ACI GEÇMİŞTEN UMUTLU GELECEĞE…

 

“..Sürgün sonrası ‘siyasi emigrasyon’ pozisyonunda kalan diaspora, soykırım ve sürgüne karşı artan duyarlılığını, anavatanın hür geleceğini talep eden iradî pozisyona evriltmek zorundadır. Sürgün anma etkinliklerinin bir ‘ağlama duvarı’ oluşturmaktan öte bir anlam ifade edebilmesi için bu elzemdir..”

 Tarihimizdeki iki önemli günün yıldönümleri yaklaşıyor... 11 Mayıs ve 21 Mayıs…

“…Hepimiz maziden cesaret almaya muhtacız; öğrenmek, tecrübe kazanmak, başarılarımızla iftihar etmek, ne olduğumuzu ve nereden geldiğimizi bilmek için maziye dönebiliriz. Fakat istikbalimiz orada değildir..” demiş bir düşünür.

Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi, nasıl bir serüvenin oyuncuları olduğumuzu bilmenin ve kendimizi “tanımlayabilmenin” bir tekniğidir geçmişe dönmek. “Tarih”i çarpıtmalardan kurtarıp yerli yerine oturtmak gibi bir misyon yükler, bununla birlikte bir şuur edinebilmek ve bir gelecek düşüncesi yakalayabilmek, oluşturabilmek için de önem taşır.

Toplumsal tarihimizin kırılma noktalarının başında gelen 21 Mayıs, bir toplumun yaşayabileceği en büyük trajedilerden birisidir. Bugünkü pejmürde halimizin baş sorumlusu, sürgün öncesi ve sonrası travmalardır. Bu travmalar neticesi ortaya çıkan tablo da şu şekildedir; parçalanmışlık, dağınıklık, anavatan dışı bir yaşam alanına savrulmuşluk, muazzam boyutlara varan dil kayıpları, coğrafya-tarih bilinci ve şuur kaymaları ile artık üretemeyen, içe kapalı ve sürekli bir mirasyedi konumundan ileriye gidemeyen, nihayetinde de “varoluş” sorununu iliklerine kadar hisseden bir toplum profili...

Ve tüm bu yaşamsal tehditlere rağmen “geleneğin” binde biri kadar konuşulmayan, tartışılmayan, üzerine söz söylenilmeyen “gelecek”…

Sürgünü anma etkinlikleri, son yılların 21 Mayıslarında katılımcı sayısı ve genel kamuoyu duyarlılığı açısından artan bir pozitif ivmeyle gündemimizi kapsıyor. Ama örgütlü yaşamımıza ve pratiğimize “değer” katan bu politik kazanç ve sinerjiyi bir “gelecek” düşüncesine kanalize etmeyi başaramadığımız da ortada. 21 Mayıs bilinci; anlık duygu patlaması şeklinde suya çizilen resimler gibi kısa ömürlü olmamalı.

Ama maalesef ki toplumsal profilimiz bu görüntüdedir...

Herkes şu konuda mutabıktır ki; geleceğimiz ancak bizim iradî çabalarımız sayesinde şekillenebilecektir.

“11 Mayıs” işte tam bu noktada ve daima bir umut ışığı, tek güçlü “gelecek tasarımı”dır.

Sürgün sonrası “siyasi emigrasyon” pozisyonunda kalan diaspora, “soykırım ve sürgün”e karşı artan duyarlılığını, anavatanın hür geleceğini talep eden iradî pozisyona evriltmek zorundadır. Sürgün anma etkinliklerinin bir “ağlama duvarı” oluşturmaktan öte bir anlam ifade edebilmesi için de bu elzemdir.

Tüm Kuzey Kafkasya dünyasının içinde bulunduğu mevcut bütün sorunların ve açmazların temel sebebi anavatanımızın birbuçuk asırdır üzerinden söküp atamadığı sömürge statüsüdür. 

