KUBE ŞABAN’IN TRAJEDİSİ, BİZİM TRAJEDİMİZ!
Kube Şaban’ın trajik hayat öyküsünü her okuduğumda içim biraz daha burkulur. Onun hayatı bizim hayatımızın, halkımızın hayatının hüzünlü bir parçası…
Kaderimizin farklı zaman ve mekân kurgusu; imrendiğimiz, saygı ve sevgiyle andığımız birçok önemli şahsiyetle olduğu gibi Kube Şaban ile de tanışmamıza fırsat sunmadı. Onları ancak bu dünyaya bıraktıkları “bir hoş sadâ” ile tanıyor ve anıyoruz.
Kube Şaban’ın ismini ilk defa 1979 yılında Sefer E. Berzeg’in “Vatan Düşüncesi (Adige Şiirinden Seçmeler)” adlı şiir antolojisinde görmüştüm. Rahmetli Alaattin amcamın ifadesi ile “bizim için bir oksijen çadırı” olan Samsun Kafkas Kültür Derneği hafta sonlarımızın vazgeçilmez mekânıydı. O dönemlerde bir gün derneğin kitaplığını düzenleme görevini üstlenmiş ve sağda solda dağınık şekilde duran, üzeri çizilmiş, yırtılmış, çay tabağı ve sigara izmariti lekeli, birkaç dergi, broşür ve kitabı itina ile toparlamış, temizlemiş, onlara kutsal metinler gibi saygı göstererek tek raflı büfeden bozma kitaplığımızda sıralamıştım.
“Vatan Düşüncesi” adlı şiir kitapçığı da toparladığım kitapların arasındaydı. Aşk, hüzün ve hasret kokan “Gelinin Ağıtı” (NISEM YIQHIBZ – HЫCЭM ИΓЪЫƂЗ) adlı şiiri/şarkısı ve kitapçığın sonundaki Adige alfabesi, Kube Şaban’ın adını ilk defa duymama ve onu tanımaya çalışmama vesile olmuştu. Sefer E. Berzeg “Vatan Düşüncesi (Adige Şiirinden Seçmeler)” adlı kitapçığındaki Adigece şiirleri, Kube Şaban’ın Ürdün’de hazırladığı alfabeyi kullanarak yayınlamıştı. (Bu alfabe o dönemdeki Adige Özerk Bölgesinin Kiril esaslı Adığe alfabesi sisteminin Latin harflerine uyarlanmasıyla meydana getirilmişti.)
Kube Şaban ile ilgili ilk kısıtlı biyografik bilgilere de yine Sefer E. Berzeg’in “Muhacerette Kuzey Kafkasyalı Yazarlar (North Caucasian Authors in Exile)” adlı kitapçığından ulaşmıştım. Yıllar sonra, 1990 yılların başlarından itibaren toparlanan yeni biyografik bilgiler, Kube Şaban’ın trajik hayat öyküsünün ve eserlerinin kayıp parçalarını biraz daha görünür hale getirdi. Yakın dönemde rahmetli thametimizin hayat hikayesini daha da zenginleştiren Sefer E. Berzeg’e, Mamırıko Nuriyet’e, Ghunekho K. Özbay’a ve Çetao İbrahim’e teşekkürlerimiz sunuyoruz. Ama bence hala hayatının birçok kritik noktasında karanlıkta kalan, yoruma açık bölümler var. Kube Şaban’ın hayatına tanıklık eden şanslı kişilerin, -hala hayatta iseler- anılarını, gözlemlerini zamanın öğütücü çarklarında yok etmeden bir şekilde paylaşması, aktarması lazım...
Seksendört yıllık trajik yaşamında Adige halkının dili ve kültürü için hiç durmaksızın çaba gösteren, şiir ve tiyatro yazan, dil ve folklor konusunda derlemeler yapan, şarkı besteleyen, halk danslarına koreograf hazırlayan, dil bilimcisi ve eğitimci Kube Şaban’ın hazin yaşam öyküsüne daha yakından bakabilmeliyiz.
