının yorumunda; İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucu kişiliklerinin bir kısmının zihinsel arka planında çok önemli bir yer tutan “Türkçülük” akımının etkisi[4] hissedilse de resmi söylemde yine de oldukça ihtiyatlı olunmuştur. “Türkçülük” merkezli vatandaşlık tanımının katışıksız yorumunu ve pratik sonuçlarını görmek için Lozan Antlaşması ile altyapısı hazırlanan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, 1923 yılını beklememiz gerekecektir.
Osmanlı devlet aklının “Osmanlılık” üst kimliğin içeriğine yönelik yaptığı konjonktürel müdahalelerin haricinde, içlerinde Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporasının da bulunduğu Müslüman toplumların halet-i ruhiyyesinde de yeni bir bilinç oluşmaya başlamıştı. Devletin girdiği tüm savaşları kaybetmesi, ciddi toprak kayıpları, bağımsızlık için ayaklanan halkların isyanları ve büyük güçlerin “Devlet-i Aliyye”yi tümden ortadan kaldıracağı endişesi, bağımsızlık yanlısı Arnavut ve Arap milliyetçileri hariç tüm Müslüman halkların din kardeşliği özelinde kenetlenmesine, meşru müdafaa ve seferberlik ruhunun yükselmesine sebep olmuştu. Kemal Karpat, bu atmosferin “Müslümanların din kardeşliği duygusunu bir siyasi bilince” dönüştürdüğünü “ve böylece yeni bir dayanışma duygusunun ve yeni tip bir siyasi topluluk fikrinin gelişmesinin yolunu” açtığını belirtir.[5] Böyle bir sosyo-politik ve psikolojik ortam içinde yetişen Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporasının aydın, sivil/asker bürokrat seçkinlerinin bir kısmı sadece Osmanlı ve dünya kamuoyunun ön planda bulunan rutin gündemleriyle meşgul olurken, bir diğer kısmı var olan bu gündemlerin haricinde kendi halklarının sosyo-kültürel ve politik sorunlarına ve ihtiyaçlarına da kafa yoruyor ve çözüm yolları geliştiriyorlardı.[6] Bu iki eğilim Kuzey Kafkas diasporasının bugünkü entelektüel, aktivist, toplum önderi ve sivil/asker bürokrat nesillerinde de aynı şekilde devam etmektedir.
II. Meşrutiyet’in “Osmanlılık” üst kimliği altındaki “müslim-gayrimüslim” tüm topluluklara sağladığı örgütlenme ve politika yapma özgürlüğüne Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporası seçkinleri de kayıtsız kalmamıştır. Birinci grup zümre mensupları başta İttihat ve Terakki Cemiyeti olmak üzere çeşitli örgütlenmelerde yer alırken ikinci grup zümre mensupları ise var olan örgütlenmelerin yanı sıra kendi halklarının sorunları ve anavatanları için yeni bir örgütlenmeye gitmişlerdir. Bu örgütlenme Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’dir. Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporası seçkinlerinin yaşama tutunma ve gelecek tasavvuru oluşturma çabalarının ilk somut meyvesi ve örgütlenmesi olan Cemiyet, muhtemelen Çerkesya “Milli Misak Meclisi”nin, Zanuko Sefer aracılığıyla 1827’de İstanbul’da açtığı ve daha sonraki yıllarda “Çerkes Komitesi”ne dönüşen dışişleri temsilciliğinin örgütlenme mirasının üzerinde kurulmuştur.[7] ÇİTC’in çalışma kapsamı, hem diaspora toplumuna hem de anavatanları Kuzey Kafkasya’ya yönelik olmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti ağırlıklı olmakla birlikte, Hürriyet ve İtilaf Fırkası vb. çok farklı politik grup ve görüşlere sahip aydın ve sivil/asker bürokratları bir arada tutabilen ÇİTC’nin, 1909 yılından itibaren başlayan faaliyetleri kültürel, sosyal ve eğitim projeleri ile politik çalışmalardan oluşuyordu. Cemiyet I. Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılına kadar 10-11 yıl boyunca hem Osmanlı Kuzey Kafkas diasporasının hem de özellikle Kuzey Batı Kafkasya’nın yeniden yeşermeye başlayan kültürel ve politik uyanışına destek olmuştur.[8]
Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporası seçkinlerinin “Devlet-i Aliyye”nin bölünme ve yıkılma kaygılarını, nefs-i müdafaa içgüdülerini ve gelecek tasavvurunu büyük oranda içselleştirmesi, ÇİTC çatısı altında gerçekleştirilen sosyo-kültürel ve politik çalışmaların “Osmanlılık” ruhuyla yeniden biçimlendirilmiş devlet sistemi içinde sorunsuz kabul görmesini kolaylaştırdığını söyleyebiliriz.[9] Örneğin ÇİTC’in okul açması[10], resmi müfredatın yanı sıra anadilde eğitim ve yayın faaliyetleri sürdürmesi, resmi düzeyde hiç bir engel ile karşılaşmamıştır. Tarihçi Zafer Toprak’ın; “İttihatçıların ‘milli eğitim’e yönelik politikaları Osmanlı topraklarında yaşayan unsurları ya da milletleri baskı altına almaya yönelik bir politika olmamış; onları Türkleştirme kaygısı gütmemiştir. İttihatçıların ‘maarif’ politikaları ‘milli’ kaygılarla, her türlü yabancı yönlendirmesinden uzak, öğrencilere Osmanlılık kimliği aşılamaya yönelik, eğitimi tek bir çatı altında birleştirme girişimidir. Bu, ‘anayasal vatandaşlık’ anlayışı üzerine kurulu bir Osmanlı yurttaşı inşa sürecinin parçasıdır.”[11] sözleri de bunu teyit etmektedir.