Vatanımız üzerindeki sömürge statüsü çözülmeden hiçbir kurtuluş yoktur. Kurtuluşa dair ileri sürülen ve sürülecek her reçete, vatanın sömürge statüsünden kurtulmasını kapsamıyorsa sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Aksi iddia tüm sosyolojik kaidelere aykırıdır.

Bu yüzden diyoruz ki;

tüm vesayet tezlerine,

toplumsal-tarihi-kültürel ve psikolojik tüm “doğru”ların karşısına çıkarılan ve “teslimiyet”ten öte anlam taşımayan “mevcut gerçek”lere,

“sömürge gerçekleri”nin dayattığı tezlere, şemalara ve sınırlara,

sömürgecinin laboratuvarlarında pişirilip pompalanan etnik kibir ürünü çağdışı çözümlemelere,

ilkel kabile duygularının yarattığı tahribata,

kısacası tüm vasatların hız kattığı yokoluşa karşı, tek ses ve tek çaredir “Birleşik Kafkasya”…

Ve tek kurtuluş reçetesidir, onun ürünü “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”…

O yüzden önemlidir 11 Mayıs…

Bakmayın siz birilerinin “ne yapacaksınız? Rusya’ya savaş mı açacaksınız?” saflığındaki lafazanlıklarına.

SSCB dağıldığında bağımsızlığına ve özgürlüğüne kavuşan hiçbir ülke bu statüye savaşarak kavuşmamıştır. Toplumları, o “siyasi şuur”a sahip oldukları için kavuşabilmişlerdir.

Kaçırdığımız her fırsattan sonra, yeni bir “doğru an”a hazır olmanın ve o “an”ı değerlendirebilmenin tek koşuludur “Birleşik Kafkasya.”

O yüzden daha da önemlidir 11 Mayıs…

Bugüne kadar da kaçırdığımız her “doğru an”ın sebeplerinin başında çatışmacı ve ayrıştırıcı ilkel kabilecilik bağnazlığı gelir…

Başımızın belası bu kabilecilik bağnazlığının da tek panzehiridir 11 Mayıs…  

Yine bakmayın, birilerinin “Birleşik Kafkasya Hareketi’nin etnik kimlikleri reddeden üniter bir çizgi olduğu” iftirasına!

Bu müfterilerin, “...Mutluluğa ve refaha, ancak ve ancak özgür halkların özgür birliğiyle ulaşabiliriz. Her halk kendi yaşam düzenini, kendi özgün kültürü ve milli kimliğine uygun bir şekilde kurabilmelidir ve bu hakkı engellenemez...” sözünü, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti devlet başkanı Pşımaho Kosok’un söylediğinden bile bihaber olduklarından emin olun!

Anavatan topraklarında bir Çeçen, Bir Adige, Bir Abaza, bir Oset vs olarak kendi kimliğiyle yaşamanın garantörü olacak tek yol 11 Mayıs yoludur.

Bu yüzden daha da önemlidir 11 Mayıs…

Yaşanmış, geçmiş bir tarih olsa da henüz bitmemiştir. Ve gerçekleştirilene kadar, “tek” ciddi gelecek projesidir!

21 Mayıs Soykırım ve Sürgün Anma Etkinliklerinin hemen öncesinde “geleceğe” dair taleplerimizi, iddialarımızı seslendirme zamanıdır 11 Mayıs…

Bu talep ve iddia; Kafkas halklarının kendi kaderini tayin etme hak ve çabasından hareketle, kendi topraklarında hür yaşamak istediği bir "gelecek" arzusuna ve iradesine sahip olduğudur!

Şimdi, tam da kuruluşunun 100.üncü yılına yakışır şekilde bir araya gelme ve o geleceğe dair taleplerimizi ihtişamlı bir şekilde görünür kılma zamanıdır!

 

Nail Sönmez

11 Mayıs 2018

© KKC 100. Yıl