Kube Şaban’ın biyografisinde dikkatimi çeken ilk önemli boşluk 1910’lu yıllara ait. 15 Ocak 1890 Hakurinehable doğumlu Kube Şaban, ilköğrenimini köyündeki ilkokulda bitirdikten sonra köy camisinin medresesinde dini eğitim almış. Sonraki yıllara, 1917 yılına kadar ki yaşamına dair bir bilgi yok önümüzde. Hâlbuki 1910’lu yıllarda Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti’nin organizasyonu ile Kuban bölgesinde büyük bir eğitim faaliyeti başlamıştı. Kube Şaban’ın Adige halkının eğitimi ve milli bilinçlenmesinde etkin bir rol oynayan, Penexes köyünde altı sınıflı özel bir okulun açılmasına öncülük eden İbrahim Xızelt, Texhutemquay’da bir ilkokul açan Tletseruk Harun ve diğer gönüllü öğretmenler; Dığune Akif, Gusar Muhammed Zahed, Besleney Hafız Zekeriya ile yolu hiç kesişmemiş mi?
Pşımaho Kotse gibi dönemin aydınlarınca 1911-12 yıllarında Kaleşkur (YekaterinodarKrasnodar)’da kurulduğu tahmin edilen, ilk Adige tiyatrosu çalışmaları yanında, milli, tarihi ve etnografik materyallerin toplanması gibi birçok çalışmayı başlatan “Çerkes Yardımlaşma Derneği” ile bir irtibatı var mıydı?
1917-1919 yıllarında Psıguven (Nalçik)'de açılmış bulunan Din Öğretmeni Semineri'ne devam eden ve 1919-25 yıllarında Hakurinhable'de Adigece öğretmeni olarak çalışan Kube Şaban, 1917 Rus İhtilali’nden sonra anavatanı Kuzey Kafkasya'ya giderek kıyı boyu Adige köylerinde öğretmenlik yapan, bölgenin Kızılordu tarafından işgali ve Sovyet iktidarının kurulduğu dönemde de ulusal çalışmalarını sürdüren Yusuf Suad Neğuç ile tanışma fırsatı bulmuş muydu acaba?
Bu soruları dönemin sosyo-politik atmosferine karşı aldığı edilgen tavır içinde sorabiliriz. Kube Şaban’ın Çarlık Rusyası’nın yıkılması sonrası merkezi Rusya’da hem de Kuzey Kafkasya’da gelişen politik atmosferden ne kadar etkilendiğini bilmiyoruz. Ama sonraki yaşamının yol haritasına baktığımızda; Kube Şaban’ın 1917- 1921 yıllarını kapsayan bu dönemde, hem Rusya’nın hem de Kuzey Kafkasya’nın yarınları için bir gelecek kurgusu geliştirmeye çalışan Liberal Milliyetçi, Sosyal-Demokrat, Monarşist ve Bolşevik Kuzey Kafkasyalı aydınlardan uzak durduğunu, daha doğrusu politik dünyaya soğuk davrandığını söyleyebiliriz.
Kendisini her ne şart olursa olsun sadece ve sadece halkının kültürel yaşamını canlandırma ülküsüne vakfetmiş apolitik bir portre var karşımızda. Zaten böyle olmasaydı ömrü de uzun olmazdı muhtemelen. Politik tavrını Bolşevikler haricindeki gruplarla paylaşsaydı, 1920’li yıllara varmadan ya öldürülmüş olacaktı ya da ülkesini terk etmek zorunda kalacaktı. Milli Bolşeviklerle birlikte aktif bir politik mücadelenin içine girse idi yine akıbeti öldürülmek olabilirdi maalesef. 1930’lu yıllarda binlerce Milli Bolşevik aydının sonunu getiren “temizlik”lerden o da kurtulamayabilirdi.
Bu dönemin ve Kuban bölgesinin en trajik “temizlik” anekdotlarından birisini konusu gelmişken hatırlamakta yarar var. Dönemin en itibarlı Milli Bolşeviklerinden Şhançeriy Hakhurate, 1935 yılında Moskova’da iken ölmüş ve cesedi Kuzey Kafkasya’ya getirilerek büyük bir törenle Krasnodar’ın “Beliy sabor” alanına gömülmüş ve üzerine bir anıt dikilmişti. Stalin Rusyası’nın 1937-38 yıllarındaki “temizlikler”i sırasında, binlerce Kuzey Kafkasyalı arasında çalışma arkadaşlarından birçoğu tutuklanıp, yok edilirken ölmüş Şhançerıy Hakhurate de unutulmamıştı. “Halkın düşmanı” ve “burjuva milliyetçisi” olmakla suçlanmış ve yıkılan anıt mezarından alınan kemikleri, Kadir Natho’nun ifadesiyle Kuban nehrine atılmıştı. (Kadir Natho, “Çerkesya’dan Amerika’ya”, sf: 75.)