Osmanlı Devleti’nin 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’na girmesi, ÇİTC’in sosyo-kültürel çalışmaları sürdüren kadrolarının çok büyük bir kısmının savaşa katılması ve çeşitli cephelere dağılması bu çalışmaları sınırlandırmıştı ama Kuzey Kafkasya’ya yönelik politik çalışmalarında önünü açmıştı. ÇİTC’nin programına aldığı politik hedeflerin Osmanlı Devleti’nin askerî ve stratejik planları ile de örtüşmesi, Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporasının önünde 1836 yılından beri duran büyük bir bariyerin kalkmasını sağlamıştı.[12] Bu konjonktürel fırsat Babıali’nin yoğun politik ve finans desteğini de beraberinde getirdi. ÇİTC’in Kafkasya problemini dünyaya anlatmak, bölgeden yükselmesi muhtemel özgürlük çabalarına destek olmak, sürgündeki Kuzey Kafkasyalıların anavatanlarına dönmelerini sağlamak amacıyla oluşturduğu diplomatik grup[13], Osmanlı Devleti’ni de temsil eden Müşir Tuğa Fuat Paşa başkanlığında 1921 yılına kadar çeşitli örgütlenmelerin[14] içinde büyük çaba göstermiştir. Aralık 1915-Ocak 1916'da Berlin ve Viyana'da Alman ve Avusturya-Macaristan hükümetleri ile görüşülmüş, maddi-manevi destek talebinde bulunulmuş fakat somut bir sonuç alınamamıştır.[15] 29 Haziran 1916’da Lozan’da yapılan[16] Milletler Birliği’nin (Union des Nationalites) “III. Milliyetler Konferansı”na iştirak edilmiştir. ÇİTC, şemsiyesi altında kurulan Şimali Kafkas Cemiyeti aracığıyla 1917 Terekkale ve Andi Kongreleri ile kendine yeni bir rota çizmeye çalışan Kuzey Kafkasya’nın politik ve diplomatik çabalarına eklemlenmiştir.[17]
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesi ve 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesini imzalaması, Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporası seçkinlerini yeni bir yol ayrımına getirmişti. Bu süreçte uzak görüşlü davranan, aktif olan ve “taşın altına elini koyan” yine ÇİTC ve alt örgütlenmeleridir. ÇİTC çevresi, 24 Şubat 1919’da cemiyet merkezinde Müşir Tuğa Fuat Paşa başkanlığında “durum değerlendirme toplantısı” düzenlemiştir. Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporasını temsil eden 108 kişinin ve Osmanlı Devleti’ni temsilen Rauf Orbay’ın katıldığı toplantıda,[18] Osmanlı Devleti’nin sınırlarındaki ve Kafkasya’daki son gelişmeler ile Kuzey Kafkasya göçmenlerinin mevcut durumu karşısında izlenmesi gereken politikalar tartışılmış ve mutabık kalınan konuların bir kurul aracılığıyla Padişah’a bildirilmesi karara bağlanmıştı[19]. Ama bu inisiyatif, diasporaları sınırlayan bariyer sistemini geçmişte olduğu gibi tekrar devreye sokmuştur. ŞKC, Rusların ve İstanbul padişah hükümetinin (Damat Ferid Paşa hükümeti) ihbarı üzerine İngiliz işgal yönetimince 21 Haziran 1919’da basılarak kapatılmıştır. Şimali Kafkas Cemiyeti, kapatılmasına rağmen küçük ünvan değişikliği ile (“Cemiyet-i Hayriye” Klübü) bir süre daha çalışmalarına devam etmiştir.[20] ŞKC’nin elemanları bir müddet sonra, alınan kararlar doğrultusunda, özellikle güney Marmara ve İzmit-Düzce arasında Kuzey Kafkasya muhacirlerinin yoğun olduğu yörelerde “vatandaşlar arasına düşmanlık sokan, memleketin sükûn ve rahatını bozan serkeşlere” nasihatler vermek üzere çalışmalara koyulmuştu[21]. ÇİTC çevresinin birçok üyesi 1919 Mayıs ayında Anadolu’da birkaç yerde birden başlayan Kuvâ-yi Milliye hareketinin ilk nüvelerine katkı sağlamışlar ayrıca Kuvâ-yi Milliye hareketi ile İstanbul padişah hükümeti arasında arabuluculukta yapmışlardır. [22]
Cemiyetin bu karmaşık dönemde Kuzey Kafkasya’ya yönelik yapabildiği en önemli yardım, siyasi-askeri bir delegasyonun ata topraklarına gönderilmesi olmuştu. Maddi olanaksızlıklar ve politik açmazlarla uzun süredir boğuşan Kuzey Kafkasya’ya destek sağlanması amacıyla İstanbul’a gönderilen murahhasların seslendirdiği taleplerin muhatabı ŞKC idi. Cemiyetin Harbiye Nazırı Cemal ve Fevzi paşaların, yanı sıra Kazım Karabekir’in “muvafakat ve muavenetlerile” giriştiği bu eyleme ilişkin son düzenleme, Butbay’ın kaydettiğine göre, Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919) sonrasında Bekir Sami (Kundukh) Bey’in Teşvikiye’deki evinde yapılmıştı. ŞKC’nin özel bir misyonla gönderdiği kurulun bir kaç ay boyunca Kuzey Kafkasya’nın direniş güçlerini organize etmek, yeni bir parlamento oluşturmak, gerekirse Bolşeviklerle uzlaşarak ulusal bağımsızlığı korumak amacıyla, çeşitli gruplarla ve bu arada Kafkasya’daki İtilaf kuvvetleriyle sağladığı temaslardan olumlu sonuç alınamamış, bu durumda Kur. Alb. İsmail Hakkı ile Aziz Beyler 27 Temmuz 1920’de Anadolu’ya geçmek üzere Trabzon’a ulaşmışlardı.[23]
