Vatansever olmanın kriteri, elimizden zorbalıkla alınan topraklarımıza
duygusal bağımlılığımız değildir.
Kaybettiklerimize yeniden ulaşmak için bütün gücümüzle savaştığımız zaman
gerçek vatanseverler oluruz.
Alcibiades[1]
Parçalanmış, dağıtılmış ve anavatanları sömürge altına alınmış halkların varoluş mücadelelerinde önlerini kesen çift taraflı bir bariyer vardır. Bunlar, anavatanlarını işgal ve sömürge altında tutan gücün ve diasporaların oluştuğu yeni coğrafyaların “sahibi” güç/güçlerin ben merkezli, farklı gelecek tasavvurlarıdır. Kuzey Kafkasyalılar ve özellikle soykırım ve sürgünlerden ölümcül darbe alan tarihi Çerkesya topraklarının kadim sakinleri, varoluş mücadelesinin her kulvarında bu bariyerlerle yüzleşmek, karşı durmak ya da uyum sağlamak durumunda kalmışlardır. Bu mücadele süreci, farklı sosyo-politik yapıları ve devlet örgütlenmeleri ile iç içe bulunduğu ve aynı yaşam kulvarını paylaştığı için hem yerel hem de uluslar arası ilişkilerin daima öznesi durumundadır. “Rus Kafkas Savaşı” ve “Büyük Kafkas Soykırımı” sonrası parçalanan ve topraklarından koparılarak Osmanlı coğrafyasına sürülen Kuzey Kafkasyalıların diaspora merkezli varoluş mücadelesi de bu ikili bariyer ile yaşadıkları yüzleşmelerin, karşı duruşların, uyum süreçlerinin inişli çıkışlı hikayesidir aslında.