Kube Şaban’ın amaca odaklı çabalarına, 1924-1925 yılarında itibaren bölgeye tam olarak hakim olan Sovyet iktidarının ve ideolojisine uyum göstererek devam ettiğini görüyoruz. 1925-1938 yılları arasında önce Petrograd'da (Leningrad- St.Petersburg) “Çağdaş Doğu Dilleri Yafetit Semineri”nde dil bilimi ve arkeoloji uzmanı Nikolay Yakovleviç Marr’ın öğrenciliğini yapan Kube Şaban, hocasının etno-linguistik çıkarımlarının ve Adige dilinin üç "edebi dil"e parçalanması projesinin tarihi Çerkesya topraklarında uygulanmasına yardımcı olmuştur. Kube Şaban, 1928-1934 yılları arasında Krasnodar’da bulunan Pedagoji ve Tiyatro okulunda, ardından 1936-38 yılları arasında Moskova’da bulunan A. V. Lunaçarski Tiyatro Enstitüsü Adige Stüdyosu’nda eğitim gören öğrencilere Adige Dili ve Edebiyatı dersleri vermiş, aynı yıllarda Sihu Seferbıy ile birlikte köy okullarında okutulacak ders kitaplarının yazımında çalışmıştır.
1936 yılından itibaren Sovyet Yazarlar Birliği ve Sovyet Kompozitörler Birliği üyesi olan 1938-1940 yılları arasından Adige Bilimsel Araştırma Enstitüsü’nde çalışan Kube Şaban’ın odaklandığı alan sadece dil alanı değildi. Adige halk destanlarının ve eski şarkıların derlenmesi konusunda büyük çalışmalar yapmıştır. Gerek yetişkinler gerekse çocuklar için çok sayıda şarkı sözü yazdı ve bestelemiştir. Profesyonel Adige müziğinin, şarkı ve danslarının başlatılmasında ve geliştirilmesinde büyük çabaları olmuş ve bu konuda çalışacak bir topluluğun kurulmasına öncülük etmiştir.
Kube Şaban’ın trajik hayatının en önemli kırılma noktası, 1942 Temmuz’unda Nazi Almanyası’nın Kuzey Kafkasya’yı işgalidir. 5-6 aylık bu işgal Kube Şaban’ın hayatını kökten değiştirmiştir. Bu dönemde Kube Şaban, Bjıhakoyej köyünde öğretmenlik yapmaktadır. İşgal güçlerinin şirretinden kendilerini ancak bu şekilde koruyabileceklerini düşünen bölge Adigeleri, Alman askerlerine bir karşılama töreni düzenlerler. Kube Şaban da bu toplantıda mızıka çalmış ve şarkı söylemiştir. Alman birliklerinin içinde bölgeye yabancı olmayan özel bir birlikte bulunmaktadır. Sovyet Kızılordusu savaş esirlerinden ve gönüllülerden oluşan bu birlik Kuzey Kafkasya Lejyonu adı altında kurulmuştu. Lejyonun komutanı olarak kendi köyü Vulape’ye kadar gelen Sultan Kılıç Girey ile Kube Şaban muhtemelen burada karşılaşmışlardır. Her ikisinin de kaderi bundan sonra Alp dağlarına kadar birleşecektir. 1917-1920 yılları arasında Kızılordu’ya karşı Beyazordu saflarında çarpışan Sultan Kılıç Girey ile Kube Şaban’ın bu dönemde de birbirlerini tanımaları ihtimal dahilindedir. Adige köylülerinin Alman askerlerine bir karşılama töreni düzenlemesi, Kube Şaban’ın mızıka çalması ve şarkı söylemesinde bu tanışıklığın veya yakınlığın etkisi olmuştur zannediyorum. Nazilerin bölgede yeniden oluşturdukları idari yapılanmada Kube Şaban’ın ne tür rolü ve görevi olmuştur? Bunlar belirsizdir. Ama bu kaçınılamaz yeni durum şimdiye kadar apolitik bir yaşam süren Kube Şaban’ın vatanını terk etmesine de sebep olmuştur. Kendisi bu sonuca, “yaşamımda elime hiç silah almadım ve hiçbir partiye girmedim, hiçbir orduda yer almadım” sözleri ile hayıflanırsa da durum değişmemiştir. Ve bundan sonra Kube Şaban’ı aile ve vatan hasreti ile geçen 31 yıllık bir gurbet yaşamı beklemektedir.