1920 yılının ilk yarısı, Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporasını İstanbul ve Ankara arasındaki politik dinamikler ve dönemsel dengeler arasında tercih yapmaya zorlamıştır. 16 Mart 1920 tarihinde İngiliz işgal yönetiminin İstanbul’daki Meclis-i Mebûsan’ı dağıtması ve içlerinde ÇİTC çevresinden birçok simanın[24] da bulunduğu ittihatçı üyelerin çoğunu tutuklayarak Malta adasına sürgün etmesi bu tercih sürecini hızlandırmıştır. Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporası tabanında ayrışmalar netleşmiş; İstanbul’da çalışma imkânı bulamayan ÇİTC çevresinin büyük bir kısmı[25] tercihini Anadolu’ya geçerek ve buradaki Kuvâ-yi Milliye hareketine katılarak kullanmıştır. Genellikle İstanbul çevresi İTC karşıtı diaspora seçkinleri ve Osmanlı sarayı çevresine bağlı Güney ve Doğu Marmara çevresi Kuzey Kafkasyalı bazı yerel kanaat önderleri ise işgal güçlerinin denetimi altındaki İstanbul yönetiminin kanatları altında bulunmayı tercih etmişlerdi.[26]
ÇİTC çevresinin büyük bir kısmının Kuvâ-yi Milliye hareketinin içinde bulunmasını, Müslüman halkları kapsayan ikinci “Osmanlılık” tanımının oluşturduğu “kardeşlik, dayanışma ve nefs-i müdafaa” ikliminin halen devam etmesine/ettirilmesine bağlayabiliriz. Büyük Millet Meclisinin 1920-1923 yılları arasında toplantılarında zaman zaman boy gösteren Türkçü dil ve havanın en üst düzeyden hemen tepki görmesi de bunun ispatıdır.[27] Bu iklim BMM’nin seçim kararı aldığı Nisan 1923’e kadar devam etmiştir.
1921 yılının Mart ayı, Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporasının 1908’den itibaren ete kemiğe bürünen ve bugünümüze büyük bir miras bırakan varoluş mücadelesinin önünün kesilmesinin başlangıç tarihi olarak kayda geçirilebilir. Anadolu’da verilen “milli mücadele”nin lider kadrosunun “İtilaf kuşatması”nı kırmak için Bolşevik Rusya ile politik ilişki kurması ve maddi yardım sağlaması, 16 Mart 1921 yılında Moskova’da “Dostluk ve Kardeşlik Sözleşmesi”nin imzalanması ile sonuçlanmıştı. Moskova Antlaşması’nın diasporayı direkt ilgilendiren bölümü 8. maddedir.[28] Bu madde ile yeni “Türkiye” ÇİTC, ŞKC vb. örgütlenmelerin faaliyet göstermesini, Bolşevik işgali sonrası Kuzey Kafkasya’yı terk etmek zorunda kalan KKC kadrolarının Anadolu’ya yerleşmesini ve milli faaliyette bulunmasını engelleyeceğini taahhüt etmektedir. Bu gelişme Osmanlı(Türkiye)-Kuzey Kafkas diasporası ile anavatanı Kuzey Kafkasya arasına tekrar çift taraflı bariyer çekilmesi demekti. Nitekim 24 Temmuz 1923’de imzalanan (Kuzey Kafkasyalılara azınlık hakkı tanımayan) “Lozan Antlaşması”nın 11 Ağustos 1923’te açılan II. BMM’ce onaylanması, yeni “Türkiye”nin gelecek vizyonunu da ortaya koymaya başlamıştı. Aynı ay içinde Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti ile Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti, 5 Eylül 1923’de de Çerkes Örnek Okulu kapatıldı. Lozan Antlaşmasıyla kabul edilmiş olan üç millî azınlık (Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler) dışında Türkiye’de sadece Türklerin yaşamakta olduğu resmen ilân edildi ve Mustafa Kemal’in 1 Mayıs 1920'de BMM kürsüsünde Müslüman halkları tanımlayan “Anasır-ı İslamiye” kavramı da tarihin çöplüğüne atıldı. Bu hazin ve hayal kırıklıkları ile dolu sonuç, Türkiye-Kuzey Kafkas diasporasını çepeçevre sarmalayan çift taraflı bariyer ile imtihanın yeniden başlaması demekti…
1. Bölümün Sonu. (Devam Edecek)
(*) Mızağe Dergisinin 5. sayısında yayınlanan bu makale küçük eklemeler ve düzenlemeler yapılarak buraya aktarılmıştır.
Duğ Orhan DOĞBAY
10 Ocak 2019 / Samsun
[1] “Refugees” Dergisi, Sayı.32, Ağustos 1986. –Çetaw N. Mülteciler, Kafdağı Dergisi, Sayı. 4, 1987, Ankara, s.9.
[2] Diasporaların oluşumuna tanıklık eden zaman kesitlerini günümüze kadar uzatabiliriz. KKC sonrası 1920’li yılları, II. Dünya Savaşı sonrası 1940’lı yılları, SSCB sonrası 1990’lı yılları da önemli zaman kesitleri olarak kabul edebilir ve bu dönemlerin içinde anavatanlarını terk etmek zorunda kalan ve eski diasporalara katılan kitleleri de konumuza dâhil edebiliriz.
[3] Osmanlı Devleti, XIX. yüzyılın başlarında iyice hızlanan sosyo-ekonomik-politik güç ve toprak kayıpları, yüzlerce yıllık “millet sistemi”nin çözülmeye başlaması, çok dinli ve çok dilli tebaanın bir kısmındaki özerklik/bağımsızlık eğilimleri ve dış ülkelerin emperyal baskıları sonucunda devlet sisteminde bir dizi modernleşme ve merkezileşme reformunu hayata geçirmişti. Tanzimat ve Islahat Fermanları ile başlayan reform hareketi çabaları, 1876 Kanun-i Esasi ve I. Meşrutiyet’in ilanı ile devam etmiş, 29 yıllık bir ara dönem ile kesintiye uğramış, II. Meşrutiyet (Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe konması) ile de süreç yeniden başlamıştı.
[4] “…Terakki ve İttihat Cemiyeti muhaberatında dile getirilen “Adriyatik sahilinden, Çin hududuna” uzanan bir Türk dünyası fikri zannedildiğinin tersine düşünsel düzeyde İttihatçılığın Türkçülüğü 1912-13 Balkan harplerinden oldukça önce içselleştirdiğini gösterir. Terakki ve İttihat Cemiyeti'nin erken örgütlenmesini, yurtiçinde teşkilatlanmanın zorluğu nedeniyle, Bulgaristan, Girit, Kıbrıs, Dobruca, Kafkasya gibi bölgelerde gerçekleştirmesi, cemiyetin Müslüman ve Türklerin baskıcı kimlik siyasetlerine muhatap oldukları bu eski Osmanlı topraklarında gelişen Türkçülükten etkilenerek âdeta Türk diasporasını temsil eden milliyetçi bir örgüt haline gelmesine neden olmuştu. Dolayısıyla bir yandan İttihatçılar bölge Müslümanlarını harekete kazanmaya çalışırken, öte yandan da dünyayı baskı altında tutulan Türk diasporasının gözleriyle görmeye başlamışlardı…” (Bir asır sonra İnkılâb-ı Azîm -1 - M. Şükrü Hanioğlu http://www.haksozhaber.net/bir-asir-sonra-inkilab-i-azim-1-6847yy.htm - 29.12.2018’de erişildi.)
[5] Karpat Kemal, İslam’ın Siyasallaşması, çev: Şiar Yalçın, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010, s. 229.
[6]Genelde imparatorluk merkezi İstanbul ve Kahire, Selanik gibi diğer cazibe merkezleri bu seçkin zümrenin yetiştiği bölgelerdir. Buna başta Paris olmak üzere “Büyük Güçler”in başkentlerinde geçirilen sürgün hayatları da eklenmelidir. Birinci zümre için; Mahmud Şevket Paşa, Aziz Ali Mısri, Ömer Naci, Mehmet Sabahattin (Prens Sabahattin) Bey, Eşref Sencer Kuşcubaşı ve Ömer Seyfettin vb. örnek verilebilir. İkinci zümre için ise; Ahmet Cavit Therkhet Paşa, Dr. Mehmet Reşit, Ahmet Mithat Efendi, Gazi Muhammed Fazıl Paşa, Tuğa Fuat Paşa, Met (Çunatuko) Yusuf İzzet Paşa, İsmail Hakkı Berkok, İsmail Canpolat, Şhaplı Hüseyin Tosun, Mehmet Fetgerey Şoenu, Tahir Hayreddin, Hayriye Melek Hunç, Yusuf Suad Neğuç, Seyin Time Yediko, Dr. İsa Ruhi, Prof. Aziz Meker ve Dağıstanlı Seyit Tahir (Elhüseyni)’i öncelikle örnek verebiliriz.