Gurbete çıktığı 1943 yılından itibaren yine boş durmamış bulunduğu her ortamda yazmaya ve araştırmaya çabalamıştır. Vatanın üzerinde kahredici bir karabasan gibi çöreklenmiş boğucu totaliter atmosferden kurtulduktan sonra yıllarca yazamadıklarını, halkının acı hatıralarını duygusal bir üslupla kâğıda dökmüştür. 1943 yılında kaleme aldığı “Gelinin Ağıtı” adlı şiir buna güzel bir örnektir.
Terç nehrinin çağıltısı
Kulaklarımdan çıkmıyor.
Kazbek dağına dikili gözlerim
Oradan ayrılmıyor.
Ben hasta yatağımda yatarken
Dillerden düşmüyor hikayem.
Sevgi gözyaşlarının sıcaklığı
Yanaklarımı yakıyor.
Hasta yatağımda yattığım yerden
Göz kapaklarımı aralıyorum.
Masamın üzerinde duran resmime
Gönlümdekileri anlatıyorum.
Sibirya’dan gelen haberlere
Kulak kabartıyorum.
Oraya ait son haberler
Üzüntümü biraz hafifletiyor.
Sen, canımın yarısı olan sevgilim
Karanlık bir hapishanede yatıyorsun.
Ecel denilen kötü misafirim
Bana gittikçe yaklaşıyor.
Eğer son nefesimi vermeden
Mektubun bana ulaşırsa,
Gözyaşlarımın yakıcı sıcaklığı
Biraz sönerdi onunla.
Ben öldükten sonra gelirsen eğer
Sana hikâyemi anlatırlar.
Eğer son nefeslerimde yetişirsen
Ben yavaşça anlatırım sana.
Göğsümün üstünde
Sıkı sıkı tutarak ellerimde mektubunu
Yumuşak yatağımda yatıyorum.
Böyle yatayım mezarımda da.
Gönüllerimizdeki gerçekleşmeden
Hasta yatağımda ölürsem eğer,
Mezarıma gelenler
Solgun yüzüme bir baksınlar.
Kuzey Kafkasyalı mültecilerle birlikte Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde mülteci kamplarında çok sıkıntılı, perişan günler geçiren Kube Şaban, 1945 yılında, Avrupa'da Alp dağları eteklerinde, Drau nehri civarındaki mülteci kamplarında kendisi ve diğer mültecilerin yaşadıkları acı dolu günleri kaleme almış ve bu günleri “Alplerin Ağıtı” (Аlpım Yiğıbz) “Drau Ağıtı” (Drau Yiğıbz) adlı şiirlerinde dile getirmiştir.
Sovyet Kızılordusu’nun binlerce hemşehrisini katledildiği “Drau Faciası”ndan kurtularak Almanya’ya yerleşen Kube Şaban, burada huzur bulamaz. Halkının yoğun olarak yaşadığı bir ülkeye gitmek ister ve 1948 yılında bir grup Kuzey Kafkasyalı mülteciyle birlikte Türkiye’ye gelir.
Bu süreç içinde de merak ettiğim bir konu daha var. Kube Şaban, kendisi gibi Prof. N. Yakovleviç Marr’ın öğrenciliğini yapan ve yine aynı kaderi paylaşarak vatanından ayrı düşen filoloji, tarih ve stenografi uzmanı Traho Ramazan ile mülteci kamplarında ya da Almanya’da ve Türkiye’de karşılaşmışlar mıdır acaba? Her ikisinin de biyografisinde bu dönemler belirsizdir.
Kube Şaban, Türkiye’de de istediği ortamı bulamaz. Adige köylerini dolaşarak Adige dili ve edebiyatı konusunda ürünler derlemeye, yazmaya, kaybolmaktan kurtarmaya çalışırken dönemin antidemokratik atmosferi onu huzursuz eder. Kafkasya Dağlıları Halk Partisi’nin ve Suriye, vb. ülkelerde örgütlediği derneklerin tüm yayınlarının (dergiler, kitaplar ve alfabeler) Türkiye’ye girişini bakanlar kurulu kararı ile yasaklayan dönemin faşizan iktidarı, Kube Şaban’a da tahammül edemez. 1950 yılında Türkiye'yi terk ederek az sayıda ama etkin bir Adige topluluğunun yaşadığı Ürdün’e gider.
Kube Şaban ve Traho Ramazan gibi halkının dili ve kültürü için hayatını vakfetmiş değerlerin, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nden ve Kafkasya Dağlıları Halk Partisi’nden geriye kalan ve aktif mücadeleyi ısrarla sürdürmek isteyen politik mültecilerin böylesi bir kritik dönemde Türkiye’de barındırılmaması, Türkiye Kuzey Kafkas diasporası için çok büyük bir kayıptır. Büyük bir fırsat kaçırılmıştır. Onlar Kuzey Kafkas diasporasının sosyokültürel ve politik yaşamı için can suyu olacak değerlerdi.
Kube Şaban Ürdün’e gittiğinde de yine boş durmamış, Amman’da bulunan “Çerkes Yardımlaşma Derneği” ve “Gençlik Derneği”nde Adige dili ve edebiyatı ile ilgili çalışmalarda bulunmuştur. Eğittiği gençlerle folklor, müzik ve tiyatro toplulukları oluşturmuş, Adigece şarkılar derlemiş ve bestelemiştir. Latin harfleriyle oluşturduğu Adige alfabesiyle kitapları ve folklor derlemeleri basılmıştır.
Kube Şaban’a, Ürdün’den geçtiği Fransa’da ve hayatının son dönemini yaşadığı ABD’nde Türkiye’dekinin aksine rahat bir çalışma ortamı sağlanması vicdanımızı biraz olsun rahatlatıyor. Bu konuda George Dumezil’e, Dr. Tsey Cevad İdris’e ve kendisi gibi bir mülteci olan Kobl Bore’ye minnetlerimizi sunuyoruz. Onlar sayesinde Kube Şaban’ın çalışmalarının bir kısmı basılmış, şarkıları kasetlere kaydedilmiş, arşivi korunmuştur.
Kube Şaban’a en büyük vefasızlık ise yine hasretini çektiği anavatanından gelmiştir. Kafkasya’da bıraktığı ve şarkılarında yaşattığı eşi ile tek kızından hiçbir haber alamayan Kube Şaban hakkında RFSSC Yüksek Sovyeti, 1957 yılında “suçsuz olduğuna ve yurduna dönebileceğine” yönelik bir karar almış olmasına rağmen dönemin sözde “Adige” yöneticileri (sefil nomenklatura), tarafından hasıraltı edilmiş uzun yıllar kimseye duyurulmamıştır.
Kube Şaban 20 Ocak 1974'te ailesinden ve yurdundan binlerce kilometre uzaklıktaki bir Amerikan kasabasında Patterson'da hayata veda ettiğinde ailesine ve vatanına olan özlemini yazdığı şiirlere ve bestelediği şarkılara nakşetmiştir. Anzeriko Çeslav’ın olağanüstü yorumuyla ölümsüzleşen “Benim Şarkım (Si Wored)” adlı şarkısı Kube Şaban’ın hasret ve umut dolu yüreğinin sesidir.
Şarkısında öncelikle tüm halkına seslenir; işine giden arabacıya, at sırtındaki köy çobanına, yağız atın binicisine, kartal kanatlarında bulutlarda gezenlere, özgür yürekle vatanını görebilenlere, demirhanede çekicini öttürenlere, toplantılarda eğlenenlere, gelin çıkaran yaşlı kadınlara seslenir. Kreşlerdeki küçük öğrencileri de unutmaz. Ama hiç unutamadığı birisi daha vardır. Kendisi için gözyaşı döktüğüne inandığı Kızı Saida. Ve şarkısında vasiyet de eder;
“Kavuşamadan ecelim gelirse Tek çocuğum Saida'ya. Şarkılarımı iletirseniz İçindekileri size anlatıverir.”
Ölümünden 16 yıl sonra 1990 yılında vasiyeti yerine getirilir. Kızı Saida ve Prof. Kazbek Şeş'e, Adige Cumhuriyeti’nden ABD'ne giderek, Kube Şaban'ın doğumunun yüzüncü yılı nedeniyle yapılan anma törenlerine katılırlar. Onun korunabilmiş olan eserlerini ve basılamamış çalışmalarını toplayarak Mıyekuape'deki (Maykop) Adige Bilimsel Araştırma Enstitüsü’ne teslim ederler.
Ömrünü büyük bir kısmını vatan özlemiyle geçiren Kube Şaban, hasret çektiklerine kavuşamadı ama onlarca ölümsüz eseri ve ismiyle vatanının her köşesinde, halkının yaşadığı her ocak başında yaşamaya devam edecektir.
Kafkasya’nın hırçın rüzgârları onun şarkılarını söyleyecektir.
21 Şubat 2017 / Samsun
Duğ Orhan DOĞBAY