[7] Zanuko Sefer’in görevlendirilmesi ile ilgili detay bilgi için bkz: Berkok, İsmail, Tarihte Kafkasya, İstanbul Matbaası, İstanbul 1958, s. 446. - Longworth, John, Kafkas Halklarının Özgürlük Savaşı (1837-1838), , Çev: Sedat Özden, Rey Yay., Kayseri 1996, s. 236. İhtiyatlı olarak bakılabilecek bir diğer kaynak: Avagyan, Arsen, Osmanlı İmparatorluğu ve Kemalist Türkiye’nin Devlet-İktidar Sisteminde Çerkesler, çev. Ludmilla Denisenko, Belge Yayınları, İstanbul, 2004, s. 104. (RGVİA, f.38. Genelkurmay Bölümü, op.7, d.422, ss.5,5 a.t. - R. Traho, Çerkesi (Circassians-Northern Caucassians), Nalçik, 1992, s.121).
[8] Cemiyetin ilk toplumsal hizmeti 1909 yılında haremdeki Çerkes cariyelerin saraydan çıkartılması köylerine, ailelerine geri dönmelerinin sağlanmasıydı. Aynı yıldan itibaren Adigece ve Abazaca alfabe ve Kafkas tarihi komisyonları oluşturuldu. Alfabeler ve gramer kitapları yayınlandı. 1911 yılında Ğuaze (rehber) adında dünyanın ilk Adigece-Türkçe süreli yayınını çıkarmaya başladı. Ğuaze etkili yayınlarıyla Çerkes köleliğinin de kaldırılmasında etkili oldu. Hem Osmanlı ülkesinde hem de anavatan Kuzey Kafkasya’da okullar açıldı. Bunların ilki İstanbul’da açılan “Çerkes Teavün Mektebi”dir. Cemiyet, Kuzey Kafkasya’ya gönderdiği eğitimciler aracılığıyla 1911-12 yıllarında Yekaterinodar (Krasnodar)’da kurulduğu tahmin edilen “Çerkes Yardımlaşma Derneği” ve 1906 yılında Nalçik’te kurulan “Nalçik Yöresi Kabardeyleri ve Dağlıları (Balkarlar) Arasında Eğitim Yayma Derneği”ne maddi destekler sağladı. Tarıma dayalı ekonomiye yeni teknik ve teknolojilerin eklenmesi, küçük sanayi işletmelerinin kurulması gibi ekonomik projeler geliştirildi ve teşvik edildi. Daha geniş bilgi için bkz: https://www.facebook.com/watch/?v=180502956158002 27.12.2018’de erişim sağlandı.
[9] Bu olumlu tavrın tek istisnası olarak II. Meşrutiyet öncesi, Therkhet Ahmed Cavid Paşa’nın 1897 yılında litografla Arap alfabesine dayalı Adige Alfabesi’ni gizlice bastırmak zorunda kalmasını gösterebiliriz.
[10] Daha geniş bilgi için bkz.: Güçtekin, Nuri, Dr., Çerkes Teavün Mektebi(1910-1914), İÜ. Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enst., Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi-İstanbul, Yıl: 2013/1, Cilt:12, Sayı: 23, s.1-21. - Güçtekin, Nuri, Dr., İstanbul’daki Hususi Mektepler (1873-1922), İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. , Araştırma-İnceleme Serisi-9, Ağustos 2015. İstanbul, s.286-288.
[11] Toprak Zafer, “İttihatçıların Türkleştirme Politikası” Toplumsal Tarih Dergisi, sayı:146, Şubat 2006, s.14-22. Osmanlı bakışının tersine çoğu cumhuriyet tarihçisinin yok farz ettiği, görmezden geldiği ÇİTC örgütlenmesine, Cumhuriyet döneminin bir bürokratının, bir askerin sohbetlerinden derlenen, çok insafsız, hadsiz ve seviyesiz bir suçlamayı da arkaik bir zihniyeti ifşa etmesi açısından burada not etmekte fayda vardır. Dündar Taşer’in sözlerini Ziya Nur Akşin şöyle aktarır: “Ya Kürt Teali (yükselme) Cemiyeti’ne, Çerkes Teavün (yardımlaşma) Cemiyeti’ne ne demeli? Ne istiyorlardı acaba? Padişahların karısı Çerkes, Kürtlerin beyleri aşiret alaylarında subaydı. Neyi elde etmek için birleşip baş kaldırıyorlardı? Hangi `yükselmeden' yoksun, hangi `yardım'a muhtaç idiler? Ya bizim Ahrar, Jön Türkler vs. hürriyetçilere şaşmaz mısınız? Sultan Hamide attığı bombayı isabet ettiremeyen Ermeni komitacısına ‘şanlı avcı’ diyen şair, hürriyet, hürriyet diye Avrupa'ya kaçan failler, paşalar, mutasarrıf beyler kime, ne için, ne hürriyeti istiyorlardı? Bireysel hürriyet zaten vardı. Siyasi hürriyet devleti batırırdı. Senyörlerine baş kaldıran Batılı serflere özenmenin manası var mı idi? … Ne hürriyet ne demokrasi ne insan hakları ne de başka bir şey ülke bütünlüğünden daha aziz, bağımsızlıktan daha değerlidir. Türk Milleti'nin kaderi için hiçbir zaman saklamadığı gücü, kanıdır.” (Z. N., Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi, Kutluğ Yayınları, İstanbul, 1977, s.148-149.)
[12] 1827 yılında İstanbul’da Zanuko Sefer’in nezninde açılan dışişleri temsilciliği ilk ciddi engellemeyi 1836 yılında yaşar. İstanbul’daki Rus Elçiliği Zanuko Sefer’in Çerkesya “Milli Misak Meclisi” temsilciliğine Edirne Antlaşması’nı gerekçe göstererek itiraz etmiş ve Zanuko Sefer’in Kafkasya ile ilişkisinin kesilmesini istemişti. Osmanlı Devleti de bu isteği kabul ederek Zanuko Sefer’i gözaltına almış, önce Edirne’de bir süre sonra da Bulgaristan’da Eski Zagra’da zorunlu ikamete mecbur etmişti. Bu süreçte çift taraflı bariyer uyum içinde çalışmış Osmanlı-Kuzey Kafkas diasporası nüvesinin anavatanı ile olan bağları geçici de olsa karşılıklı kesilmişti. İkinci büyük engelleme ve duyarsızlık Kırım Savaşı dönemindedir. Çerkesya “Milli Misak Meclisi” önderlerinden Muhammed Emin, Rusya’ya savaş ilan Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa ile müttefiklik anlaşması yapmak istemiş, sonuç alamamış, İstanbul’da kendine muhatap bulamamış, ayrıca Rusya’nın isteği üzerine Osmanlı Devleti’nce tutuklanmış ve Şam’a sürülmüştü. (Şam’da gözetim altında tutulan Muhammed Emin ise Aralık 1854’de kaçarak tekrar Kafkasya’ya dönmüştü. Bu arada Osmanlı Devleti Kafkasya üzerindeki kendi özel planlarını gerçekleştirebilmek için sürgünde 25 sene beklettiği Zanuko Sefer başkanlığında bir heyeti ve askeri kuvveti 24 Mayıs 1854’de müttefiklerin yardımıyla Sohum’a çıkarmıştı.) Benzer uygulama Doğu Kafkasya’da mücadele eden Naipler Meclisi lideri İmam Şamil’e de yapılmıştı. İmam Şamil, Kırım Savaşı’nın başlarında Doğu Anadolu- Kafkas cephesinde Osmanlı Devleti ile ortak bir harekâta girişmek istemişti. İmam Şamil’in ittifak için İstanbul’a gönderdiği mektuplar Babı-ali’de yankı bulmamış, Şamil’in istekleri, Cevdet Paşa’nın “Tezakir” isimli eserinde belirttiği gibi yeterince değerlendirilmemişti. Muhammed Emin İstanbul’u 1859 yılında tekrar zorlamış ama yine sonuç alamamıştı. Çerkesya “Milli Misak Meclisi” 1862 yılında İsmail Barakay-İpa Dziaş başkanlığında (heyetin diğer üyeleri: Huştuko Hacı Hüseyin, Güstarıko İsmail ve Basırbi Hacı Haç) bir heyeti İstanbul’a Paris’e ve Londra’ya göndermişti. Heyet üç merkezden de eli boş dönmüştü. 1863 yılı ortasında tüm dünyanın kapıları Kafkasya’ya kapanmış ve Kuzey Kafkasyalılar yapayalnız bırakılmıştı. (Daha geniş bilgi için bkz.: Longwort, John, “Kafkas Halklarının Özgürlük Savaşı (1837-1838), Çev: Sedat Özden, Rey Yay., Kayseri 1996, s. 237-238. - SSCB Merkezi Devlet Askeri Tarih Arşivi, Nakleden; Adiğelerin XIX. Yüzyıldaki politik tarihinin incelenmesi gerekir, A.Y. Çirg, Kafkasya Gerçeği Dergisi, sayı: 11, Ocak 1993, Samsun, s. 62. - Aydemir, İzzet, Göç, Gelişim Matbaası, 1988 Ankara, s. 52-53. - Berkok, İsmail, Tarihte Kafkasya, İstanbul Matbaası, İstanbul 1958, s. 496-522.)
[13] ÇİTC adına çeşitli zamanlarda görevlendirilmiş kişilerden tespit edilebilenler: Müşir Tuğa Fuat Paşa, Muhammed Kamil, Dr. İsa Ruhi Paşa, Hüseyin Tosun Şhaplı, Prof. Aziz Meker, Mehmet Fetgerey Şoenu, Hüseyin Şemi Tümer (Seyin Tıme), İsmail Bidanuk, Seyyid Tahir-ül Hüseyni, Ahmed Saib, Şamil Şhaplı, İsmail Berkuk ve Blenav Bateko Harun.
[14] Kafkasya Komitesi, Türkiye’deki Kuzey Kafkasya Siyasi Göçmenleri Komitesi, Şimali Kafkas Cemiyeti.
[15] (Hüseyin Tosun Şhapli) - Aperçu Historique sur les Ciscaucasiens pendant la Guerre Mondiale, Publie par le Comite de bienfaisance des Emigres Politiques de la Ciscaucasie en Turquie, İstanbul, 1918, s:15.
[16] İzzet Aydemir, “Çerkeslerin Politik Girişimleri” adlı makalesinde, üçüncü kongrenin kararlarının 27 Haziran 1916’da Lozan’da yapılan görüşmelerde Rus Mahkûmu milletlerin temsilcilerinin istek ve baskıları sonucu verildiğini yazmaktadır.
[17] Şimali Kafkas Cemiyeti, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Hükümeti temsilcilerinin Mart 1918’de katıldıkları Trabzon Konferansı’nda ve daha sonra İstanbul’da Osmanlı Devleti yetkilileri ile yapılan görüşmelerde rehberlik yapmıştır. KKC delegasyonunun 11 Mayıs 1918 günü İstanbul’da yayınlanan bağımsızlık bildirgesinin tüm dünyaya duyurulmasına ve uluslararası platformlarda gündeme getirilmesine, Osmanlı Devleti’nce tanınmasına yardımcı olunmuştur. 8 Haziran 1918’de Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan “Dostluk ve Yardım Antlaşması”nda cemiyetin büyük emeği vardır. (Bunun sonucunda, Met Çunatıko Yusuf İzzet Paşa’nın komutanlığında Kafkas diasporasından oluşan bir Osmanlı kolordusu Kafkasya’ya gönderilmişti.)
[18] Berzeg, Hataylı Fazıl Cankat ve Dr. Vasfi Güsar ile 1967 yılında yaptığı görüşme notlarına dayanarak bu rakamı aktarmaktadır.(Sefer E. Berzeg – “Şimali Kafkas Cemiyeti Nizamnamesi..”, s:32’de (7) nolu dipnot). - Turan, M. Aydın, Osmanlı Dönemi Kuzey Kafkasya Diasporası Tarihinden: “Şimâli Kafkas Cemiyeti”, Tarih ve Toplum, İstanbul, Nisan 1998, No.172, s:50-59.
[19] Söz konusu kurul Müşir Fuad Paşa, Müşir Mehmet Zeki Paşa (Berzeg), Abuk Ahmet Paşa, Kazak Süleyman Paşa ve Karzeg Süleyman Paşa’dan oluşuyordu. (Bkz: Sefer E. Berzeg – “Şimali Kafkas Cemiyeti Nizamnamesi….”, s:29) - Turan, M. Aydın, Osmanlı Dönemi Kuzey Kafkasya Diasporası Tarihinden: “Şimâli Kafkas Cemiyeti”, Tarih ve Toplum, İstanbul, Nisan 1998, No.172, s:50.
[20] Turan, M. Aydın, Osmanlı Dönemi Kuzey Kafkasya Diasporası Tarihinden: “Şimâli Kafkas Cemiyeti”, Tarih ve Toplum, İstanbul, Nisan 1998, No.172, s:50.
[21] Örneğin Butbay 1919 yazında Gönen ve civarında, Kaymakam Tevfik Bey’in yardımlarıyla “Şimali Kafkas Cemiyeti” adına bu tür faaliyetler yaptığını kaydetmektedir. (Bkz: Mustafa Butbay – a.g.e., s:4)
[22] Bu konuda Müşir Tuğa Fuat Paşa yine en aktif kişidir. Daha 17 Eylül 1919’da M. Kemal’e göndermiş olduğu mektupta Fuad Paşa, hükümetine tam destek ifade etmiştir. Fuad Paşa, Ekim 1919’da Damat Ferit Paşa kabinesinin düşmesinde de önemli bir rol oynamıştır. (Avcıoğlu Doğan, Milli Kurtuluş Tarihi, Cilt 1, İstanbul, 1974, s. 158.) Rauf Orbay, Fuad Paşa’nın dışında, Abdülkerim Paşa ve Prens Mehmed Sabahaddin’in de İstanbul ile Kuvâ-yi Milliye hareketi arasındaki ilişkilerin yumuşatılmasına ve yakınlaşmasına yardımcı olduklarını belirtir. Abdülkerim Paşa ve Prens Mehmed Sabahaddin, 1919'un 27 Eylül’ünü 28’e bağlayan gece, Mustafa Kemal’e yolladıkları telgrafla işbirliği yapabilecekleri hususları bildirmişlerdir. (Kutay Cemal, Yüzyılımızda Bir İnsanımız (Rauf Orbay ‘ın Anıları), Cilt 4, İstanbul, 1992, s.409.) - Turan, M. Aydın, Osmanlı Dönemi Kuzey Kafkasya Diasporası Tarihinden: “Şimâli Kafkas Cemiyeti”, Tarih ve Toplum, İstanbul, Nisan 1998, No.172, s:50-59.
[23] Turan, M. Aydın, Osmanlı Dönemi Kuzey Kafkasya Diasporası Tarihinden: “Şimâli Kafkas Cemiyeti”, Tarih ve Toplum, İstanbul, Nisan 1998, No.172, s:56.
[24] Cemiyete doğrudan ya da dolaylı destek sağlayan bazı önemli isimler (eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf, eski Dâhiliye Nazırı İsmail Canbulat, eski Karesi mebusu Hüseyin Kadri, ŞKC başkanı ve “Milli Ajans Müdürü” Hüseyin Tosun, eski Edirne Valisi Zekeriya Zihni, İstanbul Merkez Komutanı Ali Said Paşa, Mürsel Paşa), İngiliz işgal kuvvetleri tarafından Malta’ya sürüldü. Şimşir, Bilal, Malta Sürgünleri, Bilgi Yay., Ankara, 1985. - Ünal, Muhittin, Kurtuluş Savaşında Çerkeslerin Rolü, İstanbul, 1996, s .l5-16.
[25] Bazı ÇİTC üyeleri, kuruluş tarihinin ayrıntısı bilinmemekle birlikte aynı zaman diliminde yeni bir örgütlenmeye gitmişlerdi. 1920 yılında İstanbul’da din bilgini Abdülfettah Efendi, Doktor Lütfi Bey, Dağıstanlı Seyit Tahir (Elhüseyni), Doktor İsa Ruhi Paşa ve din bilgini Mir Salih Efendi tarafından Kafkas Teali Cemiyeti kurulmuştu. Bunlardan İsa Ruhi Paşa ve Seyit Tahir Efendi, ÇİTC çevresindeki diğer Kafkas örgütleriyle ve özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında “Kafkasya İstiklal Komitesi” ve “Türkiye'deki Kuzey Kafkasya Siyasi Göçmenleri Komitesi” adlı siyasi örgütlerde de aktif rol almışlar, bu örgütleri çeşitli uluslararası toplantılarda temsil etmişlerdir. Onları kurduğu bu derneğin çalışmaları da çeşitli şekillerde 1925 yılına kadar sürmüştür. - Jaschke Gothard, Prof. Dr., 1916 Lozan Konferansında Şimali Kafkasyalılar, İleri, 2.4.1937. Varşova. Naklen: Yeni Kafkas, No : 2-3, İstanbul 1957. - Berzeg, Sefer E., Gurbetteki Kafkasya’dan Belgeler, Şafak Matbaası, Ankara 1985, s. 7.
[26] Güney ve Doğu Marmara çevresi Çerkeslerinin sosyo-kültürel yapıları, 1920’li yılların başındaki politik tercihleri hakkında daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır. Birçok çelişkili ve sübjektif tespitlerine rağmen Ryan Gıngeras’ın “Dertli Sahiller (Şiddet, Etnisite ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu, 1912-1923)” adlı zengin içerikli eseri yol gösterici olabilir. (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2014) Ayrıca, Anadolu’nun Kuzey Kafkasya diasporası barındıran diğer yoğunluklu yerleşimlerin bu süreçteki tavırlarını da izleyebilmek için de kapsamlı yeni araştırmalara ihtiyaç vardır.
[27] Mustafa Kemal’in 1 Mayıs 1920'de sağlık konusuyla ilgili görüşmeler yapılırken sağlık vekili Yusuf Kemal Tengirşek ile Sivas milletvekili Emir Paşa (Marşan) arasındaki münakaşayı sonlandırmak için söylemiş olduğu aşağıdaki sözler anlamlıdır: “Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricası ile bir iki nokta arz etmek isterim; burada maksud olan ve meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkeb anasır-ı islamiyedir, samimi bir mecmuadır…” Yusuf Kemal Tengirşek’in tartışma oluşturan sözlerinden bir bölüm: “…Her Türk’ün söyleyeceği şey, memleketimizde görülecek ilk iş sıhhiye işidir. Çünkü sıhhat olmazsa, çünkü Türklük sıhhatli bulunmazsa, o Türkler üzerine bina edeceğimiz hiçbir iş kalmaz. Ne dâhili iş ve ne de harbiye işi kalır. Türkleri muhafaza etmek için evvelâ sıhhati muhafaza etmeli…” Sivas milletvekili Emir Paşa (Marşan)’n itiraz ve uyarı içeren konuşmasından bir bölüm: “...Yusuf Kemal Beyefendi Hazretlerinin, irad-ı kelam ettiği sırada yalnız sıhhatlerinin muhafazası lüzumunu Türklere hasretmiş olmasına itiraz ediyorum. (İslam demekti sadaları). (Kelime ile oynamayın sesleri ) Müsaade buyurun, zannederim ki, Müslümanlık namına teessüs etmiş bir hilafet vardır. Değil buradaki Müslümanlar, aktar-ı cihanda bulunan umum Müsliminin bu hilafete merbutiyetlerini unutmamak iktiza eder. Rica ederim ki yalnız Türklük namını istimal etmeyelim. Çünkü, Türklük namına biz buraya cem olmadık. (Gürültüler) Rica ederim yalnız Türkler değil, Müslümanlar demek, hatta Osmanlı demek kafidir efendim (İslam deniliyor sadaları). Bu vatanda Çerkes, Çeçen, Kürd, Laz ve daha birtakım kabail-i İslamiyye vardır. Bunları hariçte bırakacak tefrikaya bais olacak söz söylemeyelim…” (T.B.M.M. ZABIT CERİDESİ Devre I, Cild I, İçtima Senesi I, Sekizinci İçtima, 01. 05. 1336(1920), s. 164, 165, 166, Ankara, 3.Baskı, 1959.)
[28] Madde 8. Taraflar, toprakları üzerinde karşı taraf ülkesinin ya da ona bağlı Topraklarından birinin Hükümeti rolünü üstlenmek iddiasında bulunan cemiyet ve grupların kurulmasını ya da yerleşmesini ve öteki ülkeye karşı savaşın amacında olan grupların yerleşmesini hiç bir zaman kabul etmezler. Türkiye ve Rusya, Kafkasya Sovyet Cumhuriyetleri için de karşılıklı olmak şartı ile aynı yükümlülüğü üstlenirler. Şurası ayrıca ifade edilir ki bu maddede ifade edilen Türkiye toprakları doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin idaresi atında bulunan topraklarıdır. - SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C.1, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1983, s.27